Bakmak Aşktır

 

Kal böyle aşkım, kal böyle
Ve yalnız
Bana bak.
Bakmak aşktır.

‘Soyundum işte sana yol olsun diye.’
Böyle çıplak böyle et ete
Bırak gezinsin üstünde soluğum.

Saydamdır aşk, o naif şeytan
Gözlerin, çıplak memelerin, dudakların
Böyle işte böyle gel gir yatağıma.
Ve öp sonra da
Durmadan bir daha , bir daha öp beni
Böyle uzun bir yolculuk ister aşk.
Ve çek sonra da, daha bir kendine beni
Çek ki
Bileyim benim olduğunu.
Böyle işte böyle kasık kasığa.

İlhan Berk

Deniz Kızı İçin Şiirler

sunu 

bedenini bir dünya haritası gibi dizlerime
serip de, yollar aradım yürümek için

içime çekmek için hava, koklamak için çiçek
ve bir kadın, yaşamı benimle bölüşecek

sevdiğim şeyleri sevecek, bir incir ağacından
damlayan süt dolarken memelerine

çocuklar doğuracak, kara gözleri
dünyaya bıkıp usanmadan sorular soran

kendiyle yüzleşmekten çekinmeyen, doğayla
ve insanla sonuna dek barışkın…

yüzünü ak bir kitap gibi ellerimde
açıp da, umutlar aradım yaşama ilişkin

uçurumların yamacında kök salacak ağaçlar
boğulanlara uzanacak bir kol belki

bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri.

şiir ı

sen bir deniz kızısın, saçları
düşlerimin erimince uzayan
yağmurda kıpırtılı, güneşte gümüşsün
bir yakamoz ağı, geceyle atılan

sen bir deniz kızısın, doğanın
yüzgörümlüğü olsun diye bana sunduğu
allayıp pulladığı ayışığının
yelin, terkisine atıp kapıma koyduğu

sen bir deniz kızısın, yaşamla ölümü
iki kaşının arasında öpüşür buldum
yaşamı seçtiysem sensin nedeni
ölümdeki sonsuzluğa seninle erdim…

şiir ıı

sen yollara yürürsen, çiçekler de yürür
şaşarım gülüşünün ardından güneş doğmazsa
bir çocuk, kapıları kırıp kırlara koşmazsa
o ufuk çizgisinin düşüncesiyle özgür

bedeni ışık olup da yüzüme akan düş
eğninde samanyolu, ülker, çobanyıldızı
o uzak kıyıların, mersinlerin kızı
deyin ki, şairin yüreğinde açan bir gülmüş…

şiir ııı

günlerce gözlerinin aylasında
dağılıp, devindi bütün biçimler
kimi bir çocuk sevinci buldum orada
kimi de uçsuz bucaksız keder

günlerce gözlerinin aylasında
dönüp durdum bir gece kelebeği gibi
kanına sinmek için, o ipek soluğuna
işığına gömüldüm de yaktım kendimi…

şiir ıv

seviyorum, ırmaklar gibi boşanıyor
bu sözcükler yüreğimden
deniz oluyor da sonra, köpürüp inleyen
bütün kıyılarımda saçların uzanıyor

seviyorum, hiç solmayan bir çiçeğe
dal olmanın sevincini duyar gibi
uçsuz bucaksız gökyüzü belki
senin kanatlandığın bir mavilikte

seviyorum, bu sevdanın seninle
bitmeyeceğine inanacak kadar
yüreğimi dolamadım ki ben telörgülerle
sen gidersen, sana benzeyenler var…

şiir v

ellerini tutarken kanın sızıyor damarlarıma
gözlerinle gözlerim arasında incecik bir köprü
kuruluyor ve üstünde iki yürek düşe kalka
yürüyor, kirpiklerinin kıvrımlarına düğümlü

usuldan bir yağmur başlıyor sonra
bir damla düşüyor aramıza ve giderek bir ırmak
oluyor da, biz iki ayrı kıyıda
bakışıp duruyoruz el sallayarak…

şiir vı

bedeninin her noktasından söz alıyorum
öpmek için, uğurlarken seni ayrılığa
boğazımdaki taş güle dönüşüyor
öyle görünüyor, dudaklarımın ucunda

beni böyle anımsa, böyle düşün istiyorum
gülümseyen bir adam, ağlar gibi, sarsak
anla ki, yitik bir ülkeyi korumaya benzer
bir şairin sevgilisi olmak…

şiir vıı

okyanusun taşması bile bir damlanın günahıdır
ki sen bir ırmaktın yaşamımda
bütün çelişkilerin barıştığı bir alan
aykırı bir düş, bütün karabasanlara

bir çiçeği sıkıştırıp dudağımın ucuna
tek bir söz söylemeden insanlara seni soruyorum şimdi:
o ki, yürek gönderlerine her sabah çektiğim bayraktır
ölümden sonra inandığım tek dünya… görmediniz mi?

