İhtiyaç

Bu akşam içimde
Tuhaf bir sıkıntı var,
Dünyada sanki bir ben kalmışım,
Sanki herkes
nerde keder varsa bırakmış,
Ben nerde bulduysam
toplamış almışım.
Önümde söğüt ağacı
Her zamanki haliyle, çaresiz,
Havuzda su rahat,
İnsanlar susmuş.

Sessiz bir yağmur gibi başladı bende
Konuşmak ihtiyacı.

A. Kadir

Resim

Neden
Bir ölünün
En neşeli resimleri
Süsler duvarlarınızı

R. Uren

Gözdeki

Bana senin için,
O mu, diye sordular.
O değil, dedim onlara..
Anladılar.

Özdemir Asaf

Yalnızlığa Çağrı

Namusum üzerine yemin ederim
Bu şehri bu evleri bu sokakları sevmiyorum
Tiksiniyorum bu igrenç kalabalıktan
Yalnızlığı özlüyorum
Yalnızlıkta sen varsın
Dilediğim gibi düşünebiliyorum seni
Bir ayna karşısında soyunuyorsun çırılçıplak
Dudaklarından öpüyorum
Kapatıyorum gözlerimi yağmur yağıyor
Bir bulut görüyorum sana benzeyen
Sevinçten ürperiyorum
Yalnızlıktan bütün teselliler yalnızlıkta
Hoşça kalın sokaklar, caddeler,
İnsanlar işte başımı aldım gidiyorum.
Namusum üzerine yemin ederim
Bu şehri bu evleri bu sokakları sevmiyorum
Tiksiniyorum bu iğrenç kalabalıktan
Yalnızlığı özlüyorum

Ümit Yaşar

Lokantadaki Kadın

içip içip bana bakıyordu
omuzu üstünden kocasının
saclarindan ışıklar geçiyor
gülüyor etrafinda her soylenene
yalnız iri siyah gozlerinde
golgesi yer etmişti yalnızlığının

daha görür görmez anladım
aşksız beklediğim oydu senelerce
uykularım arasında bütün gece
ılık sesi, kahkahaları çınladı durdu
yanıp söndü göz kapaklarımda
aydınlıklar içinde beyaz vücudu

bu dünyaya insanlar eş gelir
karanlikta akan nehirler gibi
kalpleri birbirinin çağrısını duyar
olsa olsa mutluluktan bütün nasibi
macerası onunla bana benziyenlerin
bir gün bir tesadüfle karşılaşır, ayrılırlar

Necati Cumalı

Sorularla

İşte yine kapıldım
O can sıkıntısına;
İçimde bir tozlu
Sarnıç boşluğu,
Gitmekle kalmak
Arasında karasız
Yürüdüm kederle
Dağlara doğru.

Yüzlerce soru
Vardı aklımda,
Kulaklarımda
Bir garip uğultu
Ölümü kullanamazdım;
Bir yerlerde
Bilmediğim birilerine
Belki ayıp olurdu.

Belki de hiç
Ummadığım
Sevgisi tarazlı biri;
Koparıp bana ilişik
Umudunu
Bir kitabın arasında
Yamyassı
Kuruturdu

Bir gazetenin
Ölüm ilanlarında
Okuyup adımı,
Öfkeye dönüştürürdü
Sandık kokulu
Hüznünü
Ve ölümü inatla,
Yok yere savunurdu.

Ben bunca yıl
Bunca insan tanıdım
Yüreği zehir dolu;
Yine de insanlardan
Kesmedim umudu.
İnsan dedim
Yekindim;
Paylaştım varı yoğu.

Ben neden
Dudaklarının arasında
İğneler tutan
Bir terzi suskunluğunu
Prova ediyorum
Şimdi bu yol boyu
Kederle yürürken
Dağlara doğru?

Neden kedi seven
Bir insan
Olduğumu
Biliyorum da
Kedisiz ve sevgisiz
Getiriyorum
Yaşadığım günlerin
Yaprak döken sonunu?

