Seni Öpsem

seni öpsem, gülse bir halk
seni öpsem, yoksulluk
utansa verdiği acılardan
kırılsa her türlü korkunun kanadı.

seni öpsem, silinse
alın çizgilerinden gam
yürek kuytularından akşam.
bir sonsuz yağmur yağsa
aşkın kardeş bulutlarından
aynı mutlulukla ıslansa dünya.
ayrılığa kapanmasa kapılar
odalar üzgün durmasa.

seni öpsem, buğulanmasa gözlerin
gülse yaz günleri gibi
insanların gölgeli yüzleri.
kar yağmasa dar yoluna
kardeşimi koynunda saklamış dağların
çıkıp gelse alanlardan
anılardan, duvarlardan
o gencecik ermişler.
işısa yeniden annelerin yüreği
çocuklar çoğalsa sevinçten
çözülse babaların kaşlarındaki bulut.

seni öpsem, boğulsa
açtığı acının çukurunda
yüzü kışlar kadar soğuk
o bilinçli kötülük
arınsa ömrümüzün kiri, kederi…
donup kalmasa dudaklarımda
bir suç gibi öpüşün
bencilliği andıran o buruk tadı
mutluluk dokunmasa çoğul yanıma.

seni öpsem ve dünya
kurulsa yeniden
sevgi kadar yumuşak, zengin ve ak

Şükrü Erbaş

Layya – bir

bir

karanlıklarda
çok az kalmışsa zaman
aşk için konuşmaya
kaybolup gitmişse canan
ve vakit yoksa ağlamaya

onun aranan bakışlarından
şiirlere can damarıma kan
gibi bir alev dolanmıyorsa
ben bu karanlıklarda
susmaya dayanamam

ırmak olmuş bakışlar akıyor akıyor
böyle duramam
aşk yarılmak üzere bir gökyüzüdür şimdi
ki varolmak adına
kanıyor kanıyor
artık susamam

ilk sezgi ilk rüya ilk kelimeler
ben tutkunu oldum hıçkırıkların
konuşan ve susan o inlemeler
akar denizine tüm çığlıkların
gül ay ilk sevgiler ve bilmemeler

fakülte önünde bir rüzgar esse
ne faytonlar geçer ne çocukluğum
çırpınan halimi bilmiyor kimse
yanağımda deniz ayağımda kum
boğuldum boğuldum artık gülümse

gülümse gülümse gülden yumuşak
bir deniz gözlerin uçsuz bucaksız
olsa da ufukta kanlı bir şafak
gel anla bu aşkı mavi gözlü kız
gülümse gülümse ateşten sıcak

ürperir tüm dünya ağlar çocuklar
aşk yanar dayanmaz yakar baharı
sendedir mevsimler rüzgâr sonbahar
altın saçlarında renklerin sırrı
ürperir göz kırpar beyaz bulutlar

lambalar sönüyor yağmur yağacak
artık bir kelebek intihar eder
söyleyin layyaya neler olacak
yüzümü yalayan mesut kediler
lambalar söndükçe artıyor sağnak

atma çiçekleri küller üstüne
dağlarda bir nevruz olup ağlama
çocuklar oynuyor bak döne döne
inceden bir sızı düşmüş yarama
atma çiçekleri seller üstüne

yağmur çağırıyor o toprak damlar
yağmur çağırıyor o müthiş mavi
gölgeyle savaşan çirkin adamlar
öpüyor durmadan bir küçük devi
yağmur çağırıyor buğulu camlar

ben bu şehre artık veda edemem
açmışsa gül olup göğsünde ölüm
bu aşkı bu halle sana diyemem
yürüyen dehşeti ben öldürürüm
sen aşkın annesi sen çılgın matem

bir dünya uzuyor boş odalarda
sönmüşse yıldızlar ne arıyorum
çığlıklar canverir gece ardarda
sana ben sislerden yalvarıyorum
ben yeryüzünde ben sevdalarda

kül edip bırakma yanan başımı
bir hal gelir sonra ben yaşayamam
gel bir ses boğmadan şu genç yaşımı
tükenir sözcükler süreler tamam
bir resim eylersin ağlayışımı

sönüyor gözlerim boş odalarda
yalnızım boşluğu yumrukluyorum
aşk ve ten bir yalan aşka dalar da
sonra ölür diye çok korkuyorum
gezginler koşuyor tüm adalarda

sessizdir yeryüzü ve koşar cinler
dünyanın cebinde bir delikanlı
ses verir geceye ve şehri dinler
uyur gencecik kız gözleri kanlı
etsek de biz aşka nice yeminler

ey görkemli kusmuk üniversitem
kara kitaplara damlıyor kanlar
sevda perde perde bir yüce matem
biz bir evren gizi bizi kim anlar
layyada çığlıklar ve bende sitem

