Aniden Başımı Çevirip

bize mahsus ayrılıktan anı çıkarmak

ne güzel mektuptu
saçından kesip koymuşsun içine
açtım
okurken aradın

sesin güzel değil
sevgilim söyle seni üzen ne

tam kapıdan çıktım
geri döndüm

odada
dağıttım aklımdaki sisi

su içtim mutfakta
su çarptım yüzüme banyoda
su gibi aktım kendimden

sıcak tut geceni gündüzünü
sıkıca giyin

aniden başımı çevirip baktığım gibi
aniden elini yüreğine koy
aniden elimi tut

gitme bir yere bensiz!

Emin Akdamar

Kırk yılda bir

kırk yılda bir…

I.

bana gözyaşlarını gösterme anne
söyle yazgısına çarptıkça kendini azdıran bir yüreğin
kırk yılda bir kırklara karışacakken
akdenizde işi ne

bir açıklaması olmayacak mı hayatın
hep yazgı mı denecek insanın doğumuna
ölümüne evlenişine

birşey söyle
oğlunun kırk yılda bir adam gibi sevişine
birşey söyle
aşkın da ölümün de sormadan gelişine

nasıl olur yok mu sonsuzu anlatan bir masal
ben şimdi çocuklara ne derim anne
kırık bir tekneyim çılgın sularda içimde kırık bir dal
artık kırklara karışır giderim anne

kırklara
ışıktan ırmaklara
o zaman belki de gölgemle süslenir cenazeler
beslenir de güllerle yeniden boyverir hayat
benden bir fısıltı karışır tüm halaylara
benden bir rüzgar
denizlerden dağlara

gözü kara yarınlar dökülür avucumdan
gülümseyen bir idamlık kadar gözü kara
kırkındayım yeni uyanmışım uykumdan
artık yeni bir şiir bırakırım tüm kapılara

artık kıyıda yıkıla yıkıla, kuleler
ve deniz kızlarına saraylar yaptığım kumdan
sağalmaz yaralarla dönerim
dönerim yakıla yakıla düştüğüm her uçurumdan
farkındayım
çaresi yok
bir kez uyanmışım uykumdan

düşümde gelincikler
içimde gencecik bir keder var
babamı düşündükçe oğlum geliyor aklıma
diyorum şimdi Fatih de beni anar
ama alışamadım işte benim de bir baba olduğuma
hala gençlik kokar bütün sokaklar
hala gözlerim çocuk
hiç böyle yanmadım şimdiye kadar
içimde gencecik bir keder var

bana gözyaşlarını gösterme anne
ne kar yağar buralarda ne kimse kimseye ağlar
ne masalcı kadın var ne kardeşlerim anne
ikibinbir yılında akdenizde bir bahar
yaşadıkça artıyor acı
ne yağmurlar bitiyor ne de işlerim anne
ıslanmış kağıtlar gibi günler ve dağılıyor yaşamak
artık kırklara karışır giderim anne

ölüyor sözcükler yaralı atım
herkes elinden geleni yapıyor anne
bense yüreğimden geleni yaptım
aklıma inat öyle deli öyle divane

aşk varken daha ne yapayım
yeni tanrılar bulup onlara mı tapayım
dünya tarihinden bana da düşen bu
aşk
yalnızca bu benim payım
kırklara karışma zamanı şimdi
nasıl kopayım anne

kırk yılda bir sonsuza dek göz kırptım
hayatsa hep gözlerini kaçırdı anne
belki de yeryüzünde kocaman bir ayıptım
belki de şiir hep benden kaçardı anne
ya da ben kaçardım karanlıklardan kendime
ne yapar eder yıldızlar düşürürdüm sokaklarıma
sonra beni neden doğurduğunu düşünürdüm anne
düşünür üşürdüm anne

ve sonunda düşürdüm anne
uğruna inandığım yüzüğü bir çığlık anında
ve o an dağları çok özledim
anladım ki ben hala kürdüm anne
ama bu deniz akdeniz sessizce sardı sonsuza beni
yüreğime sürüp giden bir şiir
ateşten bir nehir düşürdüm anne

