Bir Kuşun Resmini Yapmak İçin

Önce bir kafes resmi yaparsın
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kanadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.

Jacques Prevert

Ey sevgili…

Sür’un sedasına an kala sırtımızda kirli bohçamızla karşına çıkmaya utanıyorken… ah o erken ayrılık yok mu?

Peşinden koşamadım sevgili, bir akşam üzeriydi…
ayaklarım kavrulmuştu…
gidişinle kumlar nâr olmuştu
ve seni uzaklara götürmekten utanırdı yollar…
gözlerimizden düşen o billur hüzün daha toprağa varmadan meleklerin nurunda kayboluyordu….

Sevgili

Bir fecir vakti sana olan bütün özlemlerimi alarak ve Gaza’nın çocukları gibi koşarak ölüme… Sana geleceğim.
…gözlerimin bakarken utançtan eridiği yüzünün nuru düşecek semaya…

Sevgili

Bugün kuşlara imreniyorum …
kuşları kıskanıyorum sevgili…
kanat çırptıklarında nefesin gibi kokan güller üzerinde.
Ayaklarının değdiği coğraflarda bir çakıl taşı olmayı
Safa’dan Merve’ye esen bir rüzğar… çınlayan bir dua olmayı diledim sevgili…

Dev/asa,
elinde Musa’nın, Yarılır…. merhamet olur deniz!
Ve Zünnun karanlıklarda korunur… tesbih eder bir Yunus’un karnında El-Berr’i.
İstersen sadık ul kavl öldürür fücûru.
Bir yalan yolda gerçeği arıyor sefiller

İN_san…
Bırak adımlarını sapsın şu düş bahçesinden,
güllere sor,
dikene sor,
bana sor…
aşk dediğin ne ki?

Bir seher vakti
yolunu gözlemekten başka

EN SEVGİLİMİN.

Kadir Ünal

Hurûfî

terkedilmiş evlerin,kendine sarılan yalnızlığı
neyse,o dur kucaklaşmaları şehirlerarası terminallerin
çünkü insan içine doğru genişler
lime lime soyar derisini
hallacdan mansura geçer
orada
aşk ve ölüm ve su ve ateş ve toprak
ve rüzğar savurunca saçlarını bir kızın simsiyah
yükleyip eşyasını mensura
artık kimse tutamaz hurûfî,gider
bu betondan tanrı kentin aşkı kovan dükkanlarından
bu çirkef bu geniş bu iltihap
içine doğru çünkü insan
terkedilmiş bir evdir
kendine sarılan yalnızlığından

Köksal Özyürek

Ben Karnında Annemin

Ateşe bak demek geçiyor nedense şimdi sana içimden
erik ağaçları gene aldandı ve kar düştü üstlerine
ben bu bahar da yetişemedim soğuk tutmalıydı diplerini
ateşe bakarak delirebiliriz dalıp renklerine kuru odunların
ateşe bak bu yeter sen orda bakarken beni burada oğul etmeye.

Ben karnında annemin sen bir mermerle bir
bir anne birdir bir mermerle, bilmezse karnındaki nedir
o dengi olmayandan olan sen birsin o dengi olmayan için
arılar ayrılınca da kovanından baba bilmemişse babalığını
oğul bir babadan değil baba bir oğuldan bilinir
ve çok bilinir ve kahırla söylenir ki babalar bir soğan erkeği çok kere
anneler üstünde soğan doğranılan bir kara mermer bile değildir
doğan doğuranda aramamalı kendini bu yüzden, aramalı
o dengi olmayanda ve buluncaya kadar; nasip bu ya
bir mimik’te, bir mermerin içinde.

Benim gördüklerimi görüyor musun?
görüyorsun biliyorum da soruyorum gene de
ben bu mavi suyun içinde sen orda o beyaz mermerin içinde;
rengimiz, ateşin renkleri içinden
kuru odunların turuncusu gibi olmayacak hep, beraberce bilelim
su kabağından çantanı asıncaya kadar omzuna
ayaklarında sevdiğim yürüyüşün olmayacak
ya sabır ikimize de.

Ateşe bak, beni delirtecek olan seni büyütecek
üşüyen bakar ateşe, pervane bakar, kuşlar, gergedanlar
ağır gelen yükü için sahibine tüküren lamalar bile bakar, ateşe bak
gözü yüzünde olduğu için yüzüyle bakar çokları
sen gözünle bakıyorsun, yüzün ellerin yok
utanıp kızaran tenin var şimdilik;
o mermerin içinde o kızarıklıktan bildimdi ya seni
ya sabır şimdi bana.

Ve şimdi ya sabır sana
ateşe bakarak büyümeyi beklemek güçtür çünkü biliyorsun
ateşe bakarak delirmeyi beklemekten.

Celâl Fedai

Elveda

beni Allah’ın konuşmazlığına kapadılar
çocuktum
çıldırdım

babamı bir şirket aldı, annemi nevroz
kardeşimi ise ordu
tek başıma kaldım, alıp götürdüler
beni kapitalizmin kıçına kapadılar
asgari ücretli kimsesizlik çarpı çaresizlik
hiç de eşit değildi aşk bölü ölümle
gece vardiyalarında baş aşağı çarmıha gerildim

