İntizar

 

 

Gözlerin dokunuyor kalbime ey cefakâr
Öyle uzun bir hicran sundun ki hayatıma
Zehrini yudumluyor ruhum melankolini
Lambalar sırılsıklam gönlümde sönmesin yar
Ellerin ab-ı hayat, gülüşün yar, sesin yar
Rüzgâr mıdır, yağmur mu dumanlı bakışların
İrkiliyor durmadan bedenim, hülya mıdır?
Neş’eme ızdırabın çektiği perdesin yar
Umudumun maviye büründüğü yerde mi?
Mahulyam, ey şebnem edalım, nerdesin yar

Unutma ceylanların çölleri sevdiğini
Toprak neva sırrını ezberliyor göklerin
Renkler uğursuzluğu fısıldayıp duruyor
Ülfetim nevbaharı bekliyor, bilesin yar
Zarif bir düğüm gibi duruşun yar, sesin yar
Gülleri incinmesin masum dudaklarının
Aldırma, leylakların solduğuna içimde
Ruşenimsin ey canım, beyaz bir lalesin yar
Işığısın şehrayin kalıntısı ömrümün
Sensizim, avareyim; durmayıp gelesin yar

Esrarengiz şarkılar dinliyorum geceden
Neden ıslak bilmem ki, çehresi yıldızların
Mest ediyor ruhumu endamın, ey cefakâr
Eridim; ırmağına döküldüm; şulesin yar
Neden resimler gibi hercaidir sesin, yar
Ey deniz yürüyüşlüm, ey hüznümün kaynağı
Küskün ırmaklar bile benden daha mutludur
Şafakta billur olup, gönlüme giresin yar
Eski umutlarımın son bulduğu yerde mi?
Sihirli akşamların ülkesinde misin yar

İlkin şakayıkları okşayan parmakların
Nedense, kanatlanıp uçtu yalnızlığıma
Anladım aynaların seni kıskandığını
Yüzünün nakışını özledim bilesin yar
Şeydayım, efkârlıyım; duyup da gülesin yar
Efsunlu duygularla sarsılıyor benliğim
Hasretim ey cefakâr, süreyya gözlerinde
Ebedi nalân oldu gözyaşım; silesin yar
Pusatsız süvariler gibiyim yollarında
İntizarın alnıma vurduğu halesin, yar

Çeşmeler kurumaya yüz tutmuşsa içimde
İklimler lanetini kusuyorsa ötenin
Mahşere aralanan kapıdır şimdi zaman
Dil-rübasın, mümayiş sultanı, didesin yar
Ellerin ıtır dalı; duruşun yar sesin yar
Çakıyor yüreğimde şimşekleri ferdanın
Işık ol, perdesinden kurtar beni sevdanın
Nerdesin? Rüyada mı? Sanki mazidesin yar
Lalezarı solgundur melal yolculuğunun
Ilıksın, uykudasın, safsın, güzidesin yar

Yasaklara nigehban olma, ey mah-ı zemin
Orkideler seninle büyüsün bahçemizde
Rahmeti özümleyen bir bende-i numune
Olalım yeryüzünde, ey can, hep tazesin yar
Gurbetin lisanıdır gülüşün yar, sesin yar
Üflerken erdemini maveradan hicabın
Zümrüdüanka neden alev alev yanıyor
Ey enis-i mücella, sen ki, yelpazesin yar
Limanısın ruşenimin bela okyanusunun
Semadan damla damla inen firuzesin yar

Esirinim; ey nur-u nigahı, m, yakma beni
Sonsuzluğa seninle varalım, ey cefakâr
İliğime işledin; no’lur, bırakma beni
Nazlısın; nazarındır ufuklarımı saran
Ayrılık acısıdır damarlarımda kıvranan
Yorgunum, yaralıyım; no’lur, bırakma beni
Şahikasın; şavkınla tutuştu hücrelerim
Esirinim; ey nur-i nigahım, yakma beni

Nurullah Genç

Sis Oldu Şarkılar

Bu kâğıttan gemiyi bırakıyorum

Bu kâğıttan denize
Bakıyorum bakıyorum da bitmiyor
Ne çok çizik atmışız yüreğimize

Dünya ne ki dünya ne ki
Beyaz olan her şey biraz mavi
İstesen de istemesen de
Bakarsın bir el tutmuş elini
Bilemez kimse
Allah dilediği gibi serper çiçeklerini
ve çakar çivilerini dilediği gibi
Bir can olup öylece kaldığımız an
Bir müzik olup sustuğumuz sesinle söyle bana
Bir çocuğun elleri bırakılır mı, hiç bırakılır mı?
Sana bakıyorum
Çevirme yüzünü ben yabancı değilim
Seninle bakıyorum bu büyük boşluğa
Sana bakıyorum şarkılara bakıyorum
Sis oldu şarkılar elini arıyorum
Kalbim dünyanın ilk aşığının kalbi gibi
ve ruhum paramparça
Sis oldu şarkılar elini arıyorum
Bilemez kimse beyaz olan her şey
Bazen bir cümleyi bitiremiyorum

En son ölüm gelir
Yine de erken deriz

Derinlikler için bir yol vardı
Bilmiyorum her şey bitti mi?
Bu kâğıttan gemiyi bırakıyorum
Bu kâğıttan denize
Sevgilim sevgilim
Böyle yalnız mı gidecektin,
Cennetteki evimize?

