Var

Deniz nerede pırıl pırıl,
Nerede yolculuklar, yollar..
Orada adımlarım var.

Gemiler midir giden, dumanlarıyla,
Trenler midir gelen, insanlarıyla..
Orada gözlerim var.

Sayısız yeşil rengi yapraklar mı verir..
Tadları, meyvaları, gıdaları
Ağaçlar mı verir, topraklar mı verir..
Orada ağızlarım var.

Renk renk, biçim biçim açan çiçekler mi..
İlkyaz dolu bahçeler mi..
Ses kaynayan geceler mi..
Orada duyularım var.

Nerede kuşlar, orada kulaklarım.
Nerede taşlar, topraklar ellerim orada.
Nerede sevilecek vücud ve kadınlar
Orada kollarım ve dudaklarım var.

Özdemir Asaf

Hüzün Jpg.

Biter, yolcusu olan her yolculuk biter.

Şehir bir kez sarsılır, sonra artçılar peşi sıra

Kalp hatları kırılmıştır mutlak, aşk yolunmuştur

Kaçak bir bilet olarak dolaşır ününüz karaborsada
Sonra bildik masallara karışır, çocuklar uykusunda

Küçük aşklar 35’liktir tükenir hemen
Midesini ağzında taşır acemi sarhoşlar

Gölgedir, size bütün aşklardan kalan
Biter, aşk da biter, âşıkları varsa

Bir ter, bir ter

Oğuzhan Akay

Aykırı Yaşamak

Geriye bakarak yanıtlıyoruz birbirimizi
Bir destek aranır bir güç alırcasına
Dönerek ikide bir anıların ülkesine..
Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı
Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza
Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu
– O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer
Ortak yaşadığımız sızım sızım –
Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden.

Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında
Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor
Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.
– Böyle belirlenmiş sınırlar içinde
Bir iç denetimle, bir dış denetimle
Konuşmasak da eski tadını yitirdi –
Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
– Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu –

Bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
“Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
Hiç yoktan var olmak” adına
Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde
Anılar inançlar incelikler düşler..

Şükrü Erbaş

Anılar Öptü Dudaklarımı

(..çok zaman sonra belki de sen..)

sesi soluğu kesilmiş bir aşkın ortasından yürüyoruz
acılarımızı saramayacak kadar uzağız artık

kirpiklerimizde beslenen düşler,
yeni doğacak sevgililere miras
düşünüyorum da,
belki biz sevgiyi değil, hep ayrılığı büyüttük seninle
çıplak bedenlerimizden akan özlemler yanılttı bizi
yağmur yağarken anımsadığın ben değil,
yalnızlığındı belki de
ve ben yalnızlığını bile özledim desem,
beni duyamayacak kadar sessizsin artık

nakaratındayım anıların
beni bu gece dehlizlere sürükleyen Timur Selçuk,
babasının şarkılarını söylüyor
öyle hüzünlü, öyle hasret, öyle tutkulu
ben de senin şarkılarını söylüyorum
is gibi, sus gibi, öyle vurgulu
kaçırıp getireyim kendimi yanına bir an için desem,
sana sarılamayacak kadar yorgunum artık

dağınıklığını toparlarken odamın,
elimde kaldı bir kitabın içinden düşen fotoğrafın
göz göze geldik bir an,
gözlerinde “seni seviyorum” bakışın
kara çalılar ardına saklanan sinsi bir isyan kaşıdı yüreğimi
fotoğraflarda kalacak kadar yabancı değildik o zaman
her şeyden önce dostumdun,
ıslak hüznümü bile varlığınla gülümsetebildiğim
şimdi gözlerinde yeniden kulaç atmak istiyorum desem,
mavilerinde yüzemeyecek kadar bitkinim artık

nerede yanlış yaptığımı itiraf etmedi aşk
ilam kağıtları birikmiş bir sevda duluyum
şarkıların sakiliğini tek başıma yapıyorum,
rakı makamına göre kadehe doluyor
bilirsin işte, artık sevmek istemeyen kadınlık halleri
an geliyor,
kalbim kanatlanıp göğüs kafesine girmek istiyor desem,
semalarında süzülemeyecek kadar yaralıyım artık

ağdalı sevdim seni ama yapışkan değil
sevmek çekip gitmekti gerektiğinde, bunu bildim
sadece şiirlerimde konuşabildim, bağıra…çağıra
kızdın ve kırıldın sitemlerimin tavşan dudaklarına belki ama
sevdim seni, ayazda…boranda
ah o sadekar ellerin bedenime yeniden dokunsa desem,
ellerini bedenimde tutamayacak kadar titriyorum artık

bir kedi gözlerimin içine baktı
ruhumdan bir deniz geçti, dalgaları göğsüme çarptı
antika bir fincanda iç çekişlerim kaldı
gül kurusu perdeler, mutluluğuma kapandı
anılar dudaklarımı öptü, dudaklarım sızladı
çok zaman sonra sen de öp beni desem,
öpüşlerimiz bizi yakacak kadar sıcak değil artık

…ve sen, her şeye rağmen gelip, “seni seviyorum” desen,
bu iki kelimeden ölesiye korkuyorum artık…

Pelin Onay

Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila

Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
Sicim yağmur taklidi
Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
Bardağa bir kaç çiçek ıslamaktan.
Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.

Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu, “süper” oluşta canımı acıtan birşeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
Sevişmiştik.
Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
Sevişmiştik.
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi
Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.
Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Herşeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
Keşke nane şekeri gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim.
Sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidi
Artık iyice inceldi.
 