şimdi ben şehir şehir sürülüp kovulan yalnızların
yollarda söylediği şarkılardan biriyim
ne bana inanan varmış ne özleyecek biri yarın
bütün bildiklerim yanlış ve sözlerim yalanmış anne

kapanıyor artık herşey o uzun konuşmalarda
günler hızla kapanıyor anne
avukat ben hakim ben sanık ben
dalıp gidiyorum duruşmalarda
ve sokaklarda bir bilsen
çocuklar beni çocukluğumdan tanıyor anne

dayanmak çok zor anne
dindirmez artık en serin gülüşler bile
içim yanıyor anne
çözülmez bir düğüm bu bağlandım bile bile

artık giderim canımda bir tek yara
giderim sonsuzlaşır kederim
aşktan bir dilek aşktan bir dua
kırklara karışır giderim

kırklara
yalansız yakınlıklara
içimde gencecik yeni bir şafak
güneşler serperim karanlıklara
bağışlar beni hayat ölüm bağışlar beni
açarım göğsümü sonsuz bir yağmura
ateşte açan gülüm bağışlar beni

bağışlar beni babam ömrüm bağışlar beni
bağışlar kartopu oynarken üşüyen kardeşlerim
oğlum fatih, kızım esra
bağışlar beni

artık ne yalan ne gerçek
içimde dua ve dilek
canımda bir tek yara
karışır giderim kırklara

kırk yılda bir…

II.

bana gözyaşlarını gösterme bebek
bilemezsin nehirler mi taşacak yüreğimden
içimden alev alev bir deniz mi yükselecek
söyle senin de vardır mutlaka bir hikayen
paramparça mıdır benim gibi göğündeki yıldızlar
karışmış mıdır birbirine geçmiş ve gelecek

karışmıştır ama çağla gözlerine gözlerimden bir ışık
yazgından bir parça yüreğime yüreğinden
bir kapı kapanmış bin kapı açık
benimse aklım karışmış neden

yıllarca yaşanacak hiç bilinmeden
ölümler hep bir aşk aşklar hep bir ölüm bekleyecek
yalnız senin sevincin buzdan gözyaşları üstünde sarsılmadan danseden
mutluluk sensin bebek

bazen çok kararlı bazen çok ürkek
sensin uçurumlara taşıyan ruhumun yollarını
sonra ansızın sonsuza çıkaran sensin bitanem
anlayabilir misin nedir hep bulduğunu sandığın anda kaybetmek
nedir boynubükük çekip gitmek
gidip te yazgının gizemini düşünmek
işte benim hikayem
akıl yetmez şiir uzar dayanmaz yürek
küçükken komşular dermiş anneme
bu çocuk garip bu çocuk delirecek

delirecek en aklı başında sözcükler bile şiirlerde
karışacak mevsimler kararacak gözlerim
kaybolup gideceğim gencecik bir kederde
bilmiyorum yazgıma mı karşı geldim
çok mu ayıp ettim hayata karşı
nasıl düştüm bu derde
kaybolup gideceğim gencecik bir kederde

birşey söyle
kırk yıl sonra seni bulmasına yüreğimin
birşey söyle
hayat kimin ölüm kimin aşk kimin

kimin bendeki cennet kimin can kuşum
kolay mı aşkı çağırmak bitirmek ya da
daha sen yokken bebek sonbaharda doğmuşum
iki yıl aralıksız ağlamışım dünyada
babamın tek oğluyum anlaşılmadı huyum
ya prensesti gördüğüm ya ejderha rüyada
hep kendimle konuştum kar üstünde uyudum
masallarda binbirgöl düşümde binbir ada

