Gidişini Anlatıyorum

Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için
Saçlarını, gözlerini, ellerini
Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya
Her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak
Termometrede yükselen çizgi çizgi
Kim bilir nerelerde soğuyorsun

Senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen
İnsan insan bakan gözbebeklerin
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta
Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder

Ne gelirse onlardan gelir bana
Çalışma gücü yaşama direnci
Mutluluk gibi kazanılması zor
Mutluluk gibi yitirilmesi kolay

Bir açarsın ki mutluyum
Bir kaparsın her şey elimden gitmiş

Melih Cevdet Anday

Diken

Ne sigaralarda tat kaldı
Ne gönlümü avutur tazeler,
Önümde açık duran tek umut
Kapısı daraldıkça daraldı.

Her gece gökte bir küçük yıldız
Seninleyim diye el eder
Ne onun uzaklığı azalır,
Ne benim içimdeki kederler.

Kırların kokusu bile duyulmuyor,
Yeşeren otların, sararan otların, yanan otların.
Hatıralar kervanlar gibi gitti gider
Yağmuru bile kalmamış bulutların.

Aldatır beni küçük yıldızım,
Atlar gibi soluyarak kanımı içer,
Bir yandan tarlalar yeşerir,
Bir yandan tırpanlar biçer.

Koca gemilerdir bulutlar
Yara yara suları gider.
Yakıp her gece yıldızları
Gemiciler zevk eder.

Bense boyuna yalnız, boyuna derbeder
Yüzer dururum umutsuzluk denizlerinde,
Tepemden turnalar geçer bağırarak
Hatıralar turnalar gibi gitti gider.

Yurdumuzun herhangi iki
Kasabası arasında gezerken
Bir sararmış diken görürseniz
Bilin işte benim o diken.

İlhan Berk

Geçimsizlik

Birine kızıyordu delikanlı:
–Ah! dedi, bi bilsem onun kim olduğunu!

Usluluklar içindeydi kızın gözleri:
–Ya yoksa, dedi, öyle biri? Ya kızacak bişey yoksa. Yol boyunca konuşmadılar artık, kara kara düşünüyordu delikanlı: Ya yoksa öyle biri…Ya kızacak bişey yoksa? Yıllardır su verdiği, üstüne titrediği, biliyordu, o içindeki sevgi, o pırıl pırıl hançer öfkesiz kalırsa paslanacak…

Kızın aklı ütülü çarşaflarda…ertesi sabaha buruşacak…
Öfkesiz… umutsuz… sevgisiz…

Can Yücel

 

Kartacalı Yıkıntı

Geçmiyordu bir kartal gölgesi bile kızgın kayalardan
Yerinde kalsın istiyordum yüze vuruyordu
Paslı demirler o, o ezik saçlar
Batık gemilerin deniz diplerini saran umutsuzluğu
Yüze vuruyordu

Hadi gittim
Dönüp dönüp ardıma baktıktan gitmek mi bu
Kırık plâklar bir kış gülü yüze vuruyordu
Bir şey katmaz aşka eklesem birleştirsem biliyorum
Kanatlı balıklar eski çerçeveler yüze vuruyordu

İstesem de birini takamam silindim fotoğraflardan
Yaz kumlarında kurumuş yengeç ayakları
Bir martının ölüsü yüze vuruyordu

Yerinde kalsın
Batık gemilerin deniz diplerini saran umutsuzuğu
Yerinde kalsın istiyordum
Yıkıntıma yıkıntıma vuruyordu

Can Yücel

Fugue VII

Başka birinin yazdığı senaryoda

Sonra uzun bir sessizlik girdi araya.
İkisi de hareket etmiyordu, kadın
arasıra kalkıp müziği değiştiriyordu
bir tek. Kavgacı gençliği geçiyordu
gözünün önünden adamın, öfkeli
kırgınlıkları, örtünme dönemleri
ve ditlenme günleri – birikmiş
susuzluklar, yıkılmış iskambil kuleleri,
kaybolan arkadaşları : Yoldan çıkanlar,
bambaşka yollara girenler, yolda ölüp
gidenler. Hepsinin arasında biriki andı
parıldayan : Belki beklenmedik bir mola,
belki de sürgünde açmış bir parantez
çiçeği. “Hepsi bu”, diye düşünüyordu :
“Kendi yangınımızı kendimiz mi söndürdük hep?”.

