Delilirikler

I

Betonun hüznünden doğdum
suyun isyanından
güneşin kırılganlığına dokunup
geliyorum.

Sana söz yakışır, ağzını hazırla.

Kırık bir şehir hikâyesinden doğdum,
kırk meseleden
bardaklar ve demli çaylara dokunup
geliyorum.

Sana söz yakışır, elma de.

Aslı ve Astar’ı olmayan bir hikâyeden doğdum,
karşı’lar ve balkonlardan
korna seslerine karışıp
geliyorum.

Sana söz yakışır, ağzını hazırla.

O eski hikâye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.

II

Aslında
hazin bir öyküdür bu
anlatmaya yakışmaz sesiniz
yanımdaki bütün sandalyeler boş,
alabilirsiniz.

Oturunuz.

…bolerokuşlarlaleliihvan
birden, gaseyan…gaseyan…gaseyan.

…sonra sarışın kadınlar esmer olup
balkonlara çıktılar
ben terk ettim beyaz çerçeveli bir fotoğrafı
ve dönmedim bir daha.

Resmim,
zayıf yüzlü, gülümsemeye yakın neredeyse
hastane penceresine dayalı
ahşap ve toz kokan bir gecede çekilmişti.

Gaseyan…
yıllar sonra kente çıktım
örümcek ağlarının, paslanmış kapıların ardından
kente çıktım,
yıllardır sallanan bir sandalyenin ardından
tozlar içinden,
uzaklara ve karalara yazıldığım mektuplardan
beyaz çerçeveli bir fotoğraftan,

gaseyan.

Burkuldum ve ağladım
kırmızı bir danstı her şey, oynadım.
tenim ve ellerim yoktu
kimse görmedi.

Kimse görmedi, saçlarım uzamadı yıllardır.

Birhan Keskin

15 MART 1985 İÇİN

– Bana hiç görmediğin bir çiçek adı söyle
– Bir değil, birkaç değil, binlerce
Bir yaşam boyu besledim onu
Büyütüp can verdim gözlerimde

– Bana bir giz gibi bir çiçek adı söyle
– Önümüz ilkyaz, menekşe değilse ne

Edip CANSEVER

Senin mahzûnun olmak

Senin mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yeğdir
Gamınla ağlamak ellerde handan olmadan yeğdir

Cihânın izz ü câhın böyle iz’an eyledim ben ki
m
Eşiğinde kul olmak dehre sultân olmadan yeğdir

Düşüp kûy-ı harâbât içre sûfîkâse-lîs olmak
Serîr-i devlete fağfûr-ı hâkân olmadan yeğdir

Cihân-ı bi-sebâtın rağmına devr ettirip câmı
İçip lâ-ya’kul olmak şâh-ı devrân olmadan yeğdir

Şarâb-ı aşk ile Nev’i gibi mest-i müdâm olmak
Bakıp bu ni’met-i dünyâya hayrân olmadan yeğdir

NEV’Î
(1533 – 1599)

Altımda Bir Dünya

eksiltin beni hayatınızdan
gövdemden aşağı kurşun ve kalemle bir çizik atın
yalnızlığıma dönmek istiyorum bugün
ilk keşfettiğim günkü kadar bakir
ve güzelliği dokunulmamışlığıyla bitişen hüzün
hiçbir gözün yalan söylemeyeceğine inanılan gün kadar
parlak ve katışıksız yalnızlığıma

birkaç hayat yaşadım yanıbaşınızda
herbirinize ayrı
ve ağırlığını hep eksik bulacak kadar kayırılmış zamanlarla geldim
mutlaka dünyayı döndüren insana rastlayacakmışcasına
çoğaldıkça eksilen zamanlarla
parmakuçlarınıza her dokunuşumda
duydum bileklerimde aynı serinliği
şölenlerde bitkin, gecelerde uykusuz ve herhangi bir ilkçağ kadar imanlıydım

kalebent karatında sessiz ve öfkeliysem şimdi
ihtimaller içinde yırtık bir yelkenli, bir hengâme suretiysem
adımı unutarak yaslı
ve çılgınca geziniyorsam mahyalarında şaşkınlığınızın
birinizin anlamıyla hiçbirinizin anlamı arasındaki
farksızlığı anladığımdandır

hey!
sarhoş kayalıklarda ve istasyon arkalarında tükettiniz coşkumu
kâinatın altındaki bu hades ülkesinde yaşamaya mahkûm oluşunuzun
kör kiniyle sevdiniz açık hayat kıldığım sevincimi
nihil humanum aliena mea est eski bir şarkının sözleriydi vazgeçiyorum artık; eksiltin beni hayatınızdan

yalnızlığımdan dönmek istiyorum bugün, altımda bir dünya
yabancım olsun size ait ne varsa

Orhan Alkaya

Hüzünlü Madrigal

I

Hanım hanımcıksın neme gerekir?
Güzel ol! Hüzünlü ol! bana yeter,
Doğaya ırmaklar, sular can verir,
Yüzü gözyaşları güzelleştirir;
Fırtınalarla gençleşir çiçekler.