herşey anlatılmaz bir umuda bıraktıkça kendini
çoğaldıkça kanım içim yandıkça seni aradım bebek
gurbetlerde boyverdim her yan ihanet ini
gün oldu saçlarımı gururla ben de taradım bebek

hep seni aradım güzel kızları arasında ülkemin
ıslığında rüzgarların şarkıların çığlığında
aradım hep sırrını yüreğimdeki nemin
gece karanlığında dolunay ışığında

ve birgün istanbul’un bir cinnet sağnağında
ilk kez yapayalnız düşündüm akdenizi
beşiktaşta kadıköyde üsküdarda
gençliğim sularda köpük köpük son vapurların izi
tanrım dedim koma beni darda
bir başka kumardı benim ki yazısız turasız
son kez ağladım üsküdarda

ağladım ve yeniden aradım tanrıyı yokta ve varda
aradım yoktu sularda saklı bir inci
kurşun ve kan izine karışmış yazılar duvarlarda
içimdeki tek özlem birgün seni bulmanın sevinci
ve acılar ardarda

uzun sürmedi sokaklarda
kaçak sigara satışından kurduğum düşler
uzun sürmedi gençliğimin çığlıklaşması şafaklarda
ve yaşadıkça her yerde çıktı karşıma
film setlerinde gördüğüm sahte gülüşler
gerçektir ama ölüm ve sevda bir de sonsuzluk
farketmezsin gizliden gizliye kanına işler

artık düşümde gelincikler
içimde gencecik yeni bir keder var
ölümü düşündükçe sen
seni düşündükçe yaşamak geliyor aklıma
diyorum senin de en az benim kadar için yanar
hala senin içindir dolandığım bütün sokaklar
hala yüreğim çocuk
hiç böyle sevmedim sonsuza kadar
içimde gencecik yeni bir keder var

içimde gencecik yeni bir bahar
delirir gözyaşını silerim bebek
ve sar beni artık akdenize sar
kırklara karışır giderim bebek

kırk yılda bir sonsuza dek göz kırptım
sen çağla gözlerini kaçırdın bebek
suç benimdi belki yazgıma çarptım
sen bütün aklımı uçurdun bebek
uçurdun karanlığa sevdanın kuşlarını
susuşlarını koydun önüme yeni yokuşlar koydun
gittin ufkun en varılmaz yerinde durdun bebek
yüreğimi yalnız sen vurdun bebek

ve sonunda içirdin bebek
sütü çığlık çığlık avcunla akdenizden
sana hiç küsemedim ağır bir acı sözden
geldin canıma girdin bebek

iste giderim dönüşürüm rüzgara
giderim sonsuzlaşır kederim
aşktan bir dilek aşktan bir dua
kırklara karışır giderim

bırakarak sana kendimi herşeyim senin olsun
al hepsini iyi sakla işte bu geçmişim işte bu geleceğim
ve sakın unutma seni nasıl ve ne kadar sevdiğimi
arkadaşım sırdaşım canım bebeğim.

kırk yılda bir

III.

bana gözyaşlarını gösterme hiç akdeniz
gösterme deniz kızlarının gözlerinde maviyi
mümkün mü artık söküp çıkarmak bu yarayı bu tenden
şiirin yüreğinden bu ateşten çiviyi

bir çığlığa kat da söyle aslında nedir iyi
nedir içim yandıkça inadına küllenen
çözsem diyorum artık bu sonsuz bilmeceyi
nedir bana göre hayat
kimim ben

meğer benim gözyaşlarım değilmiş bütün şarkılarda nakarat
aşkın karanlığında gizlenen bir yazgıyla
hayata bir soruymuş kırkyıldır süren hayat

bense uçurumlarda hep aynı bir rüyayla
yağmura göre bir adam sandım kendimi çoğu zaman
eylül ve nisan aylarında yüreği bir dağılan
ve söyleşip duran tanrıyla dolunayla
sonra dağlara göre sandım kendimi sonra denize göre
rüzgarlarla yarışan doru bir tayla