Bilmiyordu ki : Çoktandır kadının bakışları
yüzünden geçen her dalgayı okuyordu.
Kaldırdı başını ve gözgöze gelince
kalem kırdı : “Başka birinin yazdığı
senaryoda oynamak istemedim ben”.

Haydar Ergülen

 

Ben Ruhi Bey Nasılım

I
Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.
O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
İşini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakkenki
Dikkati ve tedirginliği mi.

Bekler mi beni
Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
Bir sürü yaz gününün içinde
Acaba bekler mi beni
Uykularım, o sonsuz uykularım
Yanmış bir limonluktaki
– Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
Sesini hiç eksiltmeyen –
Ama bilmez miyim ben
Bilmez miyim hiç
Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
Kısacık bir zaman olmalıydı elimde
Turfanda meyva gibi bir zaman
Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
Geçerek erguvanların dönemecinden
Leylakların dörtyol ağzından
Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
Acının dudaklarına ve geçmişin
Bir yaban gülü yaprağı gibi beni
Ama ne gezer.

Korkmuyorum artık solmaktan
Solmaktan ve solgunluktan
Gelmişim nerelerden böyle
Kurumuş bir dere yatağı gibi
Ya da pek kurumamış da
Baygın, hasta ya da cançekişen
Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
Yorgun düşerek taşımaktan
Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

Koylardan
Kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
Eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
Ayırmasam kendimi
Diyorum ayırmasam
Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
Cepleri yüreği cepleri
Ayırmasam da ben
Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
Bu kımıltısız gövde
Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
– Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.

II

Ve her şey hızla yetişti sonra
Sarı bir günün kahverengi yarınına.

Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
Ağaç da çürümüş zaten
Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
-Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
Yoklamışlar orasından burasından
Kim bilir.

Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
Önemsiz bir iki anıdanbaşka
Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
Sorarım ne bulmuşlar
Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
Anılar.

Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki
Yıllar var ki saklamışım orda ben
Saklamışım anlaşılan
Odasında yapayalnız doğuran bir kadının
Dışa vurmak istemediği
Ya da pek gereksinmediği
O iniltiyi andıran
Duyurulmayan her şeyi.

III

Ve her şey dönüştü işte
Kahverengi bir çarşambadan
Sapsarı bir cumartesiye.

Ansızın bir rüzgâr çıktı demin
Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
Yakıyor gözkapaklarımı da
Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 – İşte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 – Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 – Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

(Ansak mı anmasak mı
Yeri mi şimdi değil mi
Bir tren yolculuğunda ve her yerde
Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
Saatler iyi
Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
Ve bütün yolcuların dalgın
Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
Görünüşte kararsız
Görünüşte üzgün, endişeli
Görsek mi acaba, görmesek mi
Açıp da kapalı gözlerini arada
Şöyle bir görünümü tek bir solukta
Yalandan, inatla içine çekenleri
Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
Bir tilki çevikliğiyle, acele
Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
Bilmem ki, görmesek mi
Durunca tren bir istasyonda
Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
Tutarak parmaklarıyla yalancı
Ve ucuzundan bir kolyeyi
Acaba görmesek mi
Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.

Ansak mı anmasak mı acaba
Yeri mi şimdi, değil mi
Sırasını bekleyen bir kadının, hasta
Gereğinden fazla abartılmış yüzünü
Besbelli iğrenirdiniz
Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
Bir duvar saatine ya da kapıya
Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun

Kısaca
Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
Gördünüz, görüverdiniz bir daha
Sıyrılmış acılardan ansızın
Sevecen, durgun, sade
O yüzü
Belki de, orda, acele
Karar verdiniz
Bir anneniz olsun isterdiniz böyle
Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
Her neyse…

Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
Ben uzun yolları hiç sevmem
Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)

IV

Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
Denize bırakılmış çöpler gibi
Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.

Bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi

Bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
İçinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
Çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
Ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
Kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
Yağmurlu bir sundurmaya
Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
Pencerelerde ve her yanda.

Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

(Nerdeyim
Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
Para bozduranların az çok bildiği
Adres soranların gene bildiği
Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
Amansız bir güceniğim.)

Geri getiriyor bunları rüzgar
Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
İniltili, hasta bir konağı da
Çatısında baykuşların tünediği
Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
Bir konağı ve konağın olanca görkemini
Geri getiriyor rüzgar.