ıslakmış gözleri sevmişim diye
nazlanır kahkaha atarmış sonra
bir bulut etseydim ona hediye
göklere karışır yatarmış sonra
tutarmış saçını ibrişim diye

tutarmış ırmağı ve gözyaşımı
onun düşlerinde olup bitenler
getirse yağmurdan arkadaşımı
karışır yağmura karanlık tenler
yeryüzü dizinden atar başımı

tenimde ceylanlar bir yarış gece
gözleri gözleri layyanın deniz
geçiyor ruhumdan eşsiz bilmece
ağlamak ki uçsuz bucaksız bir iz
giriyor trenler son dönemece

dünya tren tren akar yollardan
bir adam savrulup gurbet oluyor
anneler bakıyor tüm balkonlardan
ve annem eriyip hasret oluyor
layya dönüp dönüp bakar yollardan

gözler ıslak gözler ceylan ak gözler
turnalar yağmura kapanır şimdi
akıyor akıyor bir ırmak gözler
çarpar da ruhuma utanır şimdi
ölünce toprağa akacak gözler

zakkum çiçekleri kurşuna dönmüş
titriyor arzuyla kızın elleri
kalbimde içiçe çöller bölünmüş
bir rüzgâr tutuyor bütün selleri
rüyalar karanlık lambalar sönmüs

evinin içinde ruhum dolaşır
yağmur hafif hafif vurur camlara
her güzel kalbinde bir hançer taşır
ve bir aşk yerleşir loş akşamlara
ruhunun içinde ruhum dolaşır

artık ölüm benim içime konmuş
umut etmem artık öleceğimi
kar yağar dizlerim yatağım donmuş
bilmezdim ürperip güleceğimi
neylersin yüreğim güle dokunmuş

can gülüm hülyalar ve seni sevmek
ve söyliyememek ağlatır beni
konuşma dillerin alevlenecek
kar dolu bir göğe al yatır beni
kar altında aşklar karınca böcek

ışıktan da aydın kaçak bakışın
önüne kendimi koysam duramam
beni bir renk yakar kumral sarışın
güneşin sırrını böyle bulamam
ışıktan kapısı sonsuz bir kışın

ve suskun aşkların gözbebekleri
içiçe gölgeler tanrı ve kadın
öpüyor bir kara sevdalı yeri
ben yalan bir varlık sen bir rüyaydın
uçurdun ruhunda kelebekleri

merhamet pınarı dağda bir peri
bir masal içinde unutulmuştur
ben seni sevdiğim o günden beri
kalbim mahkum gibi ve tutulmuştur
kalbine ki kalbin sevgi mahşeri

gönüle işkence bir azap taşı
bir mendil bırakıp ve gidiyorsun
sigara ve küller aşk haritası
bırak boş hedefe katiller vursun
karanlık karanlık bir aşk hatası

şehir bunalıyor intihar kadar
gözlerin yok gibi dönmüş kurbana
kim kime ve nasıl canını adar
dilin mi tutuldu kalk anlat bana
ruhunda ruhumu uçuran rüzgar

anlasana gece kara dert kara
bembeyaz bir kader ve sessiz günah
kalbimi açtım ben sert rüzgarlara
yenik isyanlara parça parça ah
anlasana gece yara aşk yara

koşup peşinden ben nefes nefese
yıllar yılı seni arayacağım
kavuşsam sonunda büyük hevese
sevinçten diz çöküp ağlayacağım
el edip sırrımı soran herkese

düş gördüm sen yoktun çok uzaklarda
yusuf ile kenan görünüyordu
bir çocuğun gözü ak bayraklarda
durmadan züleyha ölmez diyordu
sen kendi göğünde ben sokaklarda

boynu bükük bükük açıyor şafak
günler zor geçiyor viranelerde
ben daha ölmeden şu evrene bak
yakma ellerini al perdelerde
herkes pişman herkes deli olacak