derken ne eylüldü ne nisan
sımsıcak bir yürek ve sıcak bir haziran
çıldırabilir sonsuz sevince insan

sonsuz bir şarkı istiyordum bir aşk fısıltısından
oysa ben buna göre de değilmişim neye göreyim
hiçliğin şiiri mi kırk yılın arkasından
nerdedir yerim
kalmışken yüreğim onun ateşten yüreğinde
nereye nasıl giderim
ne yaşarım yarına

bakabilir miyim akdenizin gözyaşlarına
yağmurunda yıkandığım uğrunda yandığım düşler
nice yalanı gerçek sandığım düşler
tutmazlar şimdi elimden
yazgım sır vermez bana
artık kırklara karışır giderim
ve saklar sırrını hayat
gözyaşlarına
gözyaşlarına…

Sıtkı Caney

Annem Yok Artık

Annem yok artık.Beni düşünen kalbi yok.Bitti.
Umutsuz olmak istemiyorum.
Umutsuzluğun bir çıkar yol olmadığını biliyorum.
Annem yok artık,yeryüzü çok gördü onu,
Kalabalığın arasında kuş gibi çırpınan varlığını
Çok gördü
Dalgın yüreğini çok gördü
Bizim için çarpan,kaygılarla dolu yüreğini.
Annem yok artık.Bu kesin.Gelinecek bir yere gitmedi.
İşte geldim çocuklar demeyecek
Nasılsın yavrum demeyecek
Sobanın yanında oturup uzatmayacak yorgun ayaklarını,
Sabah kahvaltılarının masası olmayacak artık,
Yine gel demeyecek,
Çıkarken ben kapıdan, çıkıp karanlığa karışırken
Yeni bir dönemi başladı ömrümün,
Annemin olmadığı dönemi,
Onu yüreğimin üstüne nasıl bastırmak
İstediğimi bilemeyecek artık.
Gençlik dönemleri birşey anlatmıyor bana,
Aklımda hep son dönemlerinin annemi
Hayatım sürüp gidecek,annem olmadan,
Çocuklarım olduğunda onlara annemi anlatabileceğim
Sadece.
Fotoğraflarına bakacaklar,
Ufarak,biraz mahsunca bir kadın
Küçücük tozlu pabuçlarıyla merdivenleri tırmanıp
Kapımı açıp girmeyecek
Yüreği dopdolu,trafikten insanlardan şaşkın,
Kocasına sığınan biraz bütün fotoğraflarında
Hayatım rüzgar gibi akıp geçiyor,
Uğultulu bir rüzgar gibi akıp geçiyor hayatım..

ANNEM YOK ARTIK

Umutsuz olmamak gerektiğini biliyorum,
Bu acımasız gecede
Yazgı diye birşey yok
İçinde yaşadığımız bu toplum öldürdü annemi
Çarpıntılarla hırpalanan yüreği
Dayanamayıp parçalandı sonunda
Şimdi toprak dolar gözlerine,
Artık istese de kımıldayamaz,
Yokluk esir aldı onu
Bağladı ellerini,kollarını sessizlik,
Çaresiz bile değil artık
Bir çocuk gibi korunmasız,
Karıştı bin yılın ölüsüne
Ama onun umutları
Benim de umutlarım olacak bundan böyle,
Çaresizleri korurken
Annemi de korumuş olacağım biraz
O dilediğince yaşayamadı ömrünü,
Varlığını özgürce geliştiremedi
Ama bütün insanlar,
Varlıklarını özgürce geliştirecekler birgün
Ve annemi hiçbir zaman unutmayacağım
Her ölüm kahramancadır,
Annem hepimizden önce yaşadı
Bu kahramanlığı
Eyy benim yüreğim,güç ver bana
Eyy hayat güç ver bana
Anneme yaraşan şiirler söyleyim
Boşuna yaşamış olmasın o,
Sonsuzlaşsın
İçten,pürüzsüz dizelerimle..

