Pollyanna’ya Son Mektup

“Aşk mektupları elbette yakılmalı,
geçmiş en soylu yakacaktır.”
(Nabokov)

Muhabbet kuşumuz öldü
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna

Uyuyamadığım gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi…
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım.
Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben
Bir kenar süsünün gülü olsam ben
Sarı deftere tuttuğum bir günlük
Aşk olsam ben…

Sonra yazları
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu
Balkon yaseminlerle sevişirdi
Rüya hülyayla sevişirdi.
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında
Geceyle sevişirdim.
Bir davet gibi otururdum balkonda
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel…
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.
Secde eden alnımı,
Şarap içen dudağımla öpmek istedim.
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı
Beyaz bir merhemle ovmak istedim.
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna…

İtiraf etmek gerekirse
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan
Kalp şeklinde kültablaları
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
Yetmezdi yeniden doğmaya.
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse
Bedelini ödedim ama Pollyanna
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Çimento, demir, çamur…
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
En üst kattan düşerdim her gün
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
Cevap beklediğim zamanlarda.

Benim bir köyüm olmadı.
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.
İstanbul’u evlat edinsem
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna
Bir kitaba bir cüz olamadım.
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı
Biri okşasam bir yumuşardı.
Bire “BİR” olamadım.

Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı
uyanmalıydım.
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.

Sana bu son mektubu,
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
yazıyorum Pollyanna
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

Didem Madak

Samson Ve Dalila

Heceleme beni artık Allah’ım
Bırak okunaksız kalayım
Kaderimin hepsi pek iyi olmasın varsın
Bak, ömrüm eriyor işte
Çocukluk fotoğrafımdaki kardan adam gibi yanı başımda
Bak, ilkokul talebesi kalbimden
Yine karne parası istiyorlar
Bir gecekonduda oturuyor kalbim oysa
Yağmur yağdıkça
Bir gecekondunun damı gibi içine doğru ağlıyor

Saçlarımda dolunay taneleri eriyor
Saçlarımda bir kızılderili reisi
Oturmuş barış çubuğu tüttürüyor
İsmi: Mehtapta öpüşen iki sevgili
Kalbim küs oysa, kalbim yalnız bir kovboy
Nedense şimdi evinden çok uzakta

Saçlarım düşler görüyor
Rengarenk uçan balonlar havalanıyor her telinden
Saçlarımda kiraz bahçeleri
Salıncak kuruyor dallarına çocuklar
Hep ben düşüyorum, hep ben,
Ben:
İsmim kara bereli iki çocuktan biri
Ben çocuklardan biri,
Fazla yaramaz.
Ne zaman ağlasa
İskambil kupası damlıyor gözlerinden
Rest diyor hep, rest. Ne demekse?
Ben çocuklardan biri,
Fazla yaşamaz
Ne bir sarmanı va okşayacak
Ne zamanı.
Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah’ım
Bırak okşayayım.
Esirge ve bağışla beni gerçekten
Bırak düşlerimde kaybolayım.

Bir boş beşik hikayesinin olmayan çocuğuyum.
Kanadı kırılan kartal da benim beddua etsem.
Bir ağıt olarak yak beni Allah’ım
Parmaklarına kına olayım hayatın.
Affet bu siyah ve transparan duayı.
Ben zaten gecenin arka cebinde falçatayım.

Didem Madak

Tatlı Tuzlu Yaşamak

Sigaralar arasında duman altı bir gençliğim

Ve izmarit sonbaharında yaşam.
Kaçamak gülüşler,
Baktığım yerde durmalar.
Sebepsiz tartışmalar,
Yüklenmeler sonucunda büyük ağlamalar…

Aslında hayatı keşiş tadında yaşamak,
Turuncu turuncu.
Bir epiletik durumda yıkılmamak,
Hayata bağlanmak…
Avazın çıktığınca bağırmak,
Bağırılması gerekenleri kocaman susmak.
Otu, böceği, kuşu sevmek.
Kara, kötü sinekleri bile incitmemek.
Tatlı tuzlu yaşamak.

Aslında hayatı bir “Molla Zahid” tadında yaşamak,
Durak durak.
Bir narenciye suyunu bile bir şeylere sebep kılmak,
Ölmek için yaşamak.
Aldanılması gerekenlere bile aldanmak,
İnanmak.
Kayıtsız ve şartsız,
Buluğ çağında ve intisabsız.
Sorgusuz ve sorgulamadan,
Bütün bildiklerimizi susarak.

Aslında hayatı ölüm tadında yaşamak,
Korkusuz aynı dem de korkutmadan,
Saatleri ve takvimleri kaldırarak.
Koşarak olmasa da yürüyerek,
Bir kaç yorgan ve yastıkla yetinerek,
Ölümüne anlar kalsa bile üzülmeyerek,
Tebessüm ederek gitmek.
Bir selâm gibi ölümünü bekleyen ahâliye.

Aslında hayatı “ben” gibi yaşamak,
Aslında hayatı “sen” gibi kaçamak
Kısa “tire”ler içinde sıyrılıp,
Aslında hayata koca bir tırnak işareti açmak…

Lütfü Şener

Her Yerdesin Nerdesin

bir anıt yapmak için tırmandığım dağda sen
çekicime ilk değen taşların içindesin.

başarısız kimsesiz, gizlice ağladım mı
ağzıma tuzu değen yaşların içindesin.

uzaktan her kımıltı senden bir haber bana,
arkası bana dönük başların içindesin.