İnan, daha çok seviyorum seni,
Kıvanç gölgeli alnından kaçınca
Ve korkular boğunca yüreğini,
Geçmişin öfkeli bulut yığını
Bohçasını önümüzde açınca.

Seni, o iri gözlerin kan gibi
Sıcak damlalar dökünce severim,
Ve ellerim sallarken beşiğini
Can çekişen bir hırıltı misali
Hüzün üstüne çökünce severim.

Ey derin ilahim, derin ve tatlı!
Kutsal şehvet, yüreğimde yanan kor!
Solurum göğsünün hıçkırığını,
Ve bilirim, döktüğün gözyaşları
O inciler seni aydınlatıyor!

II

Kopmuş eski aşklarla dolup taşar,
Bilirim, kabarıp coşan yüreğin,
Hâlâ, fırın gibi tutuşup yanar,
Ve, hâlâ, altında göğüslerinin,
Az çok, kargınmışların onuru var;

Ama, Cehennem, hiç, rüyana girip
Yansıdı mı ruhuna alevlerle?
Ve zehiri, ve, kılıcı düşleyip,
Baruta ve demire gönül verip,
Mutsuzlukla, yıkımlarla yüz yüze,

Korka korka açtın mı yüreğini?
Kaskatı kesilip, saat çaldıkça,
Bitmek bilmez bir kâbusta, kişiyi
Büyüleyen o eşsiz tiksintiyi
Tatmadıkça, onu tanımadıkça,

Bana dehşetle yaklaşan kadınım,
Üstüne nefretin çöktüğü gece,
Yürek dolu bir sesle: “Ne yapalım,
Ben de sana benzemişim, kralım!”
Diyemezsin, ey köle, tutsak ece.

Charles BAUDELAİRE
Türkçesi: Erdoğan Alkan

* İnce, sevecen duygular anlatan küçük koşuk, şarkı.

Aydınlık

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece.
Kendimde denemişim ben,
kulak ver, dinle.
Her acının sonunda açık bir pencere vardır,
aydınlık bir pencere.
Hayal edilecek bir şey vardır,
yerine getirilecek istek,
doyurulacak açlık,
cömert bir yürek,
uzanmış açık bir el,
canlı canlı bakan gözler vardır.
Bir hayat vardır, hayat,
bölüşülmeye hazır.

Paul Eluard
Türkçesi: A. Kadir

Zehirinde Açan Zambak

………………….. Sevgili eşim Münevver’e

I

Anason Kokusu

Sarı, sessiz günlerdir
Mağrur ve soylu:
Nişanlı bir kız gibidir şimdi yaz

Şimdi yağmur yağsın beklenir
Çocukluk resimlerine bakılır gibi
Renklere ad verilir durgun denize bakılarak
Garip bir intihar gibi arada bir hatırlanan
Kan göğü götürür yüreklerde
Ve gülümseyerek deler geceyi
Kendi zehirinde açan zambak

Şimdi sarhoşuz, mızıka çalıyoruz
Dudağımızda bulanık söylence izleri:
-Hem duası hem ihaneti zamanın-
Ne yazılır böyle vakitlerde insana dair
Bir orman karanlığına benziyorsa hüznü
Haydi sevişelim, sevişmek biraz devrimci, biraz tutucu
Bu temmuzun ilk günleri, hain, hınzır
Denir ki insanın kendisidir yollara savrulan kar

-Sevgili, o ince yollarda yaz
Bir anason kokusudur beyaz

II

Varoşlarda

An gelir şarkılaşır su
Sisler arasından çıkıp gelen kuğu
Rüzgârlı bir ovaya dönüştüğünde

Adsız yönlerde bıraktığı iz
Dinle, bu esriklik sevinciyle
Sonsuzu sonsuz yapan biziz