Annem Yok Artık

Nasıl acı duyarsa bir mağara adamı,
Nasıl çıkarsa ölçüsüz haykırışlar gırtlağından
Öyle bağırayım ben de,sonsuzlaşsın yüreğim,
Bütün insanlara sevgiler taşıyacak kadar
Ve öylesine güzelleşsin ki her şey,
Öylesine erisin ki yumuşak bir ışıkta
Öylesine bilgileşeyim,
Öylesine sevgiyle dolsun ki kalbim,
Ölürken annemleşeyim
Biliyorum var olmaz bir daha yok olan şeyler
Umurumda degil
Biçim değiştirdiği maddenin,
Ruh diye birşey de yok
Ama gizli sevgiler bulunup çıkarılırsa
Yüreklerinden insanların
Çıkarılırsa karanlığından unutuşun
Yaşanmış olan şeyler
Ve tek bir insan yüreği gibi çarparsa
Bir günlük insanlık,
Hiçbir şey yok olmamış olacaktır,
Dönüşerek sonsuz,büyük ve
Bütün zamanları birleştiren bir sevgiye…

Annem Yok Artık

Anne diyemeyecegim artık bir başkasına,
Sesimin anneme seslenirkenki tonuyla
Tatil dönüşlerinde annemin ugrayacagım evi yok,
Beni seven birileri olacak mı yine de
Gidip koşulsuz uzanacagım bir yatak,
Saçlarımı okşayacak bir el
Ama ben anneme de bütün bütüne
Bırakamadım kendimi
Saçlarımı okşarken,yorulur şimdi
Bırakır şimdi diye düşünürdüm
Ve çılgınca yaramaz,beyni boş
Denecek kadar yaramaz,
Ve hastalıklı denecek kadar duyarlıklı
Bir çocuktum çocuklugumda
Dizlerine oturdugum birgün,indim utanarak,
Kısa pantolonumdan fırlayan
Ve bana artık büyümüş gelen dizlerimle
Oysa ilkokul ikide ya var ya yoktum daha
O zaman tanıdım sonsuz geniş caddelerini Kars`ın,
Sonsuz geniş göğünü ve o zamanlardan kaldı
Yüregimde sonsuz bir uçurum duygusu
Annem hiçbir zaman bilmedi bunları
Yüreği büyümüş bir çocuktum ben
Gizli gizli ne kadar çok ağladım
Bir gün öleceğini düşünerek onun
Annem yok artık,
Onun yüregindeki ben de yokum,
Yani annemle tanımlanan ben de öldüm onunla
Şimdi,
Yeni bir tanıma alıştırmalıyım kendimi,
Şimdi ,
Ben kendimi düşünmezken bile
Kim düşünür beni…

Ataol Behramoğlu

Sahibini Arayan Şiir

şairane bir tebessüm bıraktım yüzünüze
bir hikayeden ibaret değilsiniz artık
şiir var peşinizde
o benim

Bir ayna kadar bensiniz
tenim gibi üzerimde
eminim üzülürsem ve dolarsa gözlerim
bir damla yaş süzülür sizin de yüzünüzde

tebessüm bulaşıcıdır
şiiriniz emrinizde
bir hikaye şiir oldu sayenizde
s a y e n i z d e

Daha nasıl sevebilirdim ki sizi…

Elif Şebnem Akal

Kaçırılan Fırsatlar

Yavaş yavaş o zehir bütün kana yayılır.
Ne çaba, ne de başarısızlıktır insanı yoran.
Tortu kalır, tortu kalır ve insanı öldürür.

Ne açık görüşlü olman, ne de sindirimindir
Yaşamanın gereği sonuçları öğüten.
Yavaş yavaş o zehir bütün kana yayılır.

Kocamış bir köpeğin kanını akıttılar,
Gene de bir ay sürdü şehveti yeni kanın;
Tortu kalır, tortu kalır ve insanı öldürür.