çiçeğimi ansızın meyva yapan yazların,
dallarımı koparan kışların içindesin.

canımda çınlar sesin; her yerdesin, nerdesin?
gündüz gece yaptığım işlerin içindesin.

rüyama başkası da giriyor zaman zaman,
sen, uyanık gördüğüm düşlerin içindesin.

Behçet Kemal Çağlar

Gittin İçimde Kaldı Ayrılık

Ayrılırken buz tutmuş bıyıktı gözlerin
Kaçamak ellerimiz komutsuz sallandı
Dudaklarımızda sıradan sözcükler
Vedalaşmayı bile beceremedik
Son bir bakış kaldı arkanda
Kalabalığa karışan
Her şey düzmece bir dinginliğe gömüldü
Gittin.

İçimde
Yığınlarca kitap kaldı uçuşan
Sözcükler beynimin köşelerinden
Çıkıp korkuttular gecelerimi
Peşimden geldi gölgeler
Aynalara bakamaz oldum
Hiçbir oyun avutmadı beni
Yaşamıma sığmayan bir şey kaldı
İçimde.

Kaldı
Yeni bir kent işkenceye hazır
Ödeşemedim gittiğin mevsimlerle
Belleğimi silkeleyip anılardan
Tik tak çaldın uzun zaman
Alışamadım yarımlığa
Düşlerimde intihar tutkuları
Sırtımda hançerinin oyduğu boşluk
Kaldı.

Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
Sonbahar hüznüne benziyor pencerede
Artık konuk beklemeyen gözlerim
Sayfalar da bitti ışık da her yanı kapladı

A. Kadir Bilgin

Nokta

Günün dağlardan inme vakti geldiğinde
mevsim güz, bulutlar yağmur kokardı,
sözcükler sevinçten uçardı adın geçince.
Eskiden insan varsa aşk da vardı, şimdi
o bildik gökyüzü değil üstümüzdeki.

Bir yanlışlık oldu, ömür de yoruldu
ömrümüz olmaktan. Hevesin huyu değişti,
yıldızları saymak geçmiyor içimden!…
Varsın umutlar eskiye dursun annem,
aynlıklar kapı aralıyor yeni buluşmalara.

Bir gece vakti aydınlığı olarak yeter ki
Yol göster bana tüm zamanlarda
Senin izinde bulurum ben kendimi!..

Sunu

Soru imi yerine ünlem de konulabilir
oysa her ömrün sonuna kesin bir nokta;
herkes kendi içine gizliyor ölüsünü!..

Hüseyin Atabaş

Bedeli Ömür Olan

Anlamıştım mevsimlerin değişeceğini
seni o sabah sesinden öptüğümde!..
Yağmur bulutları geziyordu üstümüzde;
aşk burcundayız aylardan ilkyaz kapısı,
kelebeklerin yazgısı ağıyor ömrümüze.

Kırağı vurmuş gibiydi sesinin rengi,
yine de vadileri gül kokuyordu teninin.
Dağlardan iniyordu gecenin ürpertisi,
yola sarkmış bir dal kuşkuydu yüreğin.

İçi daralıyordu bütün sevdiklerimin!..

Zamanı zamandan sağdın öyle bir anda;
ateşi çaldın, aşkı insanlara bağışladın!..
Yüreğimde denizleri kıpırdadı yurdunun
duydum, o anda hem beni öpüyordun
hem anne özlemini sürüyordun içinde.

Özgürlüğümüzün tarihini yazıyordun
ılık bir rüzgâr gibi okşadığın yerlerime.
Böyle bir günde nereden bilebilirdik
bir ömür olacağını bu aşkın bedelinin.

Dinle, sessizlik geziniyor sokaklarda!..

Hüseyin Atabaş

İğde Kokusu

Eski günlerin yasını tutuyor kadavram,
oysa kendi halinde bir ömrü seçmiştim;
sevmek buysa belki kendimi özledim ben
sessiz ve yakınmasız yorgunluklarda!

Hatadan arınmış günüm olmadı hiç,
hiçbir günü karşıdan karşıya geçemedim.
Çocukluğum renkli taşlar topluyor kıyıda,
güneş kızların eteklerinde doğuyor hâlâ

Karın tokluğuna çırakmışım dünyada,
biriktirdiğim özlemler en büyük servetim.
İçimdeki ışık söndü girdiğim her tünelde,
olmadığım yerlerde arıyorum kendimi.

S u n u

Yol boyunca buram buram iğde kokusu,
kederinden çiçeğe durmuş ağacın biri!

Hüseyin Atabaş
Ünlem, Kasım-Aralık 2004

Sözcü

İşte yine yüz yüzeyiz.
Sözün yerini ezgi alacak birazdan.
Ama her şey sussa bile
duyulacak olan aynı ezgi mi?
Çıkıp kendimizin dışına
şöyle bir dolaştıktan sonra
aynı yere mi döneceğiz yine?
Yine aynı sözcükler mi
dökülecek ağzımızdan
konuşmaya sıra gelince?

Öyleyse…

Kemal Özer

Öptüm Seni

Alnından öpmek isterdim seni
kirpiklerinin ucundaki kederden
dudaklarının ayışığından
çılgın sesinden yüreğinin
çığlığından acının

Asık yüzlü kötümserim sabahları
özellikle

Özellikle beni özlediğin geceleri
özlemek isterdim seni ne çok seven biriyim
ne mi kavuşmanın ve ayrılığın bedeli işte o zaman

Öptüm seni

Refik Durbaş