Bir Irmak Kıyısında

Başka kılan bizdik ikimizi

Hani bir akşam durup göğe bakmıştık hayatın ortasında
Ne gördüğümüzü söylememiştik kimseye
Kimse de umurumuzda değildi hayatın o saatinde
Ellerimiz günah içinde kalmıştı
Sonra gidip yıkamıştık Allahın rahmetinde

Nereye gitsek birbirimize varıyorduk hatırla
Yolları kimin çizdiğini öğrenmedik hiç
Ama bilmiyor da değildik
Doğudan batıya ben
Kuzeyden güneye sen
Ne çok güneş vardı hatırla ne çok
Seni gördüğümde ırmak kıyısında

Mevlana İdris Zengin

Siyah Gözlerine Beni de Götür

Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.

Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim,asudeyim, yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.

Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum.

Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat, ayrılığın boynunu vursun.

Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken, bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.

Nurullah Genç

Derin Göç

gözlerinin karşılaşmadığı bir duvar
bulursam göçmen bir kuş posteri asarım, bulamazsam
atlarım özenle hazırladığım uçurumdan

uçurumda çiçek açmaz, bunu kutsal metinlerde
peter pan’da, kaptan swing’te
gündelik ölümler için çalan müzikte buldum
yoruldum. gözlerinin karşılaşmadığı bir duvar
bulursam çarparım. yalnızca derin aşklar için
çalan bir müziğin ritmi var sesinde
düzensiz intiharlar var, aynanın arkası var
kesilen ve kesildikçe güzelleşen damarlar var, acı var

koyu var, sis var, mutfak lavabosunda
her parmağını eşit boyda kesen biri var
onun titizliği var, onun kanı var
aynalara yansımayan yüzün var senin

düzensiz intiharlar çiziyorum kağıda
nasıl çizilir deme, bari sen deme bunu
bulduğun ilk ipi dola boynuna, bulduğun ilk yarasayı
koynuna al, beni hatırla, beni acıt ya!

göğsünden havalanan göçmen bir kuş kadar
bari sen kabul et, yakışıyorum aşka!

Altay ÖKTEM

Ben Başkasının Defteri Olsaydım

Ben başkasının defteri olsaydım
“Aşk: Eyvah… Yalnızlığım” korkusundan tanırdım
yanlış açıldığım şairi ve üzülürdüm: meğer
kağıttanmış bazı şiirlerin inceliği!

Aşk yanlış anlamasıdır iki insanın birbirini
yanlışlık birinde kalır aşk ona kalır
yalnızlık birine kalır aşk ona kalır
aşk yalnızlığa davetidir bir insanın kendini

Sanki bir uçurumu göresim gelmiş gibi
boşluğumda aradığın sisli ima yalnızca
şiirini bekleyen bir masumluk hevesi
yeter ki bir çocuğun gözleriyle dokun bana

Ben başkasının defteri olsaydım
şairin yitirdiği çocuğa açardım yalnız içimi

Haydar Ergülen

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.

“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun… İstemek de güzel.

Pakize Suda

Iskaladıklarımın Toplamı

bak yârim gelen gene
baharmış hiç kapıyı çalmadan
gene istila ediyor park ve bahçeler
müdürlüğünü sevgililer
ve abiler gene koruma derdinde
kıta sahanlığını kız kardeşlerinin

bulutlar el şakası yapıyor damlara
sen yağmur diyorsun
keyifle poker oynuyor
kargalar dallarında çınarların, bilmiyorsun

seni görünce dili tutuluyor çakmağımın
kol saatim kolumu unutuyor
titriyor ilk sakal tıraşımı
olurkenki gibi ellerim, usulca
okşarken başından aşağı dökülen şelaleyi

ıskaladığım kızlar geçiyor
yüreğimim önünden boyunları bükük
ve hayatım toplamıdır ıskaladıklarımın

( yahu ben bu yaşa ne zaman geldim
aslında on sekizimde inecektim)

bayat simit tadında bi’ şey
sensizken yaşamak
ve hediyelik eşya
dükkanlarında ucuz romantizm

ey daha demlenmeden yüreğimi
erken açtığım yarim
Aşk beni kendime tamamlıyor
seni bana tamamlıyor Aşk
adını kenara çektiğimde adımın yanından
geriye kocaman bir yalnızlık kalıyor

sen bir papatya tarlası
gibi örtündüğünde üstüme
en işlek caddesidir yüzümün ağzım
bir dağ kaplanı gibi dolaşır
tepecik ve vadilerinde gövdenin

serbest stilde yüzüyorum
engin denizlerinde teninin
oysa ben lisedeyken, heceleyerek
öpüşürdüm kızlarla, en fazla
grekoromen sevişirdik, bizim ev
boşken misafirliğe gittiğinde annem

şimdi bir karınca kolonisiyim
masmavi bak yârim gelen gene
baharmış hiç kapıyı çalmadan
gene istila ediyor park ve bahçeler
müdürlüğünü sevgililer
ve abiler gene koruma derdinde
kıta sahanlığını kız kardeşlerinin

yarim biz seninle çoktan seçmeli
bir hayatın emek şıkkıyız
kamulaştırılmış kaygılarımızla beraber
devrim desenli dünyayı
kucaklayan eldivenlerimiz

evlenme özürlü ve sevdalı işsiz
çocuklar geçiyor en geniş
meydanından yüreğimin koro halinde
sövüyorlar kapitalizme detone olmaksızın

zaten herkes teğet geçti yüreğime
kimse demir atmadı
küçük bir yol kenarı lokantasıyım
hep gitmeye yazgılı konuklarım

bari sen gitme

Serkan Engin
Varlık, Şubat 2002

efsaneler ve miroloyiler

içimde huzursuzdur yüreğim 
yayılır ellerime 
yayılır ayağa kalkan bacağıma 
zonklayan şakaklarıma 

ey benim tanrıçam
aynı zamanda kızım olan
annem benim
öp benim kör gözlerimi
bir rüyayla öp onları
hep yaptığın gibi

elini yüreğimin üstüne koy
bir kanat çırpması gibi
ki sakinleşsin yürek
sonra bırak da çarpsın
dehşetle senin için

bırak çarpsın yürek
dimdik ayakta, kalkık ellerle
senin için..

gunnar ekelöf / efsaneler ve miroloyiler’den

münacaat

Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var, kurnası murdar
yazgım kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
Bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel

serin saat

travma,geçti

karadaki..

şehirde cinayet işleyen bi âmâ gibiydi

o sayfayı ben kopardım kökünden
o kanadı ben kırdım

ruhumda tıslayan safran sarısı yırtığı
dip yosunlarıyla,iyotla
kendi kefenini tuzlar gibi ben yamadım

dost olamam,
dost kalamam..
gözlerin ihaneti dalga dalga yayılırken
ve koşar adım nefret bir elmacık
kemiği yüzüme çarparken..

ağaçlara selam veririm,ormana gülümserim
gökyüzüne sükut eder,dağlara içlenirim
ben ki,yalnız fener önlerinden
deniz gülleri ve kestanelerinin kederine
keder eklerim

seferiyim..
seferdeyim bir denizden başka bir denize,
bir incirden diğerine..

ihsan deniz

bir kız

ağaç geldi girdi ellerime,
özü yükseldi kollarıma doğru,
büyüdü ağaç göğsümde –
aşağı doğru
kollar gibi büyüyor dallar benden dışarı

ağaçsın sen,
yosunsun sen,
sen üzerinden rüzgârın geçtiği menekşelersin.
sen – ne de büyük – bir çocuksun,
ama bu dünya için çılgınlık bütün bunlar..

ezra pound