Manolya

Çengelköylü İlya Çarligis’e
ve Mıgırdiç Margosyan’a

kaçak yolcularısınız sanki hayatın
beklediğiniz hep yanlış durak
işler kesat bir agora indiğiniz
hangi kapıyı çalsanız üç günlük misafir karşılaması
oysa yerleşik sevdalara göredir insan
göğsünüzde kutsanmış bir ülke gibi duran
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
limonlu çay kokusuyla serinletir anıları

miras kalmış acılar eşyaların yüzünde
yüzünüzde kıta kıta ayrılık
din din ayrımcılık perçinlenmiş öfkenizde
yine de bir vaftiz gibi hatırınızda kalan
şaraplı Pazar günlerinin fısıltısı
kendi dilini konuş kendi dinini yaşa
ama hayat kocaman bembeyaz bir manolya
her dilde aynı kokar
ve kapatır kendini her dinin akşamında

hala yağmalanıyorsa yarınlarınız
susmak günah çıkaran bir inanç gibi
anlatmalı kendi öğretisini
değerini bulsun diye bu bin renkli mozaik
geleceği kurtarmalı geçmişi yargılayan
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
düşmanca mı susar dostça mı bakarsınız
gözlerinizin rengine karışamam…

Nilay Özer

ağlayan harfler masalı

adındaki ağlayan harften başlayarak
öpüyorum seni aşk,
dedim ve dilimi verdim kışa,
yüzümü döndüm güneşe başladım son-
ra’nın masalına… dediler
iyi şeyler de vardır hayatta
iyi şeyler de… karın yağması,
yağmurun ıskalamaması gibi iyi şeyler…

dedim iyi şeyler de gelir bazen başımıza.
dediler kalbin tam ortasında unutulacak
ayak izleri olsa da… gün gelir bir rüzgâr
nