Bir De Beni Ekleyin

hatalarımızı çıkarsak geriye ne kalır hayatımızdan
dokunulmuş yerlerimizde soğuyan sevinçli yaşamlar mı
hiç solmayan çiçeği görmüş müdür hai-kai ustaları
ve dikenlerini içine büyüten bir gül kimin kanayanıdır
bir de bunu ekleyin

neden yorgun akşamları giyindik her sabah üstümüze
aktar ölçeğinde mi incelir hüzün, sarraf nezdinde mi
oluksuz bıçaklarla sevişen kaçıncıda ölür
ve kısa pantolonlu bir çocukluğun dizleri neden hep kanar
bir de bunu ekleyin

çok çocuklu analar koynunda nasıl bakir kalınır
neden yağmurlar genişletir alnımızı, güneş kaçırır
redd-i ilhak’ın dilde yoksullaşması mıdır yalnızlık
ve biz Heybeli’de her gece haklıydık
bir de bunu ekleyin

(Parçalanmış Divan’dan)

Orhan Alkaya

Anlamlar I

yalnız bir hata mı, sarsak adımlarıyla hayatı yürür
hayat da yürür, dil ağır prangasıyla sürüklerken hayatı
kuytu bir gül yaprağına sinmiştir, ne gam
söz eksilmeseydi, yangın nereden nerelere yürür

akşam koyu bir hatadır, telafisi üzerimize yürür
gündoğumu ayrı şölen, her dilde ayrı yürür
yalnız bayancı yabancılaşmaz, alışmak ağır ölüm
ölüm gelir, her seferinde başlangıca yürür

benim bu yok edici tutkum, hep içimden yürür
bir adam kalır dışarda, yükü ömrüme yürür
kuytu bir masal, bir mermi olur, kalbime yürür

Orhan Alkaya

ve gece…

ve gece
yağmur’la

kalbinde üşüyen her kelime
bir sessizlik olup çöküyor göğsüme
kıyamet gibi

burada
bir düşün ortasında
d/üşüyorum avuçlarına

benim ellerim kanıyor
senin kalbinde

burada
bir düşün ortasında
herşeyden uzakta
kalbin avuçlarımda

u y a n s a m

damla damla

a
———- ş

k

l—————- a

Umman Şahiner

Yolun Sonu

Bir başına çiçek açmış ağacın
Kıyısındasın denizin yanı başında
Dalgalar parçalanır kayalarda
Değil yalnız dalgalar ruhun parçalanır
Denizin uğultusuyla

Deniz aldatmış değildir çakılı, kumu,
Deniz adamını, su zambağını
Deniz ruhunu çağırdığında
Çıkarsın uzun sürecek yolculuğa
Başka limanlara başka kıyılara doğru

Fütursuz ömürler deniz gibidir
Bilirsin bunu, gözünün ışığı tükenirken
Nice şafaklardan nice limanlardan sonra
Döndüğünde yeniden yaratılırsın
Kırağıyla yıkanan doğduğun kentte

Neden bulamazsın doğduğun sokağı?
Bir ikindi vakti dönüp dolaştığında
Neden tanıdık bir yüze rastlayamazsın
Doğduğun kentin baharat kokan çarşılarında?

Böyle dalgın böyle denize yakın
Başka gök kıyılarına çıkamazsın
Döner, döner acımasız çarkı yılların
Sırasıdır elveda demenin artık

Ahmet Ada

Uzun

Isınmış içimde uzun taş
Bu benim deniz kıyısında kalmışlığım
Bu benim soyunmuşluğum
Dünya düşlerinden bütün

Düşlerim gece ormanları kadar uzun
Ağaçlar kadar büyük, iç içe kokularla
Gözlerim kapalı dinledim sesini
En uzak yıldızın

Ağaçlarla, sularla, dalgalarla geldim
Bir ayağım yoklukta, bir ayağım
Kuru dere yatağımda kalmış
Yavaş

Çok eski zamanlardan geldim
Bu benim bir ağaç kadar yalnızlığım
Bir başıma kalmışlığım
Kalın bir hüzün

Ahmet Ada

BİRKAÇ KUŞ

Birkaç kuş balkona konmuş
Öbür kuşları konuşuyor
Kıskançlık, çekememezlik, kibir
Var birinin her sözünde