(Konaksa yandı çoktan
Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
İyi biliyorum tertemiz bir asfalt
Ezip geçti onu
Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)

Ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
Caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
Meyhaneler, genelevler
Pasajlar, dar sokaklar, geçitler
Soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
Ve bütün ilişkiler
Birden yerini aldı.

Ve her şey yetişti gene
Sarı bir çarşambadan
Kahverengi bir cumartesiye.

V

Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey
Nasılım
Bir yaz ikindisinden çıktım geldim
Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
Kapıyı iyice kapadım
-
Kapadım mı, evet, kapadım –
Çitlenbik ağacının altından geçtim
Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
Dişlerimle sıyırdım
Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
Azıcık gülümsedim
Ve dünya bana gülümsedi
Çakılların üstünden yürüdüm
Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
İyice duydum
Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım
-Çok yüksekti. Deniz dibi renginde ve demirdendi. Üstünde aslan başı
kabartmalar vardı. İki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.
Dışardan çam ağaçları görünürdü. Bir kırbaç gibi görünürdü. Ve
 ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi
pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu –

On sekiz on beş trenine yetiştim
Geniş kadife koltuğa oturdum
Puromu yaktım – iki kibrit harcadım –
Akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu
Haydarpaşa’ya kadar bulmaca çözdüm
İskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı
Bakışından tedirgin oldum
Giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı
Vapurla Karaköy’e geçtim
Tokatlı’ya uğradım
Köprüden aldığım Fransız dergilerini karıştırdım
Kirazla bir kadeh rakı içtim

Çıkarken boy aynasında kendime baktım
Oldukça yakışıklıydım
Gömleğim temizdi, beyaz ceketim
Tertemizdi ve ayakkabılarım
Pantolonum ütülü
Yelek cebimde ince altın bir zincir
Sarı ve ince bıyıklarım
Tam Ruhi Bey bıyığıydı
Ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı
– Zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı –
Boynumda menekşe rengi bir papyon
Hafifçe sarkık
Dudağımda bitti bitecek bir sigara
Kenarında dudağımın
Dışarı çıktım.

Tünele bindim, Asmalımescit’teki Viyana lokantasına geldim.
Avusturyalı karı koca beni karşıladılar
İkisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek sonra yüz kez bin kez daha eğilerek beni
 karşıladılar
Benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. Beyaz Ruslardandılar, gözleri
 necef taşı gibi sert ve parlaktı
Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla 
çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.
Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler
Çıkarken bolca bahşiş bıraktım.

Markiz’e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim
Düzeltip arada bir bıyıklarımı
Uçları hafifçe ıslak
Bir ara pencere camında kendime baktım
Baktım ki, ben Ruhi Bey
Nasıl olan Ruhi Bey
Daha nasılım.

Oradan Galatasaray’a kadar yürüdüm
Bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak
Gezindi ortalıkta bir süre
Ve durdum
Durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp
Bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar
Nasılım.

VI

Nasıl olacaksınız Ruhi Bey
Bugün de erkencisiniz Ruhi Bey
Şarapla bira mı içiyorsunuz Ruhi Bey
Böyle sabah sabah Ruhi Bey
Akşam akşam Ruhi Bey
Akşam sabah Ruhi Bey
Cıgara alır mıydınız Ruhi Bey
Yakalım Ruhi Bey, yakalım
Böyle üşümüyor musunuz Ruhi Bey
Benim de ayakkabılarım su alıyor Ruhi Bey
Ne olur ne olmaz
Önümüz kış Ruhi Bey
Ee, daha nasılsınız Ruhi Bey
- İyiyim, iyiyim.

(Gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
Pembe pembe azarlanırım
O ölür ben azarlanırım
Kocaman bir konakta uzarım kısalırım
Ellerim tırnaklarım
Yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe
Ve sıcak
Gözlerim, gözlerim benim
Denizi ilk defa gören bir çocuğun
Birdenbire yaşlanması neyse.)

Sizinle görüşelim Ruhi Bey
Vaktim yok, vaktim yok
Ruhi Bey, görüşelim
Vaktim yok görüşmeye kimseyle
Ruhi Bey!
Kendimle bile, kendimle bile.

(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
Ama hiç kimse.)

