Bir Kadını Astım

                                             “fayton” şairine

bir kadını astım, sonra oturup altında ağladım

döküldü solukları ipin gerginliğinden
ikindiyle akşam arasındaki çizgide kaldım

cezayir menekşesi taşıyan bir fayton: ayrılık
bundan sonrası yükselmek sönmüş yıldızlar katına
bir kadına verdim ruhumu: katledilmiş akşamda

ayrılık: cezayir menekşesi taşıyan bir fayton
onunki intihar karasıydı benimki cinayet kırmızısı
tek tek saydım soluklarını akşamla ikindi arasında:
aşkın nedensiz bir cinayete eklenen sızısı

kandırdım kendimi, nasıl mı? yalnızlık ettim
yaptım bir hata: yalnızlığımı çıplaklıkla giydirdim
aşk zehirdir, dedim: cezayir menekşesinin kanında

bir ağıt söyledim kadına, ölüme ve tekbaşınalığa
ipi, ağacı, kadını ve akşamı kendim seçtim

bir kadını astım, sonra oturup ağladım altında

Baki Ayhan T.

Kılıç Artığı Poe-tik-ler

I
Masallarımız aynı düşlerimiz bir
Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz
Kentin en uzak köşeleri
Hüznün ele verecek seni
Öyle mahzun bakma çocuk
“Devletin ve milletin bekası” zedelenir

Orda aşka yardım ve yataklıktan
Sabıkalıdır şiir

II
Acı ata yadigârıdır
Bin yıllık bir tarihi var
Beni bana kırdırır
Kehribar bir tespih gibi
Çek çek bitmez
Kimi zaman yaşayıp yaşamamak
Birbirine eşittir

Orda zembereksiz bir saat
Kırık bir keman gibidir şiir

III
Hüznü bir bohça gibi vurup sırtına
Söyle hangi acısıydın viran evlerin
Kanlı bir mendil kaldı geride
Serin bir su yavru bir kuş gibiydi
Meçhulümüzdür nasıl bir ölüme gelin gittiği

O mendilin kokusunda
Kanın dördüncü halidir şiir

IV
Maskeler atılmış roller ve replikler
Derin bir uykuya dalmıştır
Bir şarkıda ağlarken
Bir çiçeği sularken
Onlarla konuşur görürsem seni

Demektir
Şiir yeni çığlıklara hazırlıyor kendini

V
Hepsi de yaralı bir cerenin resmidir
Açılırsa bir sayfası unutulmuş defterin
Orda herkes kendi payına düşen
Bir yangınla karşılaşacak
Ve görülecek
Kaç kadın ezilmiş ayak altında
O canavar evlerin

De ki
O defterin dipnotlarıdır düşünde düş görür şiir

VI
Piyasa şartları nedir
İstatistik yasaları ne söyler bilmem ama
Bir avuntu bulunur her zaman
Peşin fiyatına taksitle
Biraz etik estetik
Biraz kolesterol biraz turnusol
Vazife ulufe biraz felsefe
Bunca havar hiç rayting yapmıyor demek
Vatanperver bir münevver olarak
Sizin bu konuda bakışınız kaç amper

Belki de
Turnusolün sudaki rengidir şiir

VII
Daha yirmi dört saat
Hayati tehlikesi var diyor doktor
Durmadan morfin yapıyorlar
Kurtulsa da izi kalırmış
Yüreğini ezmiş aklının paletleri

Bir saatin tik-taklarıdır orda
Beşinci mevsimin adıdır şiir

VIII
Biz mi taşırız aşkları
Aşklar mı bizi
Şimdi hangi kentte
Yağdığını unuttuğum bir yağmur
Ertelenmiş bir aşkın saçlarını yıkıyor

O günden beri
Öznesi yaralıdır şiirin

IX
Orda yıldızlar daha parlaktır
Aynalar daha ayna
Yaşamaya başladığın an
Biraz daha koyulaşır ağaçların yeşili

Orası
Şiirin kendini göndere çektiği yerdir

X
Sensiz paslı bir çivi gibi duruyorum
Bir duvarın yüzünde
Ateşe ve rüzgâra dair bir dize kuşan
Bu geceyi teslim al
Bir selam uçur bana
Hâlâ bir sabah serinliği ise adresim

