Kimse gelmedi bugün bana sorular sormaya;
Çeviri : Erdal Alova
Şub 23
Kimse gelmedi bugün bana sorular sormaya;
Şub 23
Aslında hiçbir şey kâr değil insana
Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada
Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
İşte o silahsız askerlere benzer hayatı
Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
Söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
Mutlu aşk yok ki dünyada
Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanım derdim
Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
Mutlu aşk yok ki dünyada
Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
Ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
Mutlu aşk yok ki dünyada
Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Hayatı bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları hayatım
Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur
Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur
Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur
Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da
Louis Aragon
Çeviri: Gertrude Durusoy / Ahmet Necdet
MUTLU AŞK YOKTUR
Hiçbir şey elinde değildir insanın:
Ne gücü, ne güçsüzlüğü, ne de yüreği.
Açtığını sansa da kollarını, gölgesi bir haçtır onun.
Paramparça olur avucunda sımsıkı tuttuğu mutluluk.
Bir garip, bir acılı boşluktur günleri.
Mutlu aşk yoktur.
Bir başka kader için giydirilmiş
Silahsız askerlere benzer hayatı.
Çaresiz, kararsız kaldıktan sonra akşamları,
Neye yarar ki sabahları erkenden uyanmaları.
Söyle bunları bir tanem, tut gözyaşlarını.
Mutlu aşk yoktur.
Güzelim, sevgilim, kanayan yaram benim.
Yaralı bir kuş gibi taşırım yüreğimde seni.
Ve onlar bakarlar bilmeksizin, geçerken biz,
Tekrarlayıp ardımdan benim ördüğüm sözleri:
Ve apansız ölürler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur.
Vakit yok artık öğrenmeye hayatı.
Ağlasın birlikte yüreklerimiz gün ışıyıncaya dek.
Küçümencik bir şarkı için bile nice mutsuzluk gerek.
Bir ürperişi bile nice pişmanlıkla ödemek.
Bir ezgi için bile nice gözyaşları dökmek
Mutlu aşk yoktur.
Hüsranla bitmeyen aşk yoktur.
Yara açmayan aşk yoktur kalpte.
İz bırakmayan aşk yoktur insanda.
Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da.
Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
İkimizin aşkıdır bu gene de.
Louis Aragon
Şub 23
Darılmışım kendi kendime
Artık hiçbir şey açmaz beni
Ne kadın, ne şarkılar, ne etrafta manzara
Ah, her zaman insanın içi nasılsa
Dışı da öyle
Saatlerdir elimde değnek
Deniz kenarı sazdan bir kahvede
Toprağı eşerim
Sanki Robenson’un adası
Oturduğum masa ile iskemle
Vakit ikindi
Biri beni geçti
Seni de geçecek
Biz seninle sevişemedik
Sevişemeyeceğiz de
Gölgeler önümde bir karış ileri gitti
Ağaçlar denize doğru gidiyor
Deniz karşı dağlara doğru
Gittikçe küçülüyor, ufalıyorum
Olduğum yerde
Neredeysen uzat ellerini
Başım dönüyor.
Necati Cumalı
Şub 23
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam…
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım..
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
Şub 23
Biz şevkiz çılgın bülbülün deminde gizliyiz
Kanız kırmızı goncanın kalbinde gizliyiz
Bu zayıf vücud üzre çiy gibi gözyaşı döküp
Can ipliği gibi mânâ cevherinde gizliyiz
Âlemde şöhret olsak n’ola namsız nişansız
Gönül gibi bir acayip bilmecede gizliyiz
Her hâlimizi bilen yine seher yelidir
Gönül bezeyen saçın büklümünde gizliyiz
Hem gül gibi bir mana rengiyle açık seçik
hem neşe gibi şarap hallerinde gizliyiz
Aşk derdinin şikayet süsüyüz kalem gibi
İniltiyiz şikayet kaleminde gizliyiz
Belli’yi öyle belirsiz kıldık ki neşâtî
Biz artık bir cilâlı ayna içre gizliyiz
Neşâtî
Şub 23
Çözemedim anlamını yaşamın,
dağınık melekeler,
bulanık bir zihnin bölünmüşlüğü.
yalnızca duvarların içinde yol aldım
nereye gitsem.
Ne kadar çile kaldı çözülüp açılacak
gittikçe karmaşıklaşırken örgüsü yaşamın
biz yaşlanırken-yerimiz ne kadar dar
sıkıştığımız, dolaşmış ipliklerden
kalanı çözmek için.
Bir labirent sanki ya da Arakne’nin
Athena’ya karşı ölümcül savaşı,
tanrıların işlerinin
bilgisiyle
bir tanrının bilincinin
ağırlığını taşıma cüreti.
Ama bir salyangozu düşünüyorum
evinin altında yol alan – uzun çimenler
arasında, geride bırakarak ipliğini
kendi Bizansımı dokuduğum gibi belki, şarkılarla değil,
gövdemi ada evimde koruyarak.