şimdi
çıldırmış şairlerden sana doğru koşarken
orospuluğun erkekleri bilir mi?
senin aşktan anladığın
benim yağmurdan anladığım
sen ıslanırken
ben yandım

beni yazmadığım
bir intihar mektubunun içine kapadılar
orda kırık dökük adamlarla şarap içtim
yırtık yüzlü çocuklarla tiner çektim
ve peri kalpli fahişelerle yattım, yatınca

beni kalbimin dışına kapadılar
ben sevginin kim olduğunu biliyordum
o artık benim kim olduğumu bilmiyor
küçüktüm
üşüdüm

beni güzel olan her şeyin dışına kapadılar

çocuktum
küstüm
gidiyorum

Jan Ender Can

Kriz Zamanında Naat

Krizya prizmasından seyrediyorum mor Gabriel’i
Menekşeler bu prizmada kırılıyor
Kızıl zihinde kırık her şey kırık
Herkes hummalı ve zamanlar garip
ama böyle olması gerekiyor diyor Siyah Kalem
“çünkü ancak yıkılan evde haine vardır”

Ego kırılacak
Beden kırılacak
Kalp kırılacak
Her şey kış ışığı gibi kırılacaktır ki
Yeni bir başlangıç olsun

Postnişinler öğleden sonrası oturmalarında
Üzerlerine yağacak 120 elmas yağmurunu bekliyorlar

Ameliyat masası üzerinde
Garp sürgünü, Şark sürgünü
Türkiye’nin kızıl kalbi açık
Çünkü kalp ince saydam
Bir cisimdir bunu anlayamadılar

Bak her şey kırılıyor sen
mai bakışın için, Logos,
son lötüs ağacının ötesinde
iç çekerken melek

Sat bir kalp kırılıyor
Senin sözün için
Gece kuğuyla yolculuk eden O’na
O’nunla vakit geçiren O’na
Bir kedi kırılıyor ağzında
Senin yakut mührün
arketipik ahmet
“Mim’siz Ahmed’sin sen”

Swahili dilinde kırılıyorum
Arkalarını döner dönmez
Satıyorlar beni
Lahor’da kırık bir sitar gibi

Hastayım, hırkanı at üzerime
Ya Muhammed

Lale Müldür

Telezaman

Deniz uzaklaşıyor gitgide
Ufuk çekiliyor
Kumsal genişliyor
Kısalıyor adımlarımızsa

Kumlar mı?
Makina ölüleri, füze artıkları, sakat uydularla
Barbar medya, gazeteler, zor söylemleri
Bilimsiz karmaşa
Yaz oysa
En güzel orda yazlardı

Kabuklaşabilir akrep kendi hızında
Yılanların derileri demirden
Düşlerimiz kırılıp ufalanıp
Gelincikler soluyor dokunmadan
Deniz uzaklaşıyor

Deniz uzaklaşıyor gitgide
Uçurumlar akan ırmak o deli
Yok şimdi
Yalnızlığın damarını besliyor
Kirli yoğun kandırılmış suyla

Biz mi? Biz değiliz, önceki dün bugün başka
Dokumuzu değiştiriyorlar hızlı vuruşlarla
Tutunamıyoruz ilgilerimize, sevgilerimize
Ve aşka
Deniz uzaklaşıyor

Gülten Akın

Dudak Gazeli

dudağının kıvrımda yer ayır bana
ana rahminde nasıl uyursa bebekler
öylece uzanıp kalayım orada.

ki dudağının kıvrımında alanlar var senin
dudağının kıvrımında ilk aylığını almış işçiler
secdeye kapanmış dindarlar ki
orada yerleri olsun için tanrıya niyaz eder
cennet serinliği dudağının kıvrımında senin

dudağının kıvrımında yer ayır banada
ilk aşkının ilk öpüşünü saklar gibi
bu anamın şarkısıydı dediğinde hüzne
agustos sıcağında bardağa
eylülde yağmura ayırdığın gibi
sofrada rîçâl
dudağının kıvrımında yer ayır banada

ey eyyyy
eğil uzan gerin bükül
bir ıslık çal korkularıma

Köksal Özyürek

Zaten

Nasıl kırık dökük,
yarım yamalak, eksik,
nasıl yamalı hayatlar
geçiyor gözlerimin önünden.

Bir zanaat mutsuzluk sanki:
Öğrenip bir önceki nesilden,
onyıllarca didiniyoruz
ve kuşkuya düşsek de bazen,

sanıyoruz ki
böyledir, iyidir,
ne olacak ki başka,
budur hayat zaten.

Ya beceremiyoruz biz bu işi,
ya da becerecek bir şey yok zaten.

Roni MARGULIES

Gönlü Kırık Harami

Attığım taş vurduğum kuşa değmiyor be hafız
Islağın en kırmızısında boğuluyorum, yaprakta şebnem
Gözlerimi değdiriyorum, nem kalbime iyi gelmiyor
Sanırım ayın etkisi altında kaldım, aşk çok münhem!..
Gömülürken ‘kroşelerle uyusun’ denilen ölü bir boksör gibiyim
Eskiden kalbime yıktıklarım, şimdi mezarımda tepinmekte
Şuh küfürler taşımı döndürdü, müsait yerde dirilebilir miyim
Zamanında sindiremediğim haram sevdalar oturmuş mideme!..
Cami çıkışı aşure dağıtan amcalar, dünyayı yönetse, ne güzel
Ne âlâ olurdu moda dergilerini ateşe verecek güzeller olsa
Bizi o ateşe atmak yerine ateşe çay koysalar ve kestane
Ben sonra ölürüm yine, acelesi mi var, kaçacak değiliz ya!..
Nefsani şarkılar birleştiremiyor gönlümün dağılan hiçbir zerresini
Aşk, ardarda patlayan mısır olmuş, kolesterolden can almakta
Bir de bakmışım ki unutmuşum ezberlediğim bütün molotof tariflerini
İsyan kaldıracak hâl kalmamış ne saçlarımda, ne de yağmurlarımda…

Burak Uzun