şafaklara vurur körpe çağrılar
çoğalır sancısı dudaklarımın
bir sırrı yakar bu yolunan saçlar
inler arasında parmaklarımın
şafaklara vurur sessiz ağrılar

gecelerde mini kediler uyur
sessiz sessiz ağlar küçük bebekler
layya bu şiiri dünyaya duyur
yine de sırrımı bilmeyecekler
bir sofra kur göğe aşkını doyur

o güzel kalbini nasıl vururum
sürgünden sürgüne atsa da beni
layya seni anar anar dururum
gemiler arzuyla açar yelkeni
korkular çağırır hain gururum

bir gemi yelkeni kanlara açar
ben sürgün anları anıp ağlarım
kurtlar gezer dağda kuzular kaçar
kalbimi elime alıp dağlarım
ne gökler alçalır ne kuşlar uçar

içimde bir hiç var inanmadığım
savaştan savaşa gelirmiş veba
bir neşe içinde ben bir çığlığım
dost kardeş sevgili anne ve baba
ne kaldı dünyada tanımadığım

bir mavi ışığın elleri değmiş
dışımda içimde hep çizgi çizgi
ve layyam başını önüne eğmiş
tutturmuş kendince bir garip ezgi
rüyası göklerden düşen bir çığmış

mahzun boş ellerim ah gülüm layya
gözlerim gerçek mi yeşil gözlerim
bir daha dönmedi bülbülüm layya
ondandır yanıyor karda dizlerim
yanıyor her yerim ah gülüm layya

şaşkın şaşkın düşen kara bakma sen
uzanır göklerin kaderi bize
dönüşsüz yollarda gidip bekleşen
verirler söylenmez haberi bize
ruhunu bırakıp böyle çıkma sen

gölgesi dünyanın nerelerdedir
geceden geceye dönermiş geri
aşktan mı hülyama serilen sedir
döner durur aşkla göğün dipleri
ve uzaklar döne döne delirtir

ey dudaklarımda zamanın pası
çıldırma belası gibi aramak
kana boyanan bir gelin yazması
ağıtlar içinde ölüme durmak
ölümler ölümler hiçliğin yası

cennet ve cehennem ve gülüm suna
incecik ruhumun şarkısı ağır
yer ve gök yer ve gök dönmüş efsuna
bin kapı ardından bir melek çağır
ve çağır cinleri aşk uykusuna

çağır gelsin hayat sonra intikam
sevdalar düşümün salıncağında
aşklar yarım yarım garip bir akşam
kederden bir nehir varlık dağında
gelsin gözyaşlarım gelsin ihtişam

dışarda insanlar vahşi ve yamyam
ve aşklar değişmiş aşklar kudurmuş
içerde bu garip bu yalnız babam
bir geyik postunda kıyama durmuş
belki sevmem daha belki uyanmam

onlar ki dünyanın gariplikleri
bu yoksul dünyada ben onlardanım
onlar ki sevdanın son iplikleri
bir rüya uğrunda yananlardanım
yanmak ki dünyanın delilikleri

ufukta bir şehir ve gülüm layya
elleri elleri asılı göğe
sırtımda bir hançer bir ölüm layya
gel çıkar dönmeden kanlı çiçeğe
bak kendini boğan bir gölum layya

istanbul ve bursa arası yollar
gözlerin yolları aşıyor gibi
ve ölüm aşkına açılan kollar
kolların içinde yaşıyor gibi
kalbimle kalbinin yarası yollar

ezmeden ezmeden kaldırımları
bu şehrin kalbini diri isterim
bir kurşun çağırır tüm rüyaları
ben o an en güzel yeri isterim
denizi masmavi kuşları sarı

nisan yağmurları ne zaman gelir
kurak aşkımıza bir pınar gibi
bizi anneler ve çocuklar bilir
ne zaman görünür denizin dibi
denizi ne zaman bırakır nehir

gözlerini layya yukarı çevir
birşey sallanıyor uçsuz bucaksız
umutlar devrilir aşklar devrilir
yaz biter mevsim kış ağaç yapraksız
beyaz pencereden karanlık gelir

delilik ve cinnet içinde suna
toprağa bir tohum bırakıyorum
ağıtlar düşüyor dudaklarına
ben uzanıp göğe gül takıyorum
yakacak günüm yok artık yarına

