Vuslat

Bir uykuyu cânânla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbâlini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda şafak söktüıü ânı.
Gördükleri rüyâ, ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgârı başka,
Bülbülden o eğlencede feryat işitilmez,
Gül solmayı, mehtap azalıp bitmeyi bilmez;
Gök kubbesi her lâhza bütün gözlere mavi,
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
Sevdaları hulyâlı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi bir fıskiye ahengini dinler.

Bir rûh o derin bahçede bir defa yaşarsa,
Boynunda onun kolları, koynunda o varsa,
Dalmışsa, onun saçlarının râyihasıyle,
Sevmekteki efsûnu duyar her nefesiyle;
Yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık,
Bir mû’cize hâlinde, o gözlerdedir artık;
Kanmaz en uzun bûseye, öptükçe susuzdur,
Zîrâ susatan zevk o dudaklardaki tuzdur,
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan,
Bir sır gibidir azçok ilâh olduğumuzdan.
Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün, nereden, hangi tesadüfle gelirler?
Aşk onları sevk ettiği günlerde, kaderden.
Rüzgâr gibi bir şevk alır oldukları yerden;
Geldikleri yol… Ömrün ışıktan yoludur o;
Âlemde bir akşam ne semavî koşudur o!
Dört atlı o gerdûne gelirken dolu dizgin,
Sevmiş iki ruh, ufku görürler daha engin,
Sîmâları gittikçe parıldar bu zaferle,
Gök her tarafından donanır meş’alelerle.

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar,
Dünyâyı unutmuş bulunurken o sularda,
– Zâlim saat ihmâl edilen vakti çalar da –
Bir an uyanırlarsa leziz uykularından,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara zindan.
Bir fâciadır böyle bir âlemde uyanmak,
Günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak.
Ey talih ! Ölümden de beterdir bu karanlık;
Ey aşk ! O gönüller sana mâl oldular artık;
Ey vuslat ! O âşıkları efsununa râm et!
Ey tatlı ve ulvi gece ! Yıllarca devam et !

Yahya Kemal BEYATLI

Bekleyen

Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelcek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odamda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrümü.
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün… Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayâle işaret diye
Toprağında bir taş olur, beklerim…

Necip Fazıl KISAKÜREK

Terketmedi sevdan beni

Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…

Ahmed ARİF

Hayyam’dan Dörtlükler

Yaş döktü bulut çayır çemenden geçerek
Mümkün mü kızıl şarabı nûş eylememek
Gerçek bu çemende şimdi biz gezmedeyiz
Bizden bitecek çemende kimler gezecek?

(Yahya Kemal Beyatlı)

Mey kâsemi kırdın yere vurdun Tanrım
Zevkimden edip sanki ne buldun Tanrım
Gül rengi şarâbım yere döktün tekmil
Zannım bu ki sen de sarhoş oldun Tanrım

(Orhan Veli)

Hep gönül derdiyledir durmaksızın içmekteyim;
Ben gülerken de içimden ağlayan bir şairim;
Bir gün olsun çıksa hicranın gönülden yâ dost,
Mey değil, cennette Kevser içersem kâfirim !

(Haldun Celâleddin)

Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel;
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden; hadi, lûtfetme ve gel!

(Rüştü Şardağ)

Bir tane canım var, yüz bin bedenim.
Can neymiş? Neymiş ki beden? İşte ben’im.
Bir başkası var ya: İşte ben, ben! O, beni
Sevsin diye bir başkası oldum kendim.
* * *
Ben âşıkım aşka; aşk da sevdalı bana.
Âşık tene can – ten ise sevdalı cana.
Bazen dolarım boynuna ben kollarımı,
Bazen de sürükler beni cânân yanına.

(Talât Sait Halman)

Kim demiş haramı helâli bilmez Hayyam?
Ben ki asla haramla helâli karıştırmam.
Ey sevgili! Helâldir seninle içtiğim şarap,
Oysa bana sensiz içtiğim su bile haram!..
* * *
Bir yudum kızıl şarap, bir nefes yâr dudağı,
Satmışım cehennemi, gönlüm bu aşka razı;
Şu koskoca yeryüzü benim cennet meyhanem:
Nikahlım üzüm kızı, günahlım din yobazı.
* * *
Bilemem kimim, neyim; benden ne kalır yarına,
Cennet mi düşer, yoksa cehennem mi payıma?
Sevgili, şarap, müzik: Yetişir bana bunlar;
Gerisi senin olsun: Al cenneti, çal başına!..