şiir vııı

seni gülüşü gül olup da açan kız
uzandığım her kapıda yüzümü saran esinti
seni, yürüyüşü yağmur, kokusu nergis
seni, turuncu düş, seni deniz mavisi…

eksik kalmış tek sözcüğü uzun bir şiirin
bir dalın açmamış o son tomurcuğu
yüreğime selamsız sabahsız girdiğin
belli, geçerek o dikensiz yolu

seni, yaz günleri topraktan tüten buğu
o bir anlık, bir solukluk yağmurlardan sonra
seni, sevincin yangını, acının külü
gittin artık, bu şiirler kaldı bana

gittin artık, ardında mavi bir tütsü
saçarak, geniş ufuklarından sonsuzluğun
ey kara sevdalarımın göçmen kuşu
diyemem istesem de, seni unuttum…

şiir ıx

gene şiirlere dönmeliyim, dargın ve uzak
bir gülüşü parçalayarak içimde
yaşamım hep böyle sürüp gidecek
karşılıksız soruların bildik seyrinde

gene şiirlere dönmeliyim, yenilmiş
binlerce kez taşlanmış bir adam olarak
şiirde kazanan aşkta yitirirmiş
zar tutanlar gülebilirmiş ancak

gene şiirlere dönmeliyim, öyle kırgın
öyle yalnızım ki, sığmıyorum sözcüklere
gene şiirlere, şiirlere sevgilim
burgaçlar yaratarak yorgun beynimde…

şiir x

yazıya dökülmemiş masallar, saza vurulmamış türküler gibisin içimde
unutulmaya yakın, bir köşede saklanan
uyanılmış düşler gibisin gecenin bir yerinde
sabah olunca kopuk kopuk anımsanan

yüreğime oyalar işledi sevdan, turuncu, mavi
ipekten portakallar, deniz köpükleri, ama
bütün turuncular donuk kırmızıya
ve bütün maviler mora dönüşüyor şimdi..

şiir xı

yardım et bana, çıkayım bu uçurumdan
biraz da senin ellerinle kurtulur dünya
sen beni seversen çocuklar büyür
karşılık bularak bütün sorularına

yardım et bana, çok acı çekiyorum
bu şiir her sözcüğüyle bir yara bende
nasıl ki, yayından fırlayan ok
yatağına gerisin geri dönerse

sensin, sevgilimsin, beni bilirsin
usandım artık dünyayı sorgulamaktan
yardım et bana, kendimle barışayım
kanıtlar devşirerek taştan, topraktan..

şiir xıı

şair, sevmedi seni o esmer çiçek
bu sevdada konuşacak şimdi ne kaldı?
o havva ki, adem’i kaburga kemiğinden
bir kez olsun yaratmadı

şair, sevmedi seni o esmer çiçek
bedeni bir taş gibi gömülse de sularına
boğuldu bütün denizlerinde, bunaldı
ve birdenbire çekip gitti sonra

şair, sevmedi seni o esmer çiçek
o aykırı düşlerin senin, soruların gelini
yitirdi rengini, yadsıdı anlamını artık
hep kendine bakan bir ayna gibi..

şiir xııı

burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde?
başlar; ya da başlar mı bilmem?
kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu
yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?

burada bitiyor bir sevda, ele avuca
sığmayan kederle, kimi gülüşler ve bir
o kadar da unutulmaya yatkın anılar
bırakarak geride; belki de birkaç şiir..

sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde
sanki yeniden okur gibi bir romanı
ve gülümser gibi yine aynı şeylere
sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.

burada bitiyor bir sevda, kaldım işte
yine dağlar, uçurumlar arasında bir başıma.
burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi
bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya…

şiir xıv

onun dolaştığı yollara yağmur yağmasın
yıllar sonra bulayım ayak izlerini
onun saçlarını yel savurmasın
dursun kıvrımları öyle, öptüğüm gibi

nasıl unuturum ki gülüşü gül olanı
sevgilimdi, ya da ben öyle sanırdım
o gitti, elimde bir çiçek dağınıklığı
bütün yolların ucunda kalakaldım.

deniz, ona çok sevdiğimi söyle
bir gün gelir de kıyına böyle durursa
sularını kollarım bil, o ak köpüklerinle
onu bir de benim için okşa…

sonu

ben dünyanın yitiği, yaşamın üveyoğluyum
acıyım, acıdan da öte bir şeyim belki

bir kız sevdim gülüşü düşlere akan
benim dışımdaki her yerden gelirdi sesi

burgaçlandı birdenbire gözleri- boğuldum…

Ahmet Erhan

Sona Kalsa

Usul usul konuşuyorlar aralarında
Denize bakıyorlar bazen – çatalını gezdiriyor biri tabağında –
Gölgesi bir kuş ölüsü
Karşıda yeni budanmış ağacın
– Olsa, başlangıçlar sona kalsa –
Kolyesiyle oynuyor kadın – tabağımda soyulmuş elma –

Saatime bakıyorum sık sık
Kapıyı gözlüyorum arada
Biraz soğuk mu geliyor ne – kapatır mısın –
Sinirli bir kırmızılık suya batıyor
Düşünüyorum, ansızın bir dost yüzü
Görmemiştim de yıllarca.