 
Didem Madak

Sana diyeceklerim çok birikti Allahım

Sana diyeceklerim çok birikti Allahım

kağıttan kumbara yaptım, biliyorum kağıtlar da ağaçtan

cadde kenarları, ağaçların öksürük krizleri, egzozlar
cılız ağaçlar, eski türk filmleri, ince hastalıklar…
çok ağaç yok buralarda, ağaçların dallarında çaputlar
dua ederken soyduğum elma kabukları tek parça
dualar da birikir kağıt kumbaralarda
şiir yazalım dedi geçen gün arkadaşın biri
omzumu silktim, bana ne dedim, burun kıvırdım mahsustan
şiir okuyalım, şiir yazmayalım, içinde şiir geçen şiirlerden sıkıldım
ne çok şiir, ne çok şiir
şiir bilinir mi, bilenir mi hiç şiir
taklit edelim böcekleri, bilinçaltlarımız çarpışsın tam burunlarından,
altbenlik üstbenlik psikolojik savunmalar ağaç kurtları
şiir yazalım ve çaputların ucuna bağlayalım
güzel elma soyarım, bir de kağıt kumbara yaparım
kuşdilini konuşamam, bunu annemden öğrendim
şiir yazmayalım, zaten dünya bir şiir
kuşdilini iyi konuşan,yani anlayamadığımız
yani dönüp duruyor, yani pozisyonel vertigo, yani dünya bir şiir

Sana diyeceklerim çok birikti Allahım

eskiden ben uyurgezerdim, kitaplarımı uyutur, gözlerinden öperdim
eskiden gökyüzüne bakınca
bulutları masal kahramanlarına benzetirdim
hayat bilgisi kitaplarında bulut isimleri, coğrafya kitaplarında bitki örtüleri
bu yüzden belki hiçbirini öğrenemedim.
eskiden ben uyurgezerdim, korkulu rüyaların koluna girer
çiçekleri sulamaya giderdim.

Sana diyeceklerim çok birikti Allahım…

Zehra Betül

Enkaz Kaldırma Çalışmaları

I-

Bir tezgahtar parçasıyım ben
Üç kuruşluk acıya müdahale edemem
Kanatlarımda sigara yanıkları
Gül diye okşadım onu yıllarca
Sen istersen derdim müşterilerime
Sen istersen kalbimin hepsi de melek olsun
İnanırdım bazen bir kase bal bile umutsuzdur.
Gül tutan bir adam aradım yıllarca
Rakamlar büyür, şehir küçülürdü.
Vazgeçtim, vazgeçtim sonra
Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.
Kalbim neden isli bir şehir?
Kalbim! Neden ben?
Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.

II-

Bir tezgahtar parçasıyım ben
Kendime alıştım bodrum katlarında
Geceleri yokluğum karşıladı beni
Kuru yapraklar sererdi merdivenlerine
Viks sürdüm burnuma, coca-cola içtim
Ağlamaklı oldum kaç kere çilek reçeli yüzünden.
Büyülendim Sibel Can çalınan taksilerden
Büyülendiğin şeyler,
Büyülenmediğin şeyleri döverdi bilem.
Neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?
Kendime alıştım bodrum katlarında
Artık bir karanlık bağımlısıyım.
Kezzap attı yüzüme sokak lambaları
Tenekeden bir aydınlıkla kestim
Hayatla ilgili bütün bağlarımı
Hazırım ben
Bir anne ismine bağlamayı her şeyi:
Füsun…

III-

Acıklı sözler kraliçesiyim ben
Yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
Hızlı daha hızlı
Fazla vaktim kalmadı
Artık ifadem alınmalı.
Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
Beni bir sutyen lastiğiyle asın.
İnanın kendimin
“Yokluğunda çok kitap okudum”
Bana birkaç hayatî meseleyi ödünç ver kalbim
Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
Kalbim neden ben?
Sırf sevinesin diye seni bir kere bile
Elinden tutup parka götürmedim.

IV-

Melankoli ve kolonya şişesi
Kalbim ile İzmir aynı şey mi?
Boyunlarında simsiyah birer halka
Kumruların hepsi de dişi mi?
Gugukguk yusufçuk
Nerdesin? Burdayım.
Bekleyin, bekleyin geliyorum!
Melankoli ve kolonya şişesi
Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor.

V-

Kalbimi bıraktım bir yanıbaşımda
Kanatlarımda hep böyle yalnız başıma
Son şiirimi de kaybettim.
Kalbim! Neden ben?
Son çocukluk resmimi de bir yabancıya gönderdim.

Didem Madak

İlkyaz

Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını
kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

“Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
Sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir ‘Hotel’ bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere

Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.

Sonra kasabamızın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimizi iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye

Durup ince şeyleri anlamaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilk yaz çiçekleri

Bir gün birileri de öte gecelerden
Islık çalarlar yanıt veririz”

Gülten Akın

İtiraf

İtiraf et, -düşlediğin bir ilkbahardı,
aydınlık ideallerle dolu bir dünya,
o zamanlar yaşamın parıltılar saçan kupasında
gençliğin henüz köpüren iksiri vardı.

Zavallı yüreğim! Sen kaçırdın mutluluğunu,
Kasvetli günler gelmekte,-ve de- geçmekte…
ve şimdi itiraf etmek istemiyor musun sen de,
düşlediğinin bir ilkbahar olduğunu?

R.Maria Rilke
Çev. :Ahmet Cemal

Ah, bir zaman Donnycarney’de

Uçarken bir yarasa ağaçtan ağaca
Yürüyordum sevgilimle yan yana
Ve öyle şirindi ki söyledikleri bana.

Ardımızda yaz yeli
Mırıldanıyordu – ah, neşeden! –
Ama beni öpüşü daha da ılıktı
Yazın soluğundan.

James Joyce