Cevapsız sorunun
Boynu büküktür,
Hemen anlar
Yetim olduğunu.
Ben neden hala
Duyuyorum avucumda
Bir çocuk elinin
Sızlayan boşluğunu?

Hipodromda yatıp
Kalkan bir adamın
Ölü bulunduğunu
Yazdı gazeteler
Geçenlerde
Haber olarak.
Tokatlıymış
Ya da Çorumlu.

Bıraktığı nottan
Öğrenilmiş
Son isteğinin
Ölürse terminale
Götürülmek olduğu.
Hipodromda yatıp
Kalkan bir adam
Kimin umuru!

Acılarla sorularla
Tiftikledim
Bunca insanın
Mutsuzluğunu.
Düşündüm kendi sonumu.
Hayrettir;
İçim içime
Nasıl da sığıyordu!

Oysa ben kaç yıldır
Kaç acı eskittim
Unuttum
Kaç ölüm gördüğümü.
Bir omzumun
Alçaklığı ondandır;
Taşıdım kaç kişinin
Kanayan tabutunu.

Yıllar önce
Ölümü seçen sevgilim
Bunca sevgisizlik içinde
İyi biliyordu
Yetmeyeceğini
İki kişinin birbirine.
Bu yüzden döşeğinde
Ölümle buluştu.

Gömdük onu geçiştirip
Polis sorgusunu.
Onunla birlikte
Neleri gömdük;
Bir akşam içkisinin
Coşkusunu,
Sevincimizi gömdük
Kürek dolusu

Yüzlerce soru
Vardı aklımda,
Kulaklarımda
Bir garip uğultu
Ölümü kullanamazdım;
Biryerlerde
Birilerine
Mutlaka ayıp olurdu.

Dostlardan uzakta
Bir bozgun akşamında
Gerisingeri
Dönerken kasabaya;
Baktım gökyüzü
Birden yıldızla doldu.
Akşamın serinliği
Alnıma vuruyordu…

Metin Altıok

gidiyorsun

Gidiyorsun:
Bütün ışıklarımı göndersem seninle
Aydınlanır mısın?
Gidiyorsun:
Bütün sevinçlerimi göndersem seninle
Mutlanır mısın?
Gidiyorsun:
Bütün hüzünlerimi göndersem seninle
Üzülür müsün?
Gidiyorsun:
Bütün acılarımı göndersem seninle
Yıkılır mısın?

Ben
Üzüntülü ve yıkık
Kalırken
Sen
Aydınlık ve mutlu
Git
Işıklarımla ve sevinçlerimle:
Üzülme
Yıkılma
Aydınlan
Mutlu ol.
Bırak bana,
Hüzünleri, üzüntüleri
Acıları, yıkımı
Al götür
Isıkları, aydınlığı
Sevinçleri, mutluluğu.

Gidiyorsun:
Bütün kendimi göndersem seninle
Götürür müsün?

Oruç Aruoba

jospi

bütün günüme bütün güneş düşse ne olur,
ne yazar üstümden bulut bütün yürüse
bir tutmuyor beni, ayrılıyorum ikiye.

sakladıklarımı görmene gerek yok jospi.

bazılarımız durdukları yerde öldüğünü söylüyor.
(dünya boktan, sen tamsın, kurduğun cümle eksik)
bazılarımızda eski yıpranmış bir hatırayı
korumak için apışıp kalmış bir çatı.
(sanki eline alsan, yapacaksın gibi.)

bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılır jospi
bir: ayrılıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi
davranan medeniler; bir: atlarına davranan
barbarlar. onlar atlarını çöle, topuğunu dikene sürerler.

bilesin, sultan sazlığı’ında boynu eğri bir kuşun
ince boynuna yediği kurşun gibi hainiz hepimiz.
şehirlerimizde bizim birbirimize verdiğimiz sözler jospi,
ohooooooo…

yalan dünya, pıtraklı memleket!
bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılı jospi.

