Yüzümdeki Kuyu’dan

sedeften bir tabuta işlendi, bir
çocuğun gözlerine terkedilen kuyu.
dokundum safirden bir avluya tutuşan
gözlerimle, kimse görmedi. kimse görmedi
bir kuyuya düştüğünü yüzümün. o son
arzuda herkesin kollarını yılan çiçekleriyle
açtığını,unuttuğunu kendini kendinde o
son kelamda.acının sularında yıkandığını
dilinin, her şeyin yakıldığını, her şeyin ve
kalbinin. her şeyin bir nefeste varolduğunu
unuttuğum vakitler, her şeyin kör bir
rüyayla başladığını ve bittiğini her şeyin…
kimse anlamıyor,

ah, her şeyin kendinde bir sonbaharı var.

dağları ve suları unutsam,dokunsam
şimdi zamanına çocukluğumun,
yeniden dönsem suya ya da çırılçıplak
bir üşümeyle kendime. unutsam sesimi
örneğin, kırılmış onca şeyin hürmetine
sığınsam,sussam ve dinlesem o hikmeti,
çocukluğum olur bırakmaz beni, üşüdükçe
annem ve kandil. o büyük sırla döndüm
kendimi acıttığım yeşil suya.her yeri
yeniden yıkmalı, her şeyi yeniden,yeniden
her şeyi öldürüp dönmeli o büyük sırra.
nereye dönsem yüzümün acıyan kalbine
akıyor, üşüdüğüm her sela. sonunda herkes,

ah,yenilir içindeki çocukluğa.

hiç kimse yoktu,kör oldum.çocukluğumun
ürkek elleriyle bir ip gibi dolandım boynumla,
çıplak ve soğuk gecesinde ölüme, defterimi
kapadım.öldüm çünkü her çocuk gibi
kaçırdığım o saklı fotoğraflarda.suları
yorumladım,telaşlı bir tutkuyla geldim bir
nehrin kendine döküldüğü yere .çocuktum
çünkü unutulmuş her çocuk gibi eksik,

ah, unutulmuş her çocuk gibi nezir.

kuzeyde bıraktığım son defterden
bir şey kalmadı saklayacak. yüzüme
saydığım kötülükler de yok
artık.anneme kalsa Faris haklıydı,
insan okunan her duada yasin,
yaşanan her yaşta Mem olmalıydı.
oysa Doğu’da her şey kendine kopuk
bir dille tutunmaktaydı.hikayesi
olmayan bir hiçlik duygusuydu çünkü,
her ayinde bir seyyide bırakılmış
cinnet duygusu. saklıydım her resimde,
heryerde fail ve meczub. sustum,
Doğu’da susmak ne kadar susmak,

ah, acı ne kadar kendiydi.

Metin Kaygalak

Hırka Küs

1
Buradayım : yüzüme kırbaçlanan dünyanın
bana büküldüğü yerde, kinimi büyüten
ısrarın yüzü yok, cevaplar perde. örtmüyor
dilimi karşılık bulduğum sorular. sesimi
düşürüyor hıncım.zahid kırgın, sultan kimin
kalbinde. bir aynaya dökülüyorum, tutmuyor
sır’ım.. ne yapsam herkes yanlış kederde.

2
buradayım : cevabın soruyu incittiği yerde.
geceye mürekkep bir aynaya sürçüyor
ismim, kibirsiz taylar dolaşıyor kanımda.
eğir söze susar oldum nasılsa, nasılsa kanserli
dilim. fikrim fiilini çekiyor, ne inkâr ne
küfür, vakti geçmiş sefilim..inandım ki ben
her kandile gizli yanmış fitilim.

3
buradayım: sabrımın o teb’ayla sınandığı,
ricalin kem sözünü bıraktığı yerde.
katediyorum baştan başa yeniden geçtiğim
yerleri. kahredici bir dille tutunuyor bana
sûr’um. susuyorum, kavmimin incinen gözüyle
bakıyorum burçlardan çöle. kaab uzak, hırka
küs..hüseyin ki artık kalbimizde süs!