Mevlana İdris

Aşk Zamanları

 

Sonra çok ateşler gördüm hiçbiri ısıtmadı
Yakıp da bıraktığın şu zalim bedenimi

En zoru ellerini unutmaktı
ve ıslaktı çimenler sonsuz ıslak
En zoru ellerini unutmaktı

Bir çiçek açmamış gibi aramızda
Gidiyordun ve deprem
Bütün denizler gidiyordu savaşlarım gidiyordu
ve yalnızdı ellerim sonsuz yalnız
Bir çiçek açmamış gibi aramızda

Hiçbir felaketten öğüt almayan aşk zamanlarımda
Baktım ruhumun sahibine baktım yanıyordum
Sonuna geldiğim bir yolculuk gibiydi her şey
Film kopmuştu ve hayatımdan çıkıp gidiyordum
Hiçbir felaketten öğüt almayan aşk zamanlarım

Mevlana İdris

Ders alınmıştı aşk konusunda

Ders alınmıştı aşk konusunda,
On bin kitabın yardımıyla,
Çok az değişebilen jestlerin
Deneyimiyle öğrenilmişti.

Açılmıştı aşkın sırları
Ama ilk kez burada
Lavlar aktığında aşağı
Ve soluğu yaladığında bizi
Dağın eteklerinde,
Sonunda tükenen krater
Bu kapalı bedenlerin
Anahtarını verdiğinde.

Girdik ilence uğramış odalara
Ve karanlığı
Parmak uçlarımızla aydınlattık.

Ingeborg Bachmann

Bir Adın Kalmalı

 

Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye…
Bir de o kahreden gurbet

Sen say ki
Ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri, koynuma almadım ihaneti
Ve say ki
Bütün şiirler gözlerini
Bütün şarkılar saçlarını söylemedi
Hele nihavent
Hele buselik hiç geçmedi fikrimden
Ve hiç gitmedi
Bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden

Evet yangın
Evet, salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet, kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet nisyan
Evet, kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki
Yerin dibine geçti
Geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman
Bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır
Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Beni affet
Kaybetmek için erken,
Sevmek için çok geç!

İbrahim Sadri

Mavi Maviydi Gökyüzü

Mavi maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı…

Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,

Beyaz beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.

Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde…

Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.

Kim bilir şimdi nerdesin?

Senindir yine akşamlar;
Merdivende ayak sesin
Rıhtım taşında gölgen var.

Ahmet Hamdi Tanpınar

İkinin Şiiri

Bugün iki kez yağdı yağmur;
iki kez eskidim sanki.

İki ömrü kol kola yaşadım ben;
biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri.

Hep iki şömine yandı yüreğimde;
birinde ateşti, diğerinde kül.

Ve iki kez âşık oldum;
bundandır iki kez ölmüşlüğüm.

Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü;
şimdi sömestrdeyim.

İlk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum;
daha depremlerleyim.

Ve iki kere iki,
kitabımda benim,

ya çok eder
ya sıfır

Yılmaz Odabaşı

Aşkın Bilançosu

I
Gidersin; yağmurlarda kırık kalır mızrabım.
Gidersin; ardından dilsiz bir ihanet gider.
Gidersin, her şey gider.
Gidersin, kalbimde bir tabur ayaklanır,
İlgilenmez ordular, hükümetler…

Gidersin; işte rezil bir an’dır bu.
Yazdıkça silinen sözcükler gibidir hayat.
Gidersin; bir hazin dramdır bu!

/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar…/

II
Bugün hasretin kırlarında dolaştım;
Senin adınla,
Aşkın adıyla
Savrulup aktım o ırmaklardan.

Irmakları çöllerle,
Çölleri denizlerle,
Denizleri düşlerle buluşturdum…
Sustum kaldım sonra günleri savuşturdum…

/Ne ses ne nefes ne de bu rüzgâr bağışlar seni;
Simsiyah gecelerde budanırken ah ömrüm,
Dönüp sırtını giderken kimler karşılar seni?/

III
Sen olmayınca sesin de yoktu, gözlerin de;
Bu yüzden odama resmini yaptım,
Ve söküp kalbimi yanına astım.

Sensiz geçen yılları da ben buruşturdum.

Kalbim hasretinde asılı kaldı,
Yetim kalmış anıları ben tokuşturdum…

IV
Daha bu solgun günlerde aşk,
Yaşanır
Sözde!

Kalp,
Yitik bedende;
Yağmur değil, sanki efkâr yağıyor kente…

/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar…/

Yılmaz Odabaşı

Ey Hayat

Yaşam bir ıstaka;
gelir vurur ömrünün coşkusuna.
Hani tutulur dilin,
konuşamazsın…

Tırmandıkça yücelir dağlar.
Sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü;
tutunamazsın!

Eloğlu sevdalardan dem tutar,
aşk büyütür yıldızlardan;
senin ise düşlerin yasak,
dokunamazsın.

Birini sevmişsindir geçen yıllarda.
Açık bir yara gibidir hâlâ.
Hâlâ ne çok özlersin onu,
ağlayamazsın…

Yolunda köprüler çürür.
Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda.
Savurur hayat kül eyler seni,
doğrulamazsın…

Yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.
Her şey çeker ve iter,
anlatamazsın…

Yaşam bir ıstaka,
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.
Sesinde çığlıklar boğulur ama,
bağıramazsın…

Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana;
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın…

Yazdırmalısın mezar taşına:
Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın.
Aslında hiç olmadım ben bu oyunda.
Ömrüm beni yok saysın…

Yılmaz Odabaşı

Yaşım İlerledikçe

Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok, anlıyorum
Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.

Cahit Sıtkı Tarancı