Gelse
Değişmiş çok, yaşlanmış da
Sigaramı yakıyor durmadan
İstemem diyemiyorum – ama yakmasa –
Konuşuyoruz -konuşuyor muyuz –
Yazmayı bırakmış çoktan
Gerçi bir roman taslağı varmış kafasında
“Bir elimde elma elmada bir el”
Diyorum
Hayretle bakıyor yüzüme
Bir bardak bira içiyor, çekip gidiyor az sonra.

Kadranı kırmızı saat
Plasterle tutturulmuş kırık cam
Şurda burda plastik çiçekler
Evet, aralık kapıdan soğuk geliyor
Tam kalbimin üzerine bu akşam.

Ölüm
Sen en güzelsin bu saatlerde
Büyütmüş yetiştirmişsin beni
Söyler miyim hiç sana hayran olmasam.
Bugün de ince, bugün de kırıldı kırılacak
Bugün de
Tam nerede kalmışsam.

Edip Cansever

Günler Perişan

yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde hayat
hem acıya, hem acıya benzer
gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını
bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirse de bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünki ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran şey
acıya saran
umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem
var kalbim: yaşayan ben
hayatla ölümle cinayetle
gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde
eski prof hocalarla
yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlunda elbet yurtseverden
birgün bırakırda sizi yüzüstü
yüzüstü değil: elbette bizüstü
bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedim annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan

işte bir bir kırıyorlar dalıylan
yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini
çünki biliyorlar vakit dar
oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç
hayatı pekiştiren kökümüz var
dünyayı emeğe kazandırmak için
hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren
kanağacına sözümüz mü var

biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar
birgün döneriz elbet
acısız, adsız

ölümsuyu sürünün
sürünün ölümsuyu
bir ölü bir dirinin kanıdır
besler hayatsuyu

şuramızda, tam şuramızda
tarihe nasıl anlatsam

ey anneleri korkutan
bizi yaşatan kan

günler perişan

Arkadaş Z. Özger

Fotoğraf

durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk

adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun ellerini tutmuş

adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

kadın güzel
güzel anılar gibi güzel

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya

Sen ve Ben

sen ve ben, gökyüzü soluk, kahverengiye kesmişken,
bulutlar toparlanırken hışımla boğum boğum,
yağmur, baharı açmamış fundalığa damla damla düşerken,
aldırış etmeden fırtınaya, gök gürültüsüne, dolaşacağız birlikte,
ve bakışacağız birbirimizle – sen ve ben..

sen ve ben, günahkar bulutlar boşalırken inatla,
yıldırımların uçurum yükseklerine doyasıya;
geçerken burçların üzerinden fırtına hızıyla,
cehennemi ışık saçan cennetten düşen nefret topları,
gülümseyeceğiz birbirimize – sen ve ben..

sen ve ben, nefret topları yağarken,
yararken havayı evrenin vahşi çığlıkları,
ölümün çağırdığı yerden, karanlığın içinden,
gecenin yorduğu yerden gölgelerin içinden,
arayıp bulacağız gözlerimizdeki ışıltıyı..

sen ve ben, karanlık sular,
hırpalar ve boğarken bizi,
cehennem kızının kahkahaları,
ve katliamın tam ortasında,
duyacağız birbirimizi ve ölüm’ü göreceğiz..

sen ve ben, ölen kurşuni geceyle,
şafağın ilk ışıkları uçuşurken doğuda,
baygın, yeni, oracıkta,
katılaşmış kan pıhtılarının arasında,
mecalsiz uzanacak kollarımız, sen ve ben..

sen ve ben, soğuk soluk ışıklar,
öylece kalmış ölü bedenlerimizi deşerken,
kurtulmuş olacağız o bitmek bilmez işkenceden,
ölü dudaklarımız sonsuza dek,
birbirini bulurken, sen ve ben..

sen ve ben, geçip giden yıllar,
geride bırakırken bizi ölüp gidenlerle,
gübre olacağız çürümüş kemiklerimizle,
gelecek aşklara,
son hoşçakal öpücüğünün çiyi hala dudaklarımızda.