O Çin mezarlarıyla moloz yığınlarıdır,
Toprağın kendi değil toprağı yozlaştıran.
Yavaş yavaş o zehir bütün kana yayılır.

İçinde ateş yoksa, deri büzülür kalır.
Tam ateş ölüm demek, yarım-ateş yanandan
Tortu kalır, tortu kalır ve insanı öldürür.

Kaçırılan fırsatlar, kaybolan şiirlerdir
Yüreğin atışını aksatan ve durduran.
Yavaş yavaş o zehir bütün kana yayılır.
Tortu kalır, tortu kalır ve insanı öldürür.

William Empson
Çeviri: Cevat Çapan

Minnet

Minnet

Her şey ama her şey için minnettarım sana:
Hırsın gizli ızdırapları için,
Gözyaşlarının acısı ve öpücüğün zehri için,
Düşmanların intikamı, dostların iftirası için
Bir çölde erittiğin ruhumun yangını için
Hayatta aldanmış olduğum her şey için.
Sadece öyle yap ki, bundan sonra
Sana daha fazla minnet duymayayım.

Lermontov

Ten Vakti

Başka bir yurdum yok
Bedeninde yaşıyorum*

Temi ten, adı Ten Vakti bu şiirde durdum işte
ağzım su içim ten saatleri
kadife bir geceyi gideceğim birazdan
birazdan bir şeffaf seansta buluşup kendimle
elhamra kadehini kıracağım gecenin
gecenin cam rüyaları boşalacak benden
cam bir rüya gibi yapışıp kalacağım teninde
tenin ki, âh kumral bir denizdir bana
terimin öptüğü lâlçocuk cenneti damla damla!
her damlası birer gece yorgunluğu hazzıdır ömrüme
– ki beyaz zambaklar balesidir gidilmiş tenime –
öpülmüş haz düşülmüş düş dönülmüş gece
inilmiş güzel gök boşluğu ıslak ıslak
kendine dökülmüş şehvanî bir uçurum ipince
âh, neler uçurum değildir ki ey ten!
ey ten! şimdi, haz şaşkınıyım ya bu saatte
– öyle ya da böyle hep bir şeyin şaşkınıyım zaten –
insan kendiyle seviştiğini bilmez de hani
sevişir ya gecenin leylak hüznü masumiyetiyle
sevişir de içinin kalp dudaklarında durur ya!
heyhat, bu şiir de duruldu, üşüdüm işte!

Ey ten! Beni içine al artık**

Hüseyin Alemdar
*Yannis Ritos
**Birhan Keskin

Bir gül bahçesine gömün beni öldügüm zaman

Hayat bu sevdiğim,
bir varmış bir yokmuş gibi
sürükleyip götürdü ömrümü işte
bazen kırılmış dallarda ince bir sızı
bazen ağlayan gözlerde,
süzülen bir gözyaşı gibi yalnız kaldım
ne hayat anladı beni, ne ben hayatı

Yağmurlara gömün beni öldügüm zaman
ayazlar vurmadan yürek kırgını gülüşlerimi
savrulmadan dudağımda şiirler
kalbimdeki mor menekşeler kırılmadan
rüzgarlara, baharlara, karanfillere gömün beni
rüyalara, hülyalara gömün gözlerimi yumunca
güneşe sevdalı bir çocuğun hayaline
bir söğüt dalının yaprağına gömün beni
bahar gelince, umutlar yeşerince
sevişince kumrular
ürperen bir yaprağı öperken dalında seher yeli

Gözlerimde şiir yaralarıyla,
kalbimin en ağır depreminde,
yaşamın en ince yerindeyim şimdi.
hangi güle uzansam dikenler yağıyor umutlarıma

Bir çocuğun gülüşüne gömün beni öldügüm zaman
uçsun, uçurtmasında kanadı kırık gülüşlerim
bir genç kızın düşüne
bir martının süzülüşüne
sevginin kundağına sarın gözlerimi yumunca
üşümesin yüreğimdeki incinmişlikler