(İbrahim Edip)

Beni camide gören hacı hoca sanır ki
Namaz ile niyaz ile sevab almaya geldim;
Oysa ki bir zamanlar yürüttüğüm seccade
Çok eskidi de yenisini çalmaya geldim.

(Erdeniz Özköylü)

Çamura can verirsin, senin işin bana ne,
Dokuyan, giydiren kim, gene.sensin, bana ne,
İşimden hoşnut muşum, değil mişim, anlamam,
Alnımın yazısını yazan sensin, bana ne.

(H.Necat Tandoğan)

Canımın içi, hoş gelip safalar getirdin,
Geldin ya ikircikliyim, bilmem ki sen misin?
Bir güncük değil, çok otur Allahı seversen,
Çok otur, bileyim geldin mi, gerçek mi, sen misin?

(Enver Gökçe)

Onlar ki faziletle ün almışlardır,
Meclislere bilgi şavkı salmışlardır;
Yol bulmamış ancak bu karanlık geceden,
Efsâne demiş, uykuya dalmışlardır.

(Hamamizâde İhsan)

Madem bizler bir çamurdan halk edildik,
Sebep ne ki Hak tanısın eksik, gedik?
Kusursuzsak neden bizi kırıp döker?
Kusurluysak acep kimde bu eksiklik?!

(Ahmet Hayyat)

Madem ki bulut Nevruz’da lâlenin gözünü yıkadı
Kalk şarap kadehine gerçekten azmet
Çünkü bugün seyredip de hoşlandığın bu çimen
Yarın hep senin toprağından bitecek

(Rıza Tevfik Bölükbaşı)

Sevgili seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
* * *
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!
* * *
Ferman sende ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be Sultanım, kötülük hangimizde?
* * *
Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.

(Sabahattin Eyüboğlu)

SON GÜNE DEK

Keder seni bağrına basmak mı ister,
hadi ordan, çek arabanı, de.
Boş sıkıntılara kaptırma günlerini.
Yutmadan bedenini toprak
ne kitabı bırak, ne çayır çimeni.
Hele yârin dudağını, sakın ha,
ta son güne dek.

MUTLU KİŞİ

Aşk kitabını evirdim çevirdim.
Bir adam konuştu kitabın içinden,
yüreği yana yana, bir adam:
“Kimdir mutlu kişi, bilir misin?
Bir karısı olacak ay gibi güzel,
Bir gecesi olacak yıl kadar uzun.”

YASAK

Süsle, beze, lokum gibi ko karşımıza,
esmeri, de, beyazı, de, pembesi, de,
baştan çıkar, yerlere ser bizi, öldür,
sonra çevir dört yanımızı bir sürü yasakla,
ona bakma, şuna bakma, buna bakma,
dolu tası eğri tut, ama içindekini dökme.

(A. Kadir)

Oğul

Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan

Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam

Kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş

Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda

Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..

Ahmet ERHAN

Bir Aşktan Sonra Şehir Mahzunluğu

Bu kadar büyük değildi şehir
Gökyüzü kapalı değildi
Böyle sessiz değildi insanlar
Parklar da sıkmaya başladı beni
Anlaşılan bir şey var.

Ağzıma koymamıştım içkiyi
Zamanla türlüsüne alıştım
Bilmediğim şeydi kadınlar
Ah!. ben hiç böylesine mahzun olmamıştım
Şimdiye kadar.

İlhan Demiraslan

Elsa Seni Seviyorum

Kıyısında öpüşlerin
Ne çabuk geçiyor zaman
Sakın da ola sakın aman
Geçen günler incinmesin

Seninle bütün bir mevsim ne güzeldi
O yaz kitaplardaki kadar öyle güzeldi
Manastır ormanında seni mutlu ettiğimi sandım
Toulon rıhtımında akşamın rengine kandım
İster bana budala ister çılgının teki de
Mutluluk nedir ki umutlar çekip gidince

Kıyısında öpüşlerin
Ne çabuk geçiyor zaman
Sak›n da ola sakın aman
Geçen günler incinmesin

Geçen yıl yapraklar solarken şarkı söylüyordum
Veda ederken bile bir gün görürüm diyordum
Ölenler dünyaya yeniden geleceğini sanır
Tatlı sözlere kananlar ergeç aldanır
Gözlerime bak hele orda nice güzelsin
Yüreğimi çılgınlıklarımı duymuyor musun

Kıyısında öpüşlerin
Ne çabuk geçiyor zaman
Sakın da ola sakın aman
Geçen günler incinmesin