Bu bizdeki renk, bizdeki titreyit
Ömür boyu sürecek en uzun gerçek
Ne demiş ilk düşünürü dünyanın
İnsan ki ardındadır kendi gölgesinin
Baharda bir üzünç ağacıdır dile gelecek
Kopmut bir defa içimizden
Tutmuş yankılanan yolunu
Issızlığa düşen imgeler gibi narlaşır
Ayrı yollarda giden dostlar gibi arkada
İz diye çan sesleri bırakır
-Sevgili, şimdi varoşlarda
Günahlardır, olgunlaşır

III

Ud Sesi

Dağlarda bir ud sesi derinden
İç geçirir rüzgârda nar ve kar-
Üstünden sular süzülen kadın
Göğsünde efsaneler gizler kederinden
Mor demetleri tutkulu yüreklerin
Bu ud sesi, yeni doğan bir zaman nefesi
-Belirsiz tapınağı hayatın, görünmez tapınağı-
Yumuşak ve ağır ritimlerle mavi
Göğsünde gizden şiire doğru elma tadı:
Bir lamba ki yanar sabaha kadar
Işısın diye evler sokaklar
-Sevgili, bu ud sesi
Sonsuza uzayan gölge tek tesellisi

VIII

Yazın Sesi

Ulu bir ağaç rüzgârı yazın sesi
Esiyor hafifçe saydam ve tunçtan
Ötede, dö minör. Korku, umutsuzluk ve acı
Tutkular kar taneleri gibi yağıyor şiire
İnsan nasıl duyarsa zor günlerde güçsüzlüğünü
Öyle duyar notalarda çınlayan yazı
-Sevgili, titrer yazla yüreklerin sırları
Seninle birlikteyiz yine seninle ayrı

XIII

Pastoral Müzik

Sana pastoral bir müzik besteliyorum
Eskil duygular karışıyor havaya
Bir meleğin hıçkırığı
Fısıldayan koruluklar, aşk masalları
Belleğin kafesini yırtıyor bu çılgın uyum

Sana pastoral bir müzik besteliyorum
Döküyor çam ağaçları düşlerini
Unutulmuş ayinler dolduruyor geceyi
Karanlığın çatallı dilinde
Yasaklanmış masallar anlatıyor masalcı
Dokunup geçiyor menekşedeki gizli anlama

Sana pastoral bir müzik besteliyorum
Dilimin ucunda dans eden notalar
Kızarıyor büyülenmiş gözleri özlemin
Sonra bir yağmur başlıyor, içe kapanış
Yelden büstler kırılıyor eriyen gizlerde
Fenerler köreliyor, çarpıyor fırtına yüreğimize
Sözcükler göklerin ilk gücü, ilk çiçeği
Secdeye varıyoruz önünde

-Sevgili, sıyırıyor kemikten eti
Bir intiharın aşka kalan hasreti

XXI

Son İsyan

Saat, gece yarısı
Karanlık ilenç gibi iniyor yere
Yazın son kalıntısı
Eski kapıların sesi gibi bahçelerde
Demek hançer yarasıyla süzülüyor güvercin
Otobüs durağından göğün uçurumuna doğru
Bir kadın silüeti çığlık çığlığa pencerede
Sızlatıyor yazı kemiksi acıyla
İşte, günler geçiyor saydam ve ağır
Yabanıl kahkahasını atıyor büyünün rüya treni
Bu belki görüntüsüdür gerçeğin belki değil
İpek telini koparan kimbilir hangi çağdır
-Sevgili, bu şiirle başlayan şölen
Yeryüzüne yağan ilk yağmur duasıdır

Metin Cengiz

İpte Unutulmuş Gömlek

Gözlerim görmez oldu / Gözümden akan kandan”
Fuzuli

Her çocuk biraz gecikmedir evine
Öpmektir tekrarı annelerin

Işık alıngandır, sularla yüzleşince ömrü
Buğusuyla savrulurken gülün,
Anne rengini aldığını bilir

Kalp kırılır, gurbetini tanımlayan
Eski bir gece çıkar-gider koynumdan.
Anlamak kanayıp duran sevda alışkanlığı olur.
Yankısız yuvalar düşer kuşlara.
Su uçurumda tanışır sesiyle,
Karanlığını bilmez uçurum, sır kalır içinde

Sonra, aşkla yorumlar kendini gül
İpte unutulmuş gömlek yitirir rengini
Bütün suçu üstlenir lavanta kokulu bir pencere
Ateşe verir içindeki yüzü, leyla