İnsana dair her çığlık
De ki şiirdir biraz

A. Hicri İzgören

Uzun Bir

Uzun bir yola benziyor aşkımız, kıyısında
biri durgun biri çalkantılı iki deniz
uzun bir yola benziyor aşkımız, esasında
yol alsak da yolcu falan değiliz

Öylece oturuyoruz ayın altında
yol akıyor, ağaçlar esiyor, biz bakıyoruz
öylece oturuyoruz, güneş şimdi tahtında
bakıyorum eylüldü, bakıyorsun temmuz

Her birini bir yerlerden tanıyoruz
kuşkucu neşe, sabırlı kasvet ve acımız
her birini bizden biri sanıyoruz
ayrılmak ev sahibi, kavuşmak kiracımız

Biri arada bir uğrar, diğeri ayrılmaz evimizden
kimseyi suçladığım yok, onları biz çağırmıştık
biri arada bir uğrar, biri ayrılmaz peşimizden
bırakalım gitsinler ya da bıraksınlar gidelim artık.

Adnan Satıcı

Aşk ve Katil

uzaklık avutur
ve sessizlik başlar acıtmaya

ihanet, ayrılığa borçlanmaktır
bilinmez, kimden akar en çok kan orda

her aşk bir gün, kendi katilini bulur
silah çeker biri, öteki ortak olur suça

mecalim yok yeni cinayetlere, körelmiş maharetim
bir kurbanım var ki, öldüm ölesi bende yaşar

şifrelerimi çözdüm, buydu son ustalığım
gönlüm dehlizinde beni boş yere arar

bütün yalanlarımı buruşturdu vicdanım
benden eksilen hakikat, fazlaymış artık hayata

tek mülküm kaderimdi, vedalaştım
unutulur emanette zaten, ruhum da

görgü tanıkları, posta güvercinleri, akbabalar
aşk çekişen biri var olay yerinde, belki o aklar

kundakladım gövdemi, enkazdan ibaretti o da
parola sordu birbirine dağılmış parçalarım
yüzüme sürmek için sakil gözler aradım

iyice sürttüm çehremi toprağa,
rengim atsın, aşınsın harflerim
bir parem düşman olsun kırkına

ücramla çarpıştım yetmedi
omuzbaşımla barıştım dinmedi
kapattım sesimi, ışığımı söndürdüm
yaktım, benden kalan ne varsa

küllerimi bulduğum bu kuytu köşede
bu hava kabarcığı altında

gördüm:

beni uzaklık avutmuş
sessizlik acıtmış seni

Akif Kurtuluş

Hem Yaralı Hem Yakını Bir Yaralının

Hem yaralı hem yakını bir yaralının
kırıldı kuş sesinden direkleri dünyanın, kaldım eşikte sübyan
kaldım cümle ovayla temmuzun köklerinde, yaşlanmış ağaçlara dert oldum.
Kimi görsem dedim işte burdayım, iki ince boynumun arasında
kimi görsem dilim buruk, kelimeler ölümlü, sesim anadan üryan.

Yürüdüm benle birlik ağır bir halk yürüdü
suya baktı ağırdı, güze düştü ağırdı, yola vurdu ağırdı.
Bir sabah dünya boşken kalkıp sordum kendime: neyin var taşınacak?
şu kırık dal sesinden, şu tökezleyen ırmak gürültüsünden başka
neyin var sen gidince aklı sende kalacak!

Şehirden Erzurum kitaplardan Krişna
üzerime uzattım gerneştikçe yorgun düşen evleri, hiç yaşlanmadı akşam
hiç yaşlanmadı bana bütün ana dillerden kar toplayan çocuklar.
Kurutulup saklanmış bir hayatım yok diye beni boşladı kışlak
indim aşağılara, ilk seferde dürülmüş sancak gibi açık kaldı maceram.

Hangi kavşakta dursam çatallı bir acıyım.
dağınık bir toy yeri, emanet bir elbise, bir ince kopuz sesi.
Yok yerlere yön oldum; her hayrata okuttum bu şaşkın kitabeyi
ki çözülsün insanların insanlara dokunduğu sınırda neden ellerim çolak
ve neden baktığımda büyüyor ölü balık gözleri.

Yurtsuz Marek* beni çiz benden başka göçmen yok
boştu varlığın evi iki ince boynumla salındım ortalıkta.
Bak nasıl da oturuyor üstüme sararmış otlakların uzaktan görünüşü
trampetler çalınca toz kalkan bir kasaba gibi duruyor yüzüm
soyuldu her bir yanım günlere yapışmaktan, hâlâ sütten kesilmedi bu yara.