ölümün alnından öpmek için mi
bu telaş bu koşu boş anonslara
ve hülya kurmayı bilmek için mi
sinema bileti son seanslara
hayatı hayata bölmek için mi

gökler ki yerlerde arar yıldızı
gündüzden de ışık gece tüm yollar
ey şehrin kaybolmuş efsane kızı
gökler seni anar sabaha kadar
gökler ki ruhunda sarar yıldızı

dondurma yiyen kız hani dondurman
dindirir mi artık ızdırabını
boşuna düşleri hep hayra yorman
rüzgârlar dolanır arar rabbini
bir eşarp bir yıldız ateş ve orman

küskün bir hatıra bir alkış layya
ben ki şehir şehir arar dururum
toprağa karışan yakarış layya
seni şiir şiir arar bulurum
titriyor istanbul bu son kış layya

karanlık yalnızlık içre karanlık
bakışın geceme damlarken benim
sonra kalabalık sonra ıssızlık
ruhunda ruhumu ararken benim
kara kara akan deli yalnızlık

bir gelin rüyası ateşten duvak
içinde aklıma sen geliyorsun
az sonra geceden resmin çıkacak
yaptığım resimde hıçkırıyorsun
sende bir deniz var beni boğacak

aşk nedir aşk nedir diye sorana
bir mahşer içinde yalnızlık dedim
sevda ateş gibi girince kana
uğuldayan şehre ıssızlık dedim
yıkadım andımı geldim kapına

gökyüzü uzakta değilse seni
fırat köPage Rankingüsüne götüreceğim
bulmak için gelen kara treni
her gece bir türkü bekleyeceğim
tanrıdan esinti yağmurdan ninni

bir gelin rüyası bir yalın duvak
içinde aklıma sen geliyorsun
sende bir deniz var beni boğacak
bir gülüşün kalmış bir düş olmuşsun
herşey çığlık çığlık herşey yalnayak

kapılar kapanmış hıçkırıyorsun
ve maviyi geri istiyor kuşlar
aydınlık aydınlık ama sen yoksun
bir resim yanıyor sonra susuşlar
söyleyin öyleyse beni kim vursun…

Sıtkı Caney

Layya – iki

iki

leylaklar yas tutuyor bu şehrin ötesinde
zindanlarda gül açmış bu gece duyuyorum
kaybolup gitmiş sesim senin tatlı sesinde
bu gece bir kartalı öldürmek istiyorum

rüyamda bir mezarın son defa yanan mumu
ve zakkum ağaçları tırmalıyor ruhumu
sana bu gece benim artık kaybolduğumu
söylenmemiş sözlerle bildirmek istiyorum

kimi uyur ve kimi dansa başlar delice
biri bu dansa bakıp matem tutar gizlice
bense burda yapyalnız tam bu saat bu gece
bu şehri baştanbaşa yürümek istiyorum

gülüm layya istersen hançer daya göğsüme
kimse şahit olmadı sevdaya küstüğüme
gecelerden bu gece bu soğukta üstüme
seni yalnızca seni örtünmek istiyorum

evrende paramparça güzelliğin aynası
kıvrım kıvrım bir sevda uzun bir yılan dansı

ve insanlar hep aşkı inkara hazırlanan
bu inkarla delirip hep bu inkarla yanan

uzaktaysa durmadan yağan doğu karları
dağlarda saklı duran keklik yumurtaları

ve mecnunun çölünde karıncalar böcekler
bulunca o şarkıyı artık ölmeyecekler

ve o şarkı dilimle dilinin arasında
o şarkı kanar durur bir ceylan yarasında

ceylanlar yaylalara mecnun gibi koşarlar
uzanır mecnun mecnun sinemizde şavkırlar

inler durur şarkılar ki o bensiz ben onsuz
bu duygu yakar beni o şarkı kadar sonsuz

sonsuz bir ağıt iner gerçek kara habere
gülüm layya kendini atar harabelere

harabelerde izler silinir sessiz sessiz
ben layyadan uzakta olur muyum habersiz

kara haber tez bulur bekleyen yürekleri
doldurur birileri boşalan tüfekleri

çekilince kurşunlar her ses kendine döner
bir hayat yanar yalnız bütün hayatlar söner