Edip CANSEVER

Çiçekle Konuşma

Artık ne pencerem var seni koyacak
Ne masam,
Sevgilim de yok bu şehirde
Çiçek seni alıp ne yapsam?

Cahit Külebi

Bir Dedem Vardı Vefalı, Şimdi Hindistan

sen elmayı güldürürsün
senin elmaya su verdiğin gündü
camı sevindiren yelkenlinin
denizcilik kitabından kaçtığı gündü

cam daha başka kardeşlikleri de
açığa çıkarır, hatta onları unutanları da
yokluk içinde elmayla aydınlatır

yoksa bir ermiş niye çıkarsın
sakinlerin denizinden aynı balığı

su da çiçekten nasibini alır
elma da yeraltı ermişinden
camdan çekilen de aramızdan sayılır
-usta bu tahtalar boyasız
ellerini yüzüne göürme usta, hem
biz kaldık, onları suya yollarız –

yüzünü güldürdüğün bütün elmalarla buradayız
camdan bakıyoruz, sana bakıyoruz
kardeşlik hatalarla birikir, biliyorsun
kardeşliğin bir hata olduğunu da..
hatayız, fazlayız, camdayız, aynada
yüzümüz bizden sonra da kalıyor
yalan söyleyecek kadar senden yanayız

ermişin gözü hiçbir şey görmüyor
elmayı gözden geçirecek kadar şaşkın
altın gölün üzerinde bir mistik
hala balık yanlış hala şaşkın

sen elmaya ara verme, gülmeye hazır
bir dedem vardı vefalı, şimdi Hindistan
sayılır bizi terkettiği rüya

hatalar sahilinde birbirinden üşümeyen kardeşler;
suya bakanı var, aynada bakılanı,
denize, bana, içindeki karşı odaya,
hepsi camda, hepsi fazla, hepsi sana
düşkün, elindeki ermişi onlara bıraktın

ermişin tahtalarını kim boyayacak, yeraltında
gül ol, hoş kal, bir su ısmarla
şu elmanın üstüne dökül bir zaman

Haydar Ergülen

Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal’de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?

Ola ki
şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki…
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana.

Doğruysa bu yargı
bu sonuç
bu çıkarsama
neden peki her şeyi bulandırıyor
ertelenen bir konferans
geç kalkan bir otobüs?
Milli şefin treni niçin beyaz?
Ruslar neden yürüyorlar Berlin’e?
Ne saçma! Ne budalaca!
Dört İncil’den Yuhanna’yı
tercih edişim niye?

Ben oysa
herkes gibi
herkesin ortasında
burada, bu istasyonda, bu siyah
paltolu casusun eşliğinde
en okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye
önümde bir yığın açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çenekli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir diyecek.
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi var şunun şurasında?

Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.

Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, birçok tuhaf
marifetimin yanısıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.

Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.