Bu kuş bilmiyor paylaşmayı güzelliği
Ne kırlarda ne balkonda
Kederi ayrılığı ölümü bilmiyor
Üşüyecek ilk ayazda

Doğrudur küçücük bir kuş olduğu
Oho, büyüyüp öğrenecek daha
Ölü kuşların konuşmadığını
Çürümüş otlar yapraklar arasında

Ağzı taze ot kokuyor, yolu uzun,
Öğrenecek şimşeğin tadını bir gün
Kim bilir ne zaman, hangi ormanda
Kanatları üşüyecek ilk karda

Ahmet Ada

Yarısını Dinlediğim Bir Masal

Haydi bir sayfa daha çevirelim denizden,
üzerinde beyaz yeleli aslanların dolaştığı bir sayfa –
Bu kez gerçek bir olayı anlatıyor eski masalcı,
gözlerinde gene binbirgecenin ayartıcılığı,
sesinde uzaklıklar, deli rüzgârlar,
körkuyular, yolculuklar, kervansaraylar.
Çiçekler çizen, onları renk renk boyayan
bir ressamın son günleri anlattığı.
Birbirine karışıyor sözlerle görüntüler:
O uzun yürüyüş, okunaksız bir yazıyla yazılmış
mektupları andıran kalabalıklar,
hastaların yüzlerindeki acı.
Her yolcu gibi, nereye gitse,
sılasını yüreğinde taşıyan bir yolcu.
Masalcı arada türkü söyler gibi mırıldanıyor,
sonra bize bir yankıda gizlenen
bütün o sevdiklerimizin sesiyle
yeniden başlıyor anlatmaya.

Ama artık ben orada değilim,
ya da şimdiden
yağmurunu dökmüş bulut hafifliğinde,
karanlığın sessizliği,
sessizliğin bize düşen mutluluğu içinde.
masalcının masalının sonunda
varacağı yerdeyim.

Cevat Çapan

Anlamak

Pazar. Çevreye serpilmiş gülüşler gibi parlıyor
ceketlerin üzerinde düğmeler. Otobüs gitti.
Bazı sevinçli sesler – ne garip
dinleyebilmen ve yanıtlaman. Çamların altında
mızıka çalmayı öğreniyor bir işçi. Bir kadın
günaydın dedi birisine – öyle yalın ve doğal
bir günaydın ki,
siz de mızıka çalmayı öğrenmek istiyebilirdiniz
çamların altında.

Ne bölme, ne çıkarma. Kendinden ötelere
bakabilmek – sıcaklık ve dinginlik. “Yalnız sen”
olmak değil ” sen de” olmak. Küçük bir toplama
basit bir aritmetik işlemi, kolayca kavranabilen,
bir çocuğun bile üstesinden gelebileceği, parmaklarını
ışıkta oynatırken
ya da mızıka çalmak, o kadın duysun diye.

Yannis Ritsos

Çeviri: Cevat Çapan
-şiir çevir denize at-

Şairin Şapkası Konuşuyor

Beni burdan alın, yalvarırım
Birer yangın yeri saç dipleri
Beni burdan alın
Salkım salkım
Üzüm gibi cümleler
Altında ayakların
Kaynıyor kazanlarda şıra
Kesik başlar atılmış
Alevlerin ortasına

Beni burdan alın
Bir kurt gibi bu adamın
Parlıyor gözleri
Ateş vurdukça kafatasına

Nefesi lav borusu
Sözleri mağma
Bu baş patlatmalarla
Saçılacak dört yana

Beni burdan alın
Birer kılıç darbesi
Kaderin her çizgisi
Alnında bu adamın

Beni burdan alın, bu başın
Şakaklarında zonklamalar
Timurlenk ordusunun
Nal sesleri var

Beni burdan alın
Kara bir gök gibi kapattığım
Acımasız dönen dünyanın
Acısından büyük acılar..

Cevdet Karal

Son Gürlük

Trabzon hurması ağacına döndüm
Tüyüm tüsüm döküldü, yapraksız kaldım
Yine de meyvaya duruyorum bu cıbıl halimle
Tepeden tırnağa
Turuncu turuncu
Kütür kütür
Bu benim sonbaharım
Bu benim son gürlüğümdür

Can Yücel