her gece insan kendi kendini yakmakta
ufuklar ağlamakta ve bir tren kalkmakta

bir tren midir yırtan geceyi baştan başa
vurma be gülüm vurma başını taştan taşa

durma gülümse layya bak horozlar ötmekte
bu şiir bitmemekte bu şiir bitmemekte

bak tedirgin ceylanlar aralıyor zamanı
gülüm layya gülüşün yaralıyor zamanı

ve sen benim sunamsın ama ben gidiyorum
çaresiz ellerini kaldırsan da göklere
bu aşkın inancına yeminler ediyorum
ayrılık dua olsun kuşlara böceklere
layya seni bulduğum anda kaybediyorum
ne kadar benziyorsun renkli kelebeklere
doğmamış bebeklere intikam diliyorum

güneşlerin ufkunda tutamayınca seni
aradım hep aradım bir mumun ışığında
ve mumlar alevlerde tüketince gölgeni
kaybettim ben kendimi cinlerle kafdağında
bir mezara gömülen hatıralar treni
saklıyor seni beni bir mahşer toprağında
güneş gibi kendime katamayınca seni

ey uyku zalimliği hızla eriyen zaman
dansediyor yumulan gözlerimde yılanlar
yanakları dünyanın layya senin ağlaman
efsane haber taşır artık baylar bayanlar
savurur şapkasını suya bir yavru ceylan
vurulur ceylan gibi canandan ayrılanlar
vurulur ağlamanın ince parmaklarından

bir yudum çay içerek kahvelerde oturmak
seni düşünmek için bahane olmuş bana
ve doğranan yudumdan tatlı vakitler kurmak
girmiş hırsızlık gibi ruhumun arasına
beni beklermiş deniz akıp gidermiş ırmak
katarmış beni kızlar yurdundaki yasına
bir yudum gökyüzüyle ötelerde oturmak

kalmadı lugatımda bu halin kelimesi
nazlı taze günlerden isyana koşuyorum
bir kız gülümsemesi uzak bir bomba sesi
ben bu müphem dünyada acılarla sarhoşum
olmadı hiç rüyamda bir güvercin kafesi
dünyada olamadı benim bir sai kuşum
kalmadı ceblerimde günlerin kelimesi

layya yenikapıda ruhunu aramasın
aramasın ruhumu çağdaş harabelerde
onu sonsuzluklara bu tek şiirle asın
ceylanlar avcıları düşürsün yine derde
layyalar doğmaz diye anneler ağlamasın
gülümseyecek layya her kızdaki kederde
hayat bende kaybolan huyunu aramasın

ararsa beni layya başlarsa ağlamaya
parlar mı gökkuşağı boynunda mevsim mevsim
koynunda yalnızlığın şehir kapalı aya
tenimin mendilinde dilim dilim bir isim
ben ki minnacık acun güller fışkıran kaya
alıp gitsem ruhumu tanınmasa cesedim
başlarsa ağlamaya ararsa beni layya

ben yeni bir inanca göçerken tek başına
dehşet gözyaşlarıyla bir gece örüyorum
geceler ki yürüyen sınırsızlık taşına
tozlu yollar boyunca hep seni görüyorum
bir cinnet öpüşüyüm çığlığa gözyaşına
bakış ince bir resim durmadan yürüyorum
gök yeni bir intikam biçerken tek başına

alıp dola boynuna kimsesiz odalarda
ta kalbinde kıvranan kıvranan ellerimi
ayrılık ılık evren limansiz adalarda
koşturur şafaklara yalnayak seherimi
güneşini al da gel konuş karanlıklarda
kesmesin şu ellerim burada kaderimi
alıp dola boynuna en sessiz adalarda

yorulmam çilelerden çilelerle uyusam
bir ninni şırıl şırıl yatsam su kenarında
bir evren tütsülenir senden bir nefes duysam
ve yıkanır ölüler bengisu pınarında
kandan ve gözyaşından seni damıtıp yazsam
canlanırsın dünyanın en derin duvarında
yokluğunda öteden gölgelerle uyusam

birgün sona erince bu dünya cehennemi
sen de anlarsın artık aynalar yalan söyler
ölüm erken olmasın çok özledim annemi
o yağmurlu turküyü şimdi ancak can söyler
hatırlanmaz sularda neyle sevişir gemi
bir de böyle türküyü yardan ayrılan söyler
eriyince ufukta bu rüya cehennemi