Metin Kaygalak

Makas

I.
tecrübeye çıkan çocuklar bilir
karanlığa karışan nefsin
gecenin inancında nasıl çürüdüğünü.
ve ben burada
bu kutsal bağrın huzurunda şahitlik ederim
ki
eksilişin yankısını duyuyorum
çekilen suyun sızısında..

II.
tutsak kalbin sancısıyla gittim
herkesin kendini öldüğü mezarlara
o son vedayla dönen hurufilerin
gözlerini gördüm
“yanlış kardeş”leğin sırrına ermişlerin
saadetli gecesini..
kabulüm
kapanmış o siyah zamanı kabul edenleri

III.
nasıl dönerim hem
utanıp utanıp
nasıl geçerim bunca geceden
küfre düşen alnımla ..
aşkı güzel olan çocuklara dönüp
şehri hatıramla ağlıyorum.
kendimi inandırdığım sözün
o esmer tayfıyla

IV.
sarıldım lanetli bir tereddütle
o son yağmurda yakaranların
yüzlerine yerleşen inancına.
her yer elem!
siz ey! kendini gitmeyen saadetli
ermişlerin
barınaksız dileği.
beni geçirimli kılan şey
şüphesiz her göçün önünde
kendimi bulduğumdandır

V.
ben de giderim bir gün elbet
kirecin söndüğünü gördüğüm vakit.
biraz sâlah bulsam
seydî makasına gelen dilimden,
şehre incinmezdim bu kadar
alınyazmak konusunda câni…

Metin Kaygalak

Andıkça O Günleri Arınıyorum Senden

beyaz ve derin bakardın
yanında kim var bilmek istercesine
gülüşün yüzünde gizlenirdi bir ayıp gibi
belli ki öpüşlerindeki kaçamaktı anlamın

önce soluklarımız karıştırdı geceyi
terlerimiz tenlerimizde yoruldu
gizledin içindeki sızıyı
tarifsiz ve sorulmayacak sorularla sakladın

yakınken aramızdan ışık sızmayacak kadar
usulca örttük ürkekliğimizi
istemesen de anlattı gözlerin yitikliğini
gömülüverdi tırnakların çocuk avuçlarına

sanki hiç yaşanmamışçasına o gün
yaralanmış ve kırık baktık hayata
parça parça dağılıp unutulmaya durdu anılar
anladık: “kısadır düşler, sürekli yaşanamaz”

Metin Celâl

Çünkü Ben Bir Gülüm

…ve bu şiirde derdini bulan
Reyhan Koçyiğit için.

Çünkü ben bir gülüm.
Bir gül olmakla açıkladım bencilliğimi.
Ve sevilmiş olmamı. Ben bir gülüm de ondan, dedim
duyunca yazgımın içinde kavrulan sorunun çıtırtılarını.
Yürümüşüm yazgım diye bileceğim bütünü seçebilmek için,
yürümüşüm işte epey. Ne geçti eline diye sorarsan;
geçmiş için yetersiz bir açıklama.
gelecek için zayıf bir tahmin. Bildiğim bir şey yok,
hiçbir şey görmedim. Bir koku sade göğsümden yayılan…
O derin soluyuşlarda yitirmişim aklımı. Bir gülüm ben,
duymadım o tatlı sözleri, başımdan geçeni anlamadım.
Ne oldu diye sorarsan: Sevilmiş olmalıyım.
Bir gülün başına ne gelmiş ve gelecekse işte.