Voltairine de Cleyre

Kolay Değildi

işte böyle böyle, sizi unuttum
başka kadınlar denedim anlatmaya değmez
başka avlularda başka biçimlerde dikildim

gözlerim, uzağı pek seçemez
başka uzakları başka başka düşledim
fena değildi ve
sayılmaz

işte böyle böyle sizi unuttum
kadınlar denedi beni sizden mi saklıcam
başka gecelerde
başka otobüsler kaçırdım

böyle böyle işte, sizi unuttum
başka kadınlar da terk etti beni laf aramızda
başka kapıları başka sözlerle çarptılar suratıma

gözlerim, uzağı pek seçemez -hâlâ mı, hâlâ-

Bilâl Kolbüken

Cehennemde Bir Mevsim

Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne
bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların
döküldüğü bir şölendi.
Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik
edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de.
Bayrak açtım adalete karşı.
Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey
bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım
üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken
mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,
boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı
bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop
kaldırdım çılgınlığı.
Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.
Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak
üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak
geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.
Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir
düşteymişim.
“Sen canavar kalacaksın…” falan filan… atıp
tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.
“Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle
bağışlanmaz günahın.”

Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha
bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda
kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir,
öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için
kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları.

Arthur Rimbaud
Çeviri:İlhan Berk(

Yenilmişler İçin İkinci Parça

peki beni kim intihar etti
kim tedavülden kaldırdı böyle erken
inlerken görülmem hoşlarına gitmedi mi
bir içevurum fazla mı geldi bu sığlıkta
nasıl da dijital şimdi yakınlıklar
parlak kanatlarıyla gökyüzüne kaybolurken anka
kimse tanrıyım demesin, hepimiz sarhoş kaldık
varedene duyulan hasret gibi yoksul anda
nerde şimdi Burgonya Beyleri, Kara Şövalye
gölgeye dokunanlar nerde
böyle erken mi kesilecekti sözüm, tam da burada
ciltler dağıldı, dağıldı olmayan ne varsa
güzel sözcüklerim, Mallarme’m, Yahya’m nerde
beni de beni de beni de… intihar ettiler
dosya kapandı katilim nerde.

Orhan Alkaya

Beni Sade Sen Sevdin

Eşyamda izin ayağımda tozun var mı diye sorarsan
Sana can çekişe çekişe değişen eşyayı haber veririm
Ayağımın tozunu silktim eşyamı karıncaya yükledim
Kırık yayda kalıveren ok gibi kaldım amma
Hiç korkmadım seni sukût-ı hayâle uğratmadım

Sen hâtim ol ben yarım sen hâtem vur ben dargın sen hatır kır
Ben uzun uzadıya kendimi açıklayayım ki bilinsin nasıl bir zulmetteyim
Bilinsin bu evren duanla her gün en baştan nasıl yaratılır
Boş bir sadak gibi kaldım amma zaten nehirler çekilmiş kurumuş göller
Aramızda deniz vardır (…) bana kalan sade sabır sade sabır…

Ben bu kırık izzet-i nefisle çok uzağa gitmem biliyorum
Bende ramak kalmıştır her şeye hasmane tertiplere ölmeye ramak kalmış
Flamasında ölüm işaretleriyle bir kuru benliğim kalmış
Kesilmemiş kartalmış bir adak gibi kaldım amma katılaşmadım
Hatırla sana ve kendime hep inandım, işte ordayım

İmanını tazeledin her cürmümden kalbimden sızan acıdan
Korkarak belirsiz bırakarak dokunmayarak beni sevdin
Tanrı hakkı için sevdin ebedî dostunu bildim, buydu seni avutacak
Hem gerçek hem yalan olan, işte bak bu açık seçikti aramızda
Seni affetmedim sana teslim gönlümü esirgedim bağışladım

Sen sendelediğinde inancımın ilk perdesi yırtıldı
Dediler ki suya götürür susuz getirir adamı
Dediler ki bîvefadır boşuna çınlamasın kulağın
Bense bir kez kerametine iman etmiştim divitin ve hokkanın
Gene de tuz basmadım zaafına seni hasletimden azadladım

Ateşi keselim kesilebilir değilse de, nâmı var ateşkesin
Bu ateşin nârında yanacak sözlükler ve kuralları simyanın
Birkaç sayfa kurtaralım kekeme kalsak bile isimsiz mektuplar için
Şartsız ve müdânâsız bir mütareke imzaladım amma
Kerem ettim sana seni hiç aklımdan çıkarmadım

Şimdi burada her şey pırıl pırıl aydınlık ve her saat gündüz
Duvarlarda masalarda kulelerde duranlar bile on ikiye vurmuş
Dünyanın her yerinde kalbimin rehberliğinde bir çocuk doğmuş
Her çocuğa adın konmuş akrep durmuş on ikide işlememiş saniye
Bu aşkın aşkı kaldı bende onursa hiçtir terazi kefesinde.

Hayriye Ünal