Solgun bir piyaniste benzeyen güneş bak işte
Hep aynı sözleri aynı şarkıyı söylemede
O tehditten uzak günleri sevgili anımsa
Ne mutluyduk ikimiz evimizde Montparnasse’da
Artık yaşam karadüzen sürüp gidecek
Soğuk Akşam oldu şimdiden Tekliyor yürek

Kıyısında öpüşlerin
Ne çabuk geçiyor zaman
Sak›n da ola sakın aman
Geçen günler incinmesin

Pörsümüş bir yonca gibi sana sunduğumda hani
Ne sevmiştin bu şarkıyı üzgün sesini
O gün bu gün el değmemiş uyuyordu bende
Unutulmuş çekmeceden şimdi çıkardım işte
Hiç değilse sevdiğin bir şey buldum diye avundum
Elsa’m halden anlamazım seni nasıl seviyorum

Kıyısında öpüşlerin
Ne çabuk geçiyor zaman
Sakın da ola sakın aman
Geçen günler incinmesin

Billur bir şarkıdır bu seni mırıldanıyor
Söylediğim her sözcük boşuna değil diyor
Gün gelir sözcükler de dönüşür gözyaşına
Gün gelir sözcükler de büyü’dür tek başına
Sevgilim çarpıp duran şu pancuru kapatalım
Yağmur damlasının sesiyle biz bize kalalım

Kıyısında öpüşlerin
Ne çabuk geçiyor zaman
Sakın da ola sakın aman
Geçen günler incinmesin

Louis Aragon
Türkçesi: Erdoğan Alkan

Beklenen

düzenli ordu gibi saldırıyor yaşamak haydi gel
sana gerilla yöntemleri hazırladı baban
yamacına gerilecek dağlar kotardı kentten

başka dilden rüyalar gören esmer çocuğu
oyuna almamıştır beyaz çocuk olsun gel
herkes bir parça yaşamak günahıdır

her çocuk cümlesinin gizli öznesi baba
kuzey bir şehirden anne ayrılma hali
bir eylemsi yüklenmiş tanrının dükkanından

beşik kertmesi olduk ölümle gel sen de ol
böyle başlar her öykünün serim bölümü
bir balçığa tanrının şekil vermesi gibi

uzun nehirler gibi ak öykünün debisinde
yorulacaksan bil ki deniz de yorulmuştur

Sıddık Ertaş

Delilirikler

I

Betonun hüznünden doğdum
suyun isyanından
güneşin kırılganlığına dokunup
geliyorum.

Sana söz yakışır, ağzını hazırla.

Kırık bir şehir hikâyesinden doğdum,
kırk meseleden
bardaklar ve demli çaylara dokunup
geliyorum.

Sana söz yakışır, elma de.

Aslı ve Astar’ı olmayan bir hikâyeden doğdum,
karşı’lar ve balkonlardan
korna seslerine karışıp
geliyorum.

Sana söz yakışır, ağzını hazırla.

O eski hikâye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.

II

Aslında
hazin bir öyküdür bu
anlatmaya yakışmaz sesiniz
yanımdaki bütün sandalyeler boş,
alabilirsiniz.

Oturunuz.

…bolerokuşlarlaleliihvan
birden, gaseyan…gaseyan…gaseyan.

…sonra sarışın kadınlar esmer olup
balkonlara çıktılar
ben terk ettim beyaz çerçeveli bir fotoğrafı
ve dönmedim bir daha.

Resmim,
zayıf yüzlü, gülümsemeye yakın neredeyse
hastane penceresine dayalı
ahşap ve toz kokan bir gecede çekilmişti.

Gaseyan…
yıllar sonra kente çıktım
örümcek ağlarının, paslanmış kapıların ardından
kente çıktım,
yıllardır sallanan bir sandalyenin ardından
tozlar içinden,
uzaklara ve karalara yazıldığım mektuplardan
beyaz çerçeveli bir fotoğraftan,

gaseyan.

Burkuldum ve ağladım
kırmızı bir danstı her şey, oynadım.
tenim ve ellerim yoktu
kimse görmedi.

Kimse görmedi, saçlarım uzamadı yıllardır.

Birhan Keskin

15 MART 1985 İÇİN

– Bana hiç görmediğin bir çiçek adı söyle
– Bir değil, birkaç değil, binlerce
Bir yaşam boyu besledim onu
Büyütüp can verdim gözlerimde

– Bana bir giz gibi bir çiçek adı söyle
– Önümüz ilkyaz, menekşe değilse ne

Edip CANSEVER