Bir gül bahçesine gömün beni öldügüm zaman
bir gülün rengine, bir şarkının ahengine
bir güz bahçesi gibi solmadan kalbim
öksüz gelincikler gibi bükmeden boynumu
bir bülbül sesine gömün beni gözlerimi yumunca
bağban bilmesin

Bahar kokulu sabahlara gömün beni yumunca gözlerimi
mavi bir suyun akışında, bir çiçeğin kokusunda yıkayın
serin çimenlerin üstüne hayallerimi
durmadan şarkılar söylesin kalbim, şiirler okusun yarınlara
gökyüzünü, güneşi, bulutları, yıldızları
ve tüm umutlarımı çocuklara verin
çocuklar sevinsin

Bir dağ başına gömün beni gözlerimi kapayınca
kirlenmeden içimin kar beyazı
gönlümün düş martısı susmadan
kırılmadan dudağımdaki mor menekşe
yürek vuruşlarına
yürek yanışlarına
bir baba’nın, bir anne’nin gözyaşlarına
bir çocuğun avuçlarına gömün beni
kalbime gömün acılarımı
ölüm bilmesin
kirpiğime dokundukça yel
iki mezar taşı narasında dinlensin başım

Bahar kokulu sabahlara gömün beni kuşlar uçarken
gül ve karanfil kokularına, papatya dolu kırlara,
bir suyun akışında, bir gülün kokusunda yıkayın
rüzgarın soluğuna gömün şiirlerimi gözlerimi yumunca
özlemim gözlerimde, yüreğimde şiirler öylece bırakın toprağa
serin çimenlerin üstüne gerçekleşmeyen hayallerimi
durmadan şarkılar söylesin kalbim, şiirler okusun baharlara

Nuri Can

O şiir’i yaşarken…

Gece…
suyu seyrediyorum…suyu ve yağmuru…
gecenin kalbine iniyor her damla
…rüzgâr…yağmur…rüzgâr…
kadın, adamın hüznüne eşlik ediyor
g e c e
yağmur yağıyor
yağmur yağıyor
yağmur yağıyor
kalbimde rüzgâr
bekliyorum…

“geride kalan kalbinizse, mutlaka geri dönersiniz.”

Şahdamar

Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız
Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın
İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;
(K) harfi üzerine yemin edersiniz.
Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların
İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.
İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların
Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,
Küçük ve büyük, acılı ve acısız
Yeminler yeminler yeminler edersiniz.
Siz siz üzre yeminler edersiniz.

Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;
Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz
İki tane elimiz var deriz;
Bin tane elimiz olsaydı
Bini birbirinin aynı olurdu deriz.
999 elimiz kağıt gibi yansın,
Bir elimiz güneş gibi dursun..
Biz elbette dudak büker, hayret ederiz.

Biz inkar eder, inkarı severiz;
Bayram hediyenizi iade ederiz
Biz mahcup ve onurlu çocuklarız
Başımızı kaldırıp bir bakmayız
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz
Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz
Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

Toprağı zindana koyduk biz
Üzerine yedi kilit vurduk biz
Kaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık biz
Varsın yarın takılsın benim çene kemiğim
Bir köpeğin ön dişlerine
Ve Fahriye’nin kürek kemiği tam ortasından kırılsın
Biz inkar eder, şah inkarlar severiz.

Kafamızı kaldırıp bir bakmayız
…………………………………….
Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttügünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız

Siz kalbe hançer gibi giren
Siz kalpten ağaç gibi çıkan
Siz bize şahdamarımızdan yakın
Siz yüzükler içindeki kan
Siz inançların sedef kabuğunu
Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran

Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz
Gün gelecek toprağın altına uzanacağız
Her gece saat beş sularında sizi
Toplardamarlarımızın içinde bekliyeceğiz

Sezai Karakoç