Aynı Evde İki Yalnız

sen ve ben
sesimizde uçurum şarkıları
ellerimiz iki kuğu boynu yere eğilmiş
iki yana düşüyoruz sessizce
yolda kalmış arabanın
kırılmış tekerleği dönüyor beynimizdepişmanlığın günle bitiştiği yerdeyiz
yeniden yeniden bakışıyor gökle yer
silinen iki yüzün unutkan suretindene senin hevesin var ne benim gücüm
yeni bir şarkıya, yeni bir aldanışın
provasına
yol çağırıyor, gidemiyoruz
sözcükler kayalardan kopan çakıllar gibi
ufalanıyor
sözcük kırıklarıyla hayatı süslüyoruz

çadırı sele gitmiş göçebeler gibiyiz
son hayvanlarıyız “gitme, kal” ormanının
gözlerinde çamurlu yaşlar biriken
yalınayak rüzgarı kovalıyoruz

sen ve ben
dalında eğreti güz yaprakları
aramızda uçurum rengi bıkkınlık
varız zannederek yok oluyoruz

Ayten Mutlu

Kar Taneleri

ellerinden yağardı
en güzel yalanından dünyanın
bedenimde titreyen kar taneleri

hangi sevişme bir vedadan daha uzundur
nedir ki aşk çağımızda bir merhabadan başka?
demiştin ya, aşk
kış yorgunluğu gibi yürürken aramızda

bir merhaba yeterdi güneşi ısıtmaya

gecenin gömdüğü gümüş bir yıldız gibi
mermer bir unutuşun mücevherine
bağışladım kar sesini
yüreğinde
donup kalmış kışın merhametine

kurudu bir içdeniz, güneş çekildi
bir mevsim gözlerini bırakıp gitti
kar kokan bir rüzgârı çıkarıp sandığından

derken bir “merhaba” sildi kendini
içimdeki ülkelerin haritasından

gecenin gömdüğü gümüş bir yıldız gibi
öyle sevdim ki, unuttum sevmeyi
bağışlamaz beni artık hiçbir hatıra

Ayten Mutlu

Yıldönümü

Küçücük odamda karanlığın dizine koyup başımı
canını canıma kattığım günleri düşündüm bu akşam
yalnızlığın gözlerinden öpüp saçlarını okşadım rüzgarın
sevdamızın dudaklarından sevinci emdim bir de hüznü ve ayrılığı
küçücük odamda karanlığın dizine koyup başımı
düşündüm bu akşam, meğer ne çok hisli sevmiştim ben seni

Refik Durbaş

Özlem

sesimi biriktirmiyorum artık ağlama
ne kadar gelişmiş olsa da acı üretimi
yüzbinlerce kuş uçurdum hüzünden arınmış
sen ki zehirlerini soydun sevdanın ve zamanın
sesimi biriktirmiyorum artık ağlama
kalbimde özlemi yok imkansız baharların

Refik Durbaş

Ali’ye

Şimdi sözler
herşeyi kirletmeye çalışırken
Zamanın içinde
parmak uçlarının ince çığlıklarını anımsarım
Dokunuşların yazılmaz sözleriyle
kaybolduğumuz ormanları

İkimizin sığınağı aşkın evinde
doyamamak birbirine
Denizler ortasında bir salda
yolculuk ışıklı bilinmezlere

Senin için
yıldızlarla dans ettiğim o gece
içime bakışlarının nehrini akıttı
Şimdi o ana bakarken
kırıcı sözlerin almaya çalıştığı
kıskanç kırbaçların acıttığı
yaralı ceylanımı kucaklarım

Seni bana geri versin isterim hayat
o gecenin ipeksi soluğunda
içimi okşayan bir fısıltı olarak

Kendimi yakıyorum
yeniden doğabilmek için
çünkü böyle bir an bir daha olmayacak
Bana kırgın bakışın ve gözyaşların
cenneti kapatan kapıdır
ve kapı artık hiç açılmayacak.