İsmet Özel

Vadideki Zambak/ Henriette’in Félix’e yazdığı mektup

Şimdi ciddi bir noktaya yani kadınlara karşı nasıl hareket etmeniz gerektiği sorununa geçiyorum. Gideceğiniz salonlarda, yapmacıklar yaparak taşkın hareketlerde bulunmamaya kendiniz için prensip yapınız. Geçen yüzyılda en çok rağbet gören erkeklerden biri de, bir ziyafet, bir balo veya eğlence esnasında sonuna kadar yalnız bir kimseyle, hem de en kenarda, köşede kalmış, ihmal edilmiş olanlardan biriyle ilgilenmeyi adet edinmişti. İşte bu adam, aziz çocuk, devrine hükmeden bir şahsiyet olmuştur. O, muayyen bir zaman sonra, herkesin kendisini hararetle öveceğini akıllıca hesap etmişti. Gençlerin çoğu, ne büyük fırsatı, sosyal hayatın yarısı demek olan ilişkileri kurmak için gereken zamanı kaybetmek suretiyle kaçırıyorlar; hoşa gittiklerinden, onlardan ilgiyi çekmek için yapmaları gereken şey pek azdır; fakat hayatın bu ilkbaharı çabuk geçer, bunu iyi kullanmayı biliniz. Bunun için, sosyete âleminde nüfuzlu olan kadınlarla ahbap olunuz. Nüfuzlu kadınlar ise ihtiyar olanlardır; bunlar size aileler arasındaki yakınlıkları, bütün ailelerin sırlarını ve amaca ulaştıran yolları öğretirler. Size yürekten bağlı kalırlar; şayet sofu değillerse, adam korumak zevki onlar için en büyük ihtirası teşkil etmektedir; bu ihtiyar dostlarınızın size fevkalâde yardımı dokunacak, sizim meziyetlerinizi övecek ve sizi herkesin istediği bir insan haline getireceklerdir. Genç kadınlardan kaçınınız! Bunu size en küçük bir şahsi menfaate kapılarak söylediğimi sanmayınız. Elli yaşındaki kadın sizin için her şeyi yapar, yirmi yaşındaki ise hiç; zira sizden bütün hayatınızı feda etmenizi ister, oysa öteki sadece bir dakika ile kanar. Genç kadınlarla alay ediniz, onların her söylediklerini şaka sayınız, çünkü ciddi bir düşünce onların kafasında yer alamaz. Genç kadınlar, dostum, egoisttirler, basittirler, gerçek birer dost olamazlar, kendilerinden başka hiç kimseyeyi sevmezler, aşk sahasında herhangi bir başarı için sizi feda edebilirler. Esasen genç kadınların hepsi sizden bağlılık isteyeceklerdir, oysa durumunuz başkalarının size bağlılık göstermesini gerektirecek, bunlar birbiriyle bağdaşmayan iki istektir. Bunlardan hiç biri menfaatlerinizin neyi gerektirdiğini anlamayacaktır, hepsi kendisini düşünecek, sizi değil, hepsi size sevgileriyle yaptıkları iyilikten çok gururları yüzünden zarar vereceklerdir; zerre kadar vidan azabı duymadan vaktinizi harcayacaklar, muvaffak olmanıza engel olacaklar, kısaca gayet kibarca sizi mahvedeceklerdir. Şaye şikâyet edecek olursanız, içlerinden en budalası bile bir tek eldivenin bütün bir dünyaya bedel olduğunu, kendisine hizmet etmek kadar şerefli hiç bir şey olmadığını söyleyecektir. Hepsi de sizi mutlu yaptıklarını söyleyecekler ve size yükselebileceğiniz en parlak mevkileri unutturacaklardır; onların mutlulukları değişen cinstendir, sizin erişeceğiniz ikbal ise gerçek olmalıdır. Heveslerini tatmin etmek, duydukları geçici bir arzuyu yeryüzünde başlayan ve cennette devam etmesi gereken bir aşka çevirmek için nasıl sinsi bir hünerle dolaplar çevirdiklerini bilmelisiniz. Sizi terk ettikleri gün, size ‘seviyorum’ kelimesinin aşklarını mazur gösterdiği gibi, ‘artık sevmiyorum’ sözcüklerinin de ayrılışı teyit ettiğini söyleyeceklerdir ve aşkın içten geldiğini, elde olmadan doğduğunu bildireceklerdir. Saçma bir nazariye, azizim! Bana inanınız, gerçek aşk ebedîdir, sonsuzdur, özünü hiç bir zaman kaybetmez; daima aynı güçte ve aynı sâfiyettedir, taşkınlıkları yoktur; saçları beyazlansa bile, kalbi daima gençtir. Hepsi de komedi oynayan genç kadınların hiç birinde bunların hiç biri yoktur; içlerinden biri belki felâketlere uğradığını sizin ilginizi çekecektir ve kadınların en yumuşağı, ne insaflısı olarak görünecektir; fakat, yavaş yavaş sizin için vazgeçilmez bir varlık