çobanlar kavalları damardan üfleyecek
bakıp bakıp ruhumda kurduğun saltanata
bir buluşma baharı bir gelincik bir çiçek
ağlıyor ötelerden hazan olmuş hayata
her hazan kıvrımında bin bahar dirilecek
baharlar uzar nile ve diceleye fırata
çobanlar kavalları bahardan üfleyecek

uzanır sereserpe parka fakir adamlar
kuşdilini konuşur uzakta bir yabancı
günahkâr yüreğime taze korkular damlar
her yanda dilenciler kaderime duacı
ne bu aşk unutulur ne de o genç idamlar
ne hoca anlar halden ne de çingene falcı
uzanır sereserpe göğe cesur adamlar

ki gökyüzü yeryüzü arasında bu sevda
nasıl yolsun anneler saçını nasıl yolsun
öncesiz ve sonrasız bir açlık ağlamada
sana ey yalan rüya kara yılanlar dolsun
bendedir zalimlikler ve ak gözler layyada
beyaz düşü karartan kara eller kahrolsun
kahrolsun gökyüzüne sıçramayan her sevda

gökkuşağı altında geleceğin koşusu
yıldızlar kanat olsun ve merhamet merhamet
tükensin istiyorum yalan ölüm korkusu
bir gelin bir bebeğe bir genç bir gence hasret
açar artık sırrını çölde saklı kalan su
günahsız bir sevdaya açılır kutlu cennet
ve layyanın alnında geleceğin kokusu

artık veda edemem bavullarımı yaktım
artık veda edemem yandı fırat köPage Rankingüsü
bütün günahlarımı artık sana bıraktım
giriyor günahına bir kuş bir aşk ölüsü
çocuklar olmasaydı inan ağlayacaktım
sonkez söyleyecektim bir buluşma türküsü
bense hain saçlara kanlı çiçekler taktım

görünmez bir yerden öptüm dilini
dilini dilini gizli dilini

aşk şimdi bir yalan yalandır layya
ve bahar ve başak talandır layya
sen sıcak bir yarım düşün gelini
gelini gelini aşkın gelini

bulandır denizi bulandır layya
başını başımla dolandır layya
bir sözcük olsa da tutsam elini
elini elini nettin elini

kandır bu inceden yanandır layya
ve candır sevdadır canandır layya
nasıl savurdun oy sain telini
telini telini altın telini

aşktır duramayan akandır layya
derinden derine yakandır layya
aşk ki yakar birgün senin belini
belini belini sıcak belini

bir gül ki kalbime dolandır layya
düşün ki bu son ses son andır layya
yitirmiş dilini aşkın gelini
gelini gelini aşkın gelini…

Sıtkı Caney

Ufuk Hasreti

sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim,
nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar?
dağılmaz, simsiyah bulutlar içindeyim;
nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar!..

yine duman kapladı zindanımda her yeri,
çoruh’a savuruyor yaprakları sonbahar…
nerdesiniz ey sabah ve akşam güneşleri;
nerdesiniz atımı koşturduğum ovalar?..

duvarlara çarparak çırpınan bir kuş gibi,
gözlerim uzak, geniş bir ufuk aranıyor.
çoruh, dağlar içinde akamaz olmuş gibi;
süzülerek geçtiği ovaları anıyor.

ufuk… ufuk… upuzun deniz olsun, göl olsun!
gözlerimi dikince kanarak indireyim;
doğan, batan günleri içime sindireyim;
ufuk… ufuk… isterse alevden bir çöl olsun…

bir gün ufukderdine gönlümü verip bir an,
ufuk!.. diye dağları gözümle deleceğim!..
bir gün, ufuk!.. diyerek bu çıplak kayalıktan,
bir siyah kartal gibi göğe yükseleceğim…

Ömer Bedrettin Uşaklı

Huzur

Kalemi her elime aldığımda,
Gelip gözlerimin önüne perde oluyorsun…
Gözlerini yazmak istiyorum, olmuyor,
Gülüşün takılınca aklıma,
öylece kalıyorum…

Ne bir satır, ne bir harf
Seni yazmak böyle zor işte,
Huzur nasıl anlatılır ki?
Bir kalemin ucuyla, damlar mı bir kağıda?
Sen kal yine aklımda…
Hep hatırladığım, hep sevdiğim gibi…