Birhan Keskin

anlıklar

i

kimseleri istemiyorum
düşüncelerimde yola çıktığım vakit
gerçeğin beni bunalttığı günlerde
dilimden düşürmediğim bir şarkı gibi
sen ol sesimin konak yerlerinde
yeter…

ii

yüzün de olmasaydı
dünyayı yumuşatan o yaz bulutu gülüşün
günlerim neye benzerdi, ya ömrüm?
karanlık bir mahzende soluk bir resim
rutubet, toz ve küf kokuları içinde
eskir eskir eskirdi.

iii

insan kendini duymadığı bir günü
nereye kadar taşıyabilir
alın çizgisinin sıkıntı çukurunda
sesinde senin adın
ufkunda yüzün yoksa..

iv

bir salkım söğüde benzetiyorum seni
uzak, çok uzak kıyıları süsleyen
kendimi unutulmuş bir ırmağa
yalnızlığın ufuklarını bütünleyen
düşmüyor bür gün olsun
sularıma gölgen..

v

ılık bir esinti gibi incecik
süzülen bulutundan parmaklarının
öksüz bir boşluk kaldı avucumda
içinde ömrümün yaralı yılları
ve yeni yeni güzelleşmeye başlayan
ankara çırpınan..

vi

senin bana gelişin günler içinde
bir su serinliğidir olsa olsa
ince kırılışlarla güneşin altın kanatlarından
ağustos topraklarına dökülen
içtikçe susuzluğumu arttırır gülüşün.

vii

yanlış bir kapıyım ben
önünde yanılmış bir çocuğun durduğu
açılsam acılara değer kanatlarım
açılmasam
simsiyah bir mutsuzluktur duruşum

viii

sabah yüzündür, akşam yüzünü dönüşün
gece, bıraktığın boşluktur ardına
ve şiir
o ince hilaldir lacivert yalnızlıklarda
sarınıp süzgün ışığına
katlanmanın türküsünü söylediğin..

ix

“değişme” diyen sesin kaldı geride
terkedilmiş evlerde hayal gibi yankılanan
“sen böyle güzelsin…”
değişemezdim. değişmedim.
ömür sürüyor yine yırtarak yürek zarını
aykırı soruların o bildik seyrinde
küçücük bir incelikle ışıklanıp
düşerek gölgeler içinde
aldanışın içedönük o gücenik ülkesine.

x

seni koruyacağım sana bile sezdirmeden
gökyüzü gibi uzaktan ve beklentisiz
gereceğim yüreğimi üzerine.
– sevmek biraz da bu değil midir? –
ıslatmasa da sesini bir daha
bir isyan türküsü gibi sürdüreceğim yağmurunu
düşlere ömürler veren o duygu bulutunun…

şükrü erbaş

Bu Mektup Sende Dursun

Dur.
Burada, uzun uzun, bir durakta dur olmuşum.
Oradaydım, şimdi.
Burası araf’tan sonrasıdur… arafımı da, yazmıştım
bir gün sana..
sen o arafı okuyunca ağlamıştın.
Ben de yazarken dur.. çok ağlamıştım hemde.
Esrar dede kadar ağlamıştım:
“Ağlatmayacakdın, yola baktırmayacakdın;
Ol va’de-i tekrar-be-tekrarı unutma!
Burası araf sonrasıdur. Arafta çok bekledimdi.
Şimdi burada duracağım dur..
Dünya yuvarlakmış!.. O dönüyor! durdur.
Dönenlere bir şeyim yok diyeceğim; dur
Bende döndüm zamanında.. Döndüm, Durdum..
Şimdi dönmeye mecalim yok. Dur.

DUR UP DUR AY IM
BEN AR TIK! DUR AN OL AY IM
DUR ET MİŞ LER BEN İ İÇ TEN İÇ TEN DUR ET MİŞ LER.

Birhan Keskin