-Ölüm de ayrılık da sanadır
Aşkla onarıyorsun ya kalbini-

Su acı akıyor
Trenler hüzünle, raylardan
Taş burcunda doğmuş bir söz ağzımda
Öpüldüğü yerde incir oluyor
Dünyanın kederine dair

Bu yüzden kimsesiz değil, hiçkimse
Nerde olsa bulur kırıldığı kadar zamanı, söz

Ah bir yel olsaydım
Bir yel olsaydım eğer
Bu kırgın duruşunu çıkarırdım
Eriyen çocukların gövdesinden
Anlamaya çalışarak kül olan evlerin iyiliğini

Anladım, kokladıkça toprağa tutunur gül
Uçurum küser
Derken bir kıyamet türküsü: “pişman değilim”

Hüseyin Şahin

Kent Kırıkları

1

Her şey kırıldı- önce dil, sonra nesneler
Eşyanın hali; Up!

2

Crocodile Dandy, yaşıyoruz dendi; jungle!
Se7en Hill’de- başka dilde…

3

Marka; kama; karma; Tan vakti
–kesik bir el- gibiyim; Koma koma!

4

Er Ryan, erbain, engin!engin bir deniz;
Limansızım- Er o in!

5

Sms, diyor, kimse beni sevmese;
Uzuyor kaktüs- gözlerden ırak.

6

Bırak out’a çıksın aşk- in yeryüzüne,
Çelik kanatlarınla; Neo- ne o?

7

Köşesinden döndüğün ölüm; yakanda
Taşıdığın o kırık iğne- acid jazz!

8

Game over. Over dooos-eee? Cooozzz.
Hayat metal meselesi bu; bizde namaz niyaz.

9

Zorbalar geçiyor kaldırımlardan, camlar
Üşüyor, vitrinler bab-ı esrar; yok mecaz.

10

Attığın tümce; basamak-chat’ırdıyor,
Aykırı telde yürüyor cambaz.

11

Bu watch uzatmaya gider. Face to face.
Uzak dur gölgenden-kendine yanlış ilaç.

12

Şol cehennemin ırmakları; adsl, wlan!
Kuruldu ağ, kalpten kalbe; tek one!

13

Sonrası alkol-duman, kitsch denizi;
İç denizi! iç denizlerde kuruldu kapan.

14

Hack verildi-alındı; uzaklarda-tuzaklarda,
Altyazıydı- uzadı ve yoruldu sakal.

15

Sesimde yağlı urgan tınısı-kuru ayaz;
Çorak toprak – machine and gun.

16

Çıktıkça indiğimiz – ipsiz kuyu,
Dipsiz, sahipsiz; ‘We got him!’

17

Bol alkışlı, boş sahnelerde geçti gün;
One a day-her gün bir with-aamin!

18

Bile kör bıçakları, duvarlar küssün
Ve dursun saat; bomb! Blood is for U.

19

Ardı sessizlik her şeyin; çok ceset,
Az cesaret. Sonrası BillKill…

20

Mega+metro’ların pol’ları, ahtapotun
Kolları gibi sarıyor- ikiz kulelerimi.

21

Benzerim can çekişiyor-kansız bir darbeyle
Vuruyor güneş, harap surlarıma; leş.

22

Söylenmemiş şarkısı-izbenin, megastar
Edasıyla uçuşuyor Prozac’lar, westend’de.

23

‘Bizde yalan yok’ diyor biri. Well. OK.
‘Time’ diyor öteki. Round başlıyor. Knockout!

24

‘Yalnızlık dirilere mahsus’ diyor melek. Düşman
Uyuyor. ‘Only the lonley’ diyor rüzgar. Su çözülüyor.

25

Çölde esen rüzgar, vuruyor kenti kalbinden; spam!
Kimse terk etmiyor gemiyi; belki de yok gemi.

26

Kanıyor dil; yanlış söz-kekre nefes.
Kalem kırık-kelam sahte; … see U.

To be continued…

Turgay Kantürk

..’ya

Sorma, neden keder yüklü düşüncemle
Eğlenirken sık sık tasalanışımı,
Neden her şeye mahzun bakışımı ve
Hayatın tatlı düşünden kaçışımı;

Sorma, neden sönüp gitmiş yüreğimle
Neşe dolu aşktan nefret ettiğimi,
Kimseye canımsın demediğimi de,
Hem bir kez seven bir daha sevemez ki.

Mutlu olamaz, bir mutluluğu tadan,
O kısa bir an için verilmiş bize.
Gençlikten, şehvetten ve her türlü hazdan
Bil ki, yalnız keder kalır hepimize.

Puşkin