*Marek Brzozowski. Göç temasını işleyen Polonyalı bir ressam.

Ali Ayçil

Kuyu

bu sıkıntılı geceden bir şey mi umuyorsun
sıcak su gibi sarmış çevreni
yıldızlı bir kuyuya düşmüşsün
ya da içinde yıldızlı bir kuyu var

gömleğinin düğmelerini çözmüş
ağzında sulu yaz meyvelerinin ballı tadı
terlemiş göbeğini yaz rehavetiyle sıvazlıyorsun

kalbin pırıltılı bir cevher değil senin
ah! kalbin morarmış vesvese içinde
duru ruhun miskin ve de çamur

her akşam çay bahçelerinde
avuntusuz denizin seyrine dalıyorsun
çayı değil denizi karıştırıyorsun

yalnızlığın tadı pek acı
lanetlenmiş bir kuyunun içinde boğuyor seni
aklı kör ve fikri şaşmış bir adam
pervane dönüyor beyni oyun yapıyor ona
ışığın aldatıcılığı gibi
sürüklenmiş bir sandığın içinden
hiç görmediği şeyler çıkıyor sanki

insanların gözleri ona köpekbalığı
güçlerini hissediyorum onların
güç bir elmastır
parıltısı insanları körleştirirken
köleleştiriyor bir yandan

ben de gücümü kınında saklanmış
bir kılıç gibi tutuyorum kalbimde
düşmanımı seçemiyorum pusudadır belki
kim bilir belki sevgili suretinde gözükür
kirpikleri kanıma batmış
belki de eşyanın içinde gizlidir
kim bilir bir diktatörün
altın kaplama dişidir

Ey Tanrım!
bir düşman mı arzuluyorum yoksa
kurulmuş bir saat gibi gergin
şüphelenip her şeyde görüyorum onu

sadece kutsal toprağımın
yeşil başakları içinde
kılıcımı saplamak istiyorum

Mustafa Atabay

Fenafillah

Ruh-i nalanıma girdin yine sen
Yine ettin beni vakf-ı şiven
Çırpınıp inleyerek her gece ben
Ölürüm her gece sensizlikten
Yükselir ahlarım, Allah’a
Nigar Hanım

Bir Daha Söyle

Yegane sevdiğin âlemde ben miyim şimdi?
Sahih ben miyim artık muhatab-ı aşkın?
Bütün o hiss-i amik-i fuad-ı pür şevkin
O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi
Benim mi şahsıma mahsur? Bir daha söyle.
O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gâmın
Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle.
Tahassüsatını, efkarını bütün söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim, elemin
Eden nedir seni rencud, bir daha söyle.

Nigar Hanım

Derdimi ummâna döktüm

Derdimi ummâna döktüm âsûmâna inledim
Yâre de, ağyâre de hâl’i derûnum söyledim
Aşinâ yok derdime, ben söyledim, ben dinledim
Gözlerim yollarda kaldı, gelmedin, çok bekledim

Süleyman Nazif

Kendine Benim İçin Bir Gül Ver

(Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir;
sesi ses, sessizliği sensizlik bilir.)

Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut!
Çok ağrımış kendinin, siyah
ve ayaz kendinin.
Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver…

Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş,
teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş;
dağlar için, sular için bana bir gül ver.
Bir gül ver söküldüğüm günler için
-ve önce kendinin ellerinden tut.-

Kendimin ellerinden tutunca,
içimden nehirler gibi akmak geliyor;
yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor.
Geberesiye içip salaş meyhanelerde,
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor.

Tutunca kendimin ellerinden,
pusulasız gemilerde yatmak;
yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda
sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor.

Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden,
ömrümün içinden akmak geliyor…

(Sessizlik sensizliği ezbere bilir;
sensizlik her şeyi bilir…)

Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut;
sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin
ellerinden…

Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş,
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş;
dağlar için, sular için bana bir gül ver.
Avuttuğum düşler için bana bir gül.
Bir
gül
pusulasız gemiler, sökülmüş günler için…

(Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım;
sen kendinin ellerinden tut
ve kendine benim için bir gül ver.)

Kendine
bir
gül(ü) ver

Yılmaz Odabaşı