haline geldikten sonra artık tedricî surette size hâkim olacak ve istediklerini yerine getirecektir; siz diplomat olmak, gitmek, gelmek, insanları, menfaatlerini, memleketlerini tanımak ve incelemek mi istiyorsunuz? Hayır, olamaz, ya Paris’te, yahut da onun çiftliğinde kalmak zorundasınız, zira sizin boynunuzda bir yular geçirerek istediği yere sürükleyecektir; hem siz ne kadar bağlılık gösterirseniz, o oranda nankörlük edecektir. Genç kadınlardan başka birisi de belki sizin her dediğinizi yapmak, itaat etmek suretiyle ilginizi çekecek, sizin cariyeniz olacak, sizi dünyanın öbür ucuna kadar romantik bir şekilde izleyecek, sizi elden kaçırmamak için kendisini tehlikeye atacak ve boynunuza bağlanmış bir taş halini alacaktır. Fakat boynunuzdaki bu taş yüzünden günün birinde boğulacaksınız, o ise suyun üstünde kalacaktır. Kadınların en az kurnaz olanlarının bile tuzakları vardır; en budalası bile erkekte kuşku uyandırmak suretiyle galip gelebilir; en az tehlikeli olan ise, sizi nedenini bilmeden sevecek; yine nedensiz terkedecek, fakat bir gün sırf gösteriş ve gurura kapılarak sizi alacak olan bir âşiftedir. Ama, bu genç kadınların hepsinin bugün veya ileride size fenalığı dokunacaktır. Sosyete âlemine atılan insanların gururunu okşayan birtakım zevkler içinde yaşayan her genç kadın, ahlâkı yarı yarıya bozulmuş ve sizin de ahlâkınızı bozacak bir kadındır. Ruhunda daima yaşayacağınız kadını bulacağınız yer bu sosyete âlemi değildir! Ah! Sizi sevecek olan o kadın yalnız yaşayan bir insan olacaktır; sizin bakışlarınız onun için en büyük mutluluğu teşkil edecek, sizin sözlerinizden ilham alarak yaşayacaktır. Öyleyse bu kadın sizin için dünyaya bedel olsun, zira siz onun için her şeyi olacaksınız; onu çok seviniz, onu üzmeyiniz, onun karşısına hasımlar çıkarmayınız, kıskançlığını tahrik etmeyiniz. Sevilmek, sevdiğiniz kimsenin bizi anlaması, aziz çocuk, en büyük mutluluktur; sizin bu mutluluğu tatmanızı dilerim, fakat bu yüzden ruhunuzda açan çiçeği soldurmayınız, sevginizi teslim edeceğiniz kalpten iyice emin olunuz. Bu kadın hiç bir zaman kendisine ait olmayacak hiç bir zaman kendi kendisini düşünmeyecek, fakat sizi düşünecek, size ait olacaktır; sizin hiç bir şeyinize göz koymayacak, hiç bir zaman kendi özel çıkarlarına bağlı olmayacak ve sizin aklınızdan bile geçmeyen bir tehlikeyi, kendisini tehlikeye atmak pahasına da, şikâyet etmeksizin ıstırap çekecek, yapmacıklar yapmayacak, aksine kendisinde hoşunuza giden taraflara karşı bir çeşit saygı gösterecektir. Böyle bir aşka, daha büyük bir aşkla karşılık veriniz. Sizi seven bu zavallı kadının mahrum olduğu şeye, yanı karşılıklı bir aşka rastlayacak olursanız, bu aşkın derecesi ne olursa olsun, sizin ilham ettiğiniz sevgi ile burkulan ve sonuna hiç bir zaman varamayacağınız bir kalbin bir vadide sizin için bir ana kalbi gibi çarptığını düşününüz. Evet, sizi, derecesini hiç bir zaman anlayamayacağınız bir sevgiyle seviyorum; bu sevginin tatmin olunabilmesi için, sizin bu parlak zekânızı bu uğurda feda etmeniz gerekir; bu takdirde benim bağlılığımın nereye kadar varabileceğini tahmin edemezsiniz. Hepsi az çok yapma, alaycı, kendini beğenmiş, hopça kadınlarla, teyzem gibi, sizi alçakça ithamlar karşı koruyacak, sizin söylemeyeceğiniz şeyleri sizin adınıza söyleyecek yaşlı ve azametli dullarla ahbap olmanızı gizli bir düşünceyle mi tavsiye ediyorum? Nihayet, taparcasına sevginizi gelecekte karşınıza çıkacak olan temiz yürekli meleğe saklamanızı emretmek suretiyle cömert davranmıyor muyum? Eğer, “asaletin gerektirdiği birtakım görevler vardır” sözlerini ilk yaptığım tavsiyelerin çoğunu bildiriyorsa, “bütün kadınlara yardım ediniz, fakat bunlardan yalnız birisini seviniz” mertçe sözleri de kadınlarla kuracağınız ilişkiler üzerinde düşüncelerimi kapsamaktadır.

Vadideki Zambak, Honoré de Balzac