Herkesin gözleri güzeldir biraz yakından bakınca,
her dudakta tatlı bir kıvrım bulunur
bir kez öptükten sonra,
herkesten bir çift güzel söz çıkar biraz konuşunca.
Ama benim gibi bir gülsen eğer, iş başka;
bilinmezdir gül ve bilmez niçinleri…
Olacak olan olur derler, kestiremem bir türlü
bir an sonrasını. Sevilmek, sevilmek hep sevilmek
yazgımsa da hep benim; bilmek istiyorum artık renğimi,
anlamak istiyorum ne olup bittiğini. Yoruldum,
yoruldum bir gül olmaktan. Tam solacağım derken,
derin bir iç çekiş değiştiriyor her şeyi.

Kader ağlarını örer derler, anlamam hiç böyle sözleri.
Saçlarımı örerdim ben gençliğimde; nerede, ne zaman
çözüldüler…
bir daha örülmemek üzre? Tanrı mı, yoksa rüzgâr mı
çevirdi sayfaları çabucak. Ömrüm dediğim bir hışırtı.
Dün olan unutuldu, bugün olan yarın yine olacak.
Nereye varacağız diye sorma, bilmiyorum, bir gülüm ben,
bilemem. Gülün içindedir, anlamadıysan sen bunu hâlâ,
dönsün tekrar feleğin çemberi.
Sevilmiş olmayı doyasıya yaşayabilmek için
sevdim ben seni.

Mehmet Erte

Önce Göz Ölür

severken seni sürükleniyor hayat
sızıyor çatlak bir duvardan, gizleniyor
kemikleşmiş bir soğuk
kırma yakalı
büyük adamlarla kuş kovalayan
oğlanlar arasında

ölmüş bir kralın cinayetlerini
unutacak kadar bağlıyım sana, ipek kordonla
arap bir uşağın önünde
hint topu kadar sert, hint topu kadar
suratsız ihtiyarların sesi değmiyor ağaçlara

düşmüyor hiçbir dağa, ovaya
altı metrelik çukurlar kazıyorum
toprak ve kanla örtüyorum kalçalarını
bıçak sırtı kalınlığında…
sürükleniyor hayat, aktıkça taşıyor hiçbir yere

severken seni duruyor zaman
kahverengi bir sevinç hırpalanıyor gözlerinde
durgun suyun akışı tanıklık ediyor
“aşk yalansa her şey yalan” diyen
bir çocuğa inanarak;

kral taklidi yapacağım bu gece
ve atım ahırda hep hazır bekleyecek

(Şakağına Daya Beni’den)

Deniz Durukan

Fotograf

İspinoz beslerdi babam
Ahşap kafesinde yalnızlığın
İçinde beslerdi
Gidebilme isteğini

Bilmezdi annem saçlarımı örerken
Elleri yoksa bile
Sabah akşam
Sabah akşam
Neden ispinoz beslerdi babam

Daha iyi diyorum bu
Onun seyyad olmasından

Kimbilir, çerçevesi olmasa
Söküp atacaktı belki de
Sokağa bakan camları
Kaçabilme korkusundan

Anladım bir gün
Ne ispinozdu
Ne yalnızlığı ahşabın
Düşüp kırılan kalbiydi babamın
Şıp
Şıp
Üstümüze damlayan

Atıyorum bak havaya
Kimin önüne düşerse
Kafası kopmuş ispinoz
Odur yaşamda kazanan

Sazlığını özleyen ney gibi
Özlemek bilmez insan
Tut hadi tuuut

Derya Önder

Yanlış ve Yabancı

trenim öldü
akşamdan kalma bir yabancıyım
artık beni bu çağdan topla kalbim
kimsenin beklediği devrim değilim,
ne sevebildim yerimi
ne dirlik yapabildim,

kolay bitmedi gecen
şarkısını yitirmiş çingene bir çocukla
ağır yaralı iki bacak gibi yanyana
sabaha kadar devrildim,
bir göç imgesine saklanıp kaldı ayaklarım
ah yollar, görmediler ki beni gidebileyim.

geceleri altını ıslatan bir bulut muydu o çocuk
kaç damla yağmur yedim de böyle şişmanladım
ki düşlerin kanatlarına bile ağır geldi
bir zamanlar leylakların getirdiği bedenim
ah kalbim, ben asaleti bozuk
tanrılar çağına mı düştüm,
bunca yıldır gezerim
hiç böyle dünya görmedim.

trenim öldü
durdu zaman makinem
öyle çok sonlar buldum ki artık
bilmiyorum nereden başlamalıyım
hiç bulamadığı kapağıyım tencerenin
bir buluşmalar yabancısıyım,
koskoca yıllar yanlışı…

artık beni bu çağdan topla kalbim
bir şarkıya binip gideğim.