Neşe Yaşın

Uzak

Herkesin bir yağmuru vardır ve bir rüzgarı
Aşk biraz ıslanmaktır
Al götür beni o uzak yağmurlara
Herkesin bir şiiri vardır ve bir şarkısı
Aşk biraz çoğalmaktır
Al götür beni o uzak şarkılara

Herkesin bir akşamı vardır ve bir masalı
Aşk biraz yorulmaktır
Al götür beni o uzak akşamlara

A. Hicri İzgören

Birbirine Karışsın Diye Saçlarımız

sigarasını söndüren berber
darman duman dinliyor söylediklerimi
elindeki makası nerdeyse dünyaya düşürecek
yani biz ayrılınca dünya nereye gittiyse
“kökünden kesin saçlarımı” diye yineliyorum
“sonra toplayıp verin bana, bir ayrılığın andacıdırlar”
dokunurken saç tellerime parmakları titriyor
her zaman özene bezene taradığı
siyah, kıvırcık bir sel boşanıyor ardından
gözlerini yumarken aynalar
yalnızca makasın sesi duyulan
ve kanat çırpışı
kafesinde çılgına dönen sakanın

sevgilim
açtığında postacının getirdiği paketi yarın
içinde senin yüreğini kaldıran dağlar
benim gözlerimi dolanan sis
ve sevişirken çam ağaçlarına takılan saçlarımız
birden herşey, herşey, bir gölde bir sabah ansızın açılışı
gibi
yüzlerce nilüferin
ayrıldığımız gün üzüntüden bayılan zaman
kendine gelince olmadık anda
vapurlar yağacak yüreğinin adalarına yeniden
yeniden dalgalar
yeniden limanlar
yeniden sonu olmayan şarkılar
hepsi
yine birbirine karışsın diye saçlarımız

o zaman yine saçlarını topla sevgilim
ve yüreğinde beklettiğin martıları sal

Akgün Akova

Delikanlıya İkinci Türkü

delikanlı sevdalı hey
sevdalık mı kaldı sende
acıya banmış yüreğin
sevdalı düşler yerine

hey delikanlı körelme
kesme umudunu kesme
acı çırpan yürekte de
döner tomurcuk çiçeğe

bak işte seviverdiğin
tan duvakla doğan günle
gönlünün can penceresin
açıyor ipek mendille

haydi delikanlı durma
uzan alıver mendili
çıkar da sun yüreğinden
goncalar goncası gülü

delikanlı deli gönül
sevdana acınla eğil
acıya banmış da olsa
yürektir sunacağın gül

Yaşar Miraç

Saçıma Dokunma

“saçıma dokunma” diyorsun masal saçan bir sesle
ekmek gibi dilimlediğimiz yatak sarılmış bize,
bırakmak istemiyor
kasıklarını öperken “saçıma dokunma” diyorsun
dilimde gezdirirken seni,
“saçıma dokunma, n’olur”
kapısı açılan bahçene girerken bir daha, bir daha
anılar dökülüyor göksarmaşıktan

ikimiz de biliyoruz
bir çözsem saçlarını
bir daha söz etmeyeceğiz ayrılıktan
saatlerin saçları olsaydı sevgilim
bu kadar hızlı geçip gider miydi zaman
ah sevgilim ne diyecektim ben sana
aç pencereyi ve dışarıya bak
son gecemizde kar altında kuğular

Akgün Akova

Bak Fena Olur

bir gün ayrılırsak
sevilmekten eskimiş bir renk sanırım kendimi
gözbebeğime bakarım senin yüzüne özgü
gece gece
abone olduğumuz o parkta bulurum kendimi
köşe bankta sırt üstü yatıyorumdur
söylemem gerek mi bilmem, zırlıyorumdur
rıhtımlar dolusu narçiçeği sen
birkaç ton körkütük ben
bir öyle bir böyle sanıyorumdur kendimi

bir gün ayrılırsak
gülkurum, çılgın diye an beni
de ki bulutlanarak, onu sevdim gibi
kellesi kulağı düşüktür şimdi ayrılmışlıktan
göğün beline keman teli sarıyordur
her zamanki gibi
de ki
kulağına doldurduğu denizler seslenip gidiyordur
sözcükleri muz gibi soyuyordur ortalık yerde
yine Şiirzade Akgün Efendi sanıyordur kendini

bir gün ayrılırsak
dövünen çok olur, sevinen daha da çok
takla atanlar olur haber üstüne
göbek atanlar
ülseri azanlar olur
bir gün ayrılırsak
bak fena olur

Akgün Akova