Kabuklarının içinde saklanıp yavaşça kayarak
yolculuk yapanların yankılarını dinleyerek.
Başladığın yerdir memleketin. Yaşlandıkça
Daha bir yabancılaşır dünya, daha karmaşıklaşır düzeni
Ölümle ve hayatla.
M.Grech Ganado
Çeviri: Nesrin Eruysal
Şub 23
Görürsün şimdi korkunun sık sık kalbini parmakladığını,
ve bazen dünya yalnız uzak haberlere benzer;
eski ağaçlar çocukluğunu korur senin için
durmadan daha eski zamana ait bir anı gibi.
Şüpheli sabahlar ve kötülüğü sezen geceler arasında
ömrünün yarısını savaşlar arasında yaşadın,
ve bir kere daha şimdi, emir sana doğru parlıyor
kaldırılmış uçlarında süngülerin.
Bazen manzara hâla önünde yükselir rüyâlarda,
şiirinin evinde, özgürlük kokusunun
çayırların üstünde sürüklendiği yerlerde, ve sabahleyin uyandığında,
taşırsın kokuyu senle.
Nadiren, çalışıyorken, yarım oturursun, korkmuş
masanda. Ve yumuşak çamurda yaşıyormuşsun gibidir;
elin, bir kalemle süslenmiş, ağır hareket eder
ve herzaman daha ciddi şekilde.
Dünya başka bir savaşa dönüyor— aç bir bulut
göğün yumuşak mavisini yutar, ve kararırken hava,
genç karın kollarını dolar sana,
ve ağlar.
Mignos Radnoti
Çeviri: Vehbi Taşar
Şub 23
Batıya döner ayçiçeği
Gün hızlanmıştır bile
Eğildi mi o – yoğunlaşır
Yaz havası, kımıl kımıl yapraklar, işlik
Dumanları.
Çatırdayıvermesiyle yıldırımların,
Bulutların akıvermesiyle bir, uzaklaşır yiter
Göğün bu son oyunu da.
Yıllardan beri,
Sevgilim, hep böyle şaşkına çevirir
Bizi ağaçların değişmesi
Navigli’deki.
Ama günlerimiz hep aynı,
Güneş o güneş, çekip giden
Bir ışık çizgisiyle ardında, sevgi dolu.
Anılar bitti artık, anımsamak istemiyorum;
Belleğimi ölüm almış,
Yaşamın sonu yok.
Bütün günler
Bizim.
Vakit geçti diyerek sen de
Bırakacaksın beni, durunca devinim.
Burda kanalın üstünde yükselerek
Salıncakla çocuklar gibi, suya
Bakıyoruz, kararan
Yeşilindeki ilk dallara.
Bıçak değil avcunda gizlediği
Sessizce yaklaşan adamın
Tek bir ıtır çiçeği.
Salvatore Quasimodo
Şub 23
Şub 23
“Nâz idüp şol iki hâlün birini gizleme kim
Nâzunı sen beni öldürmege nâr eylersin”
Emrî
Naz ile nazm arasında bir kuştur özlemek -ipliğini çeker sevdanın-
Kadın inci gibi dizdi gözyaşlarını zamana.
Şiirdir bu yüzden beklemek.
Bekledi, yokladı incileri. Hepsi yerli yerinde.
Yüzüne sürdü gül-i nâzı.
Yıkadı asumanın ipeğini, güneş bulmaya çalışmadı hiç.
Biliyordu, ölüdür evrenin zifiri.
Nûr’a döndükçe yüzünü kanatlanırdı karanlık sırrından.
Umut etmek kusurdu, lekeledi inci tozları elini.
Üfürdü kederini kuzeyin yağmur bulutlarına doğru.
Bu bulutlar gözlerini taşırdı, bilirdi.
Bu bulutlar ki gölge eder günlere.
Günün gri vakti kesme umudun dallarını.
Bahar geliyor. Âh gelsin lütfen! Baharla gel!
Kadın ellerini hüsnün kadehine daldırdı.
Bu hüzün, güzelliğin şarabıdır kusurun gövdesinden sıyrılan.
Cadıların kazanlarına örtülen sahte müjdeyi görmedi.
Bakışlarında eğreti çiçekler… Yandı.
Cadılar kahkahalarına boyadılar arzı.
Benim canım kuş kadar Rabbim! Nasıl da yürüdüler kalbime.
Kadının incilerini öpüp şiire saldım onu.
Odur benim gülümseyen maskemin altında ezilen.
Âh bu iğneyi kalbe geçiren el, umudun içinden de geçir yolları.
Gelmeyecek olanın ayakları yola mecbur olsun.
Geçmişin küfrü temizlensin duanın paspasında .
Ezilsin kokusu sevdanın, saçılsın geceye.
Bir salâhtır varlığına da yokluğuna da okunan.
Velhâsıl sevgili, benim şehrine yolladığım kuşlar var ya…
Âh o kuşlar… Kırılan düşlerimin elleriydiler.
Nergihan Yeşilyurt