Devrim Murat Dirlikyapan

Gökyüzü Matkapçısı

‘müzik gökyüzünü oyar’
Baudelaire

prolog:

bir garip uzaylıdır ibrahim,
ne bulgaristan’da doğmuş
ne rusya’da yaşamış
ne de türkiyeli olabilmiştir.
ozon delindiği için filan değil
müzik gökyüzünü oymuştur da
ondan düşmüştür buralara.

sen de ibrahim
sen de bir yanlış notasın
dolaşıp durma artık, 45’lik yüreğinle
seyyar bir antikacı dükkânı gibi
kayıp şarkılar arasında.
sen woodstock değilsin ibrahim
kapama gözlerini, öyle soyu tükenmiş bir
festival gibi her yağmur dönüşlerinde.

bir hayat geçti ibrahim
bir hayat geçip gitti dışardan
biz günbatımını seyrederken sinemalarda
kaç bin karanlık gün doğurdu dünya,
onlarca bunak ülke ve ölü gezegen.
nicedir aydan haber yok ibrahim
ve nicedir yıl 1969 değil.

kerouac “yolda”
biz zaman yolculuğunda
olmuyor böyle ibrahim, duralım biraz
biraz tay durabilen çocuklar bulalım.
içmesek bu gece kurur muyuz
rock dul mu kalır, ölürse alkol
ah ibrahim, yine bozuldu musluklar
hıncahınç yalnızlık doluyuz.

değilsin ibrahim
sen bu günler değilsin
öyle ölüm ilanı gibi durma karşımda
bak kırdım iğnesini pikabımın
matkabına taktım. bir kez olsun
delme şu göğü yanlış yerinden,
dünyam bunaldı ibrahim
bunaldım kül ve katran seslerinden.

müzik bu ibrahim
öyle esip geçmelere benzemez
bir deldi mi en demir yerinden göğü
geçmişinden başlar adamın
adamı uçurum gönüllüsü yapar.
artık çıkalım şu evden ibrahim
çıkaralım tüm şarkıları cebimizden,
kimbilir, bu akşam belki birkaç
ibrahim daha düşer gökten.

Devrim Murat Dirlikyapan

Ellerin Değince Denizlerime

kalkıp bir ağacı suluyoruz ellerinle
yağmura bakıyoruz hep yağıyor
pirinçhan’da bir gramofon
-beni kör kuyularda…
ellerin öylece duruyor masada
kuyum ustası ellerin
bir şunu unutmuyorum
gülerdin, şenlenirdi bahçelerim

ben alıp ellerini uzaklara gideyim
ardım sıra kambur cüce
çevirsin çemberini
alıp gideyim ellerini… ellerinin
tenimdeki gül dövmesini

kaç kış uyudum unuttum
karlar nasıl erirdi soğuk göllerde
paslı dilim ağulu dilim kekeme
çamaşır günleri kapı önleri sevişmeme
saatleri evlerin, bir peygamber çiçeği
ağızda yarım bir cüzle
beni ezberle diyor, beni ezberle
bir bunu unutmuyorum, bir de
parmak izlerini, ateşler içinde

kaç vurgun kaç hastalık
ölmedimse, telkari gümüş
ellerin, işlediği için
bir gül
bir daha
köklerime

bir şunu unutmuyorum
aşk en güzel yenildi
ellerin değince denizlerime

Çiğdem Sezer