Azize Su

Gül

Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

Cemal Süreya

Önceleyin

Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne kodum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce

Cemal Süreya

Antik Kent

mutlu günlerimizdi…
deniz tuzu,dövme gül
yanık tarçın gibiydik
rüzgarın saçlarımızı taradığı yamaçlarda
ikimizden bir bayrak
dalgalanırdı
birbirine bakan
tarihin ve otların
arasında
adı yoktu yaşadığımız şeyin
bir boşluk bile değildi bu
onca boşluğun içinde
yontulmamış birkaç harf
taşlar kadar tarihe kefil
günler gibi düşünülmeden akıp giden
otların gölgesindeki gece kadar derin
ay ışığıydı her şeyi sessizce bütünleyen

bir dönüş biletiyle kırıldı gece
kırıldı mevsim
kalakaldık
birbirine bakan sunaklarda
zehiri giz olan otlar boyverdi
kırık heykel parçaları dağılmış ten
zaman tarihe geri çekildi
kalıntıları ne kadar ipucuysa bir antik kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin.

Murathan Mungan

Sessizliğin Yorgun Yüzü

Dingin sularındasın acının ve
Servilerin kuşluk serinliğinde
Usulca okşanan esmer güz
Yapraklarında oynuyor giz
Çeviriyor acının aynasını kendine

Ne kalmışsa sevgiden geriye
neyi bırakmışsa isteyerek
Perdelerin kıvrımında örümcek gibi
geziniyor şimdi
Dokuyor sessizliğin güz iklimini

çok uzak ve çok beklenen
Bir şey var gibi
Doluyor akşamlarına birden
Batırıyor canına sivri dişlerini
Az değil sessizliğin öğrettiği

Az değil öğrettiği usta sessizliğin
Çirkin bir yontu gibi duruyor orada
Pelteleşiyor o hayın gülüş
Gözçukurlarında
Damıtıyor üzüncü akşamlarına

Hüznün kekre cemresi düşünce şiire
Sızlatıyor yüreğini gündönümleri
Ve yorgun dönüşler bıkkın serüvenlerden
hiç kaldırmıyor içi artık o hüzünleri
Bir hırsız gibi dönüyor kente

Ahmet Telli

Sessizliği Arıyorum

Şimdi rahat bırakabilirler
Artık alışabilirler bensizliğe.

Kapatıyorum gözlerimi.

Beş şey istiyorum yalnız,
beş seçilmiş kök.

Biri sonsuz aşk.

Öbürü görmek güzü.
Yaşayamam uçuşan
toprağa düşen yapraklar olmadan.

Üçüncüsü ağır kış,
sevdiğim yağmur, okşayışı
ateşin kaba soğukta.

Dördüncüsü yaz,
karpuz gibi yuvarlak.

Ve beşincisi, gözlerin senin.
Matildem benim, sevdiceğim,
uyumak istemem gözlerin olmadan
yaşamak istemem bana bakmazsan:
sana ayarlıyorum baharı
izlesin diye beni bakışlarınla.

Bunlar dostlarım, bütün istediğim.
Hiç bir şeye yakın, her şeye yakın.

Şimdi gidebilirler isterlerse.

Öyle çok yaşadım ki, bir gün
unutacaklar beni ister istemez,
silerek karatahtadan:
tükenmezdi benim yüreğim.

Ama sessizliği aradığım için
düşünmeyin öleceğimi:
tersi doğru bunun:
yaşayacağım ben.

Var olup süreceğim.

Yaşayamam, yine de
fışkırıp durmazsa içimde ekinler,
filizler ilkin, toprağı delip geçen,
varmak için ışığa,
ama karanlıktır toprak ana:
karanlıktır benim derinlerim:
sularda bir kuyu gibiyim ben
ardında yıldızlar bıraktığı gecenin
ve kırlarda yapayalnız sürüp gittiği.

Bunca yaşamış olmamdan
isteyişim yaşamayı bunca çok.

Hiç böyle berrak olmamıştı sesim,
öpüşlerim bunca zengin.

Şimdi her zamanki gibi erken.
Bir arı oğulu ışık.

Günle bırakın beni.
İzin istiyorum doğmak için.

Pablo Neruda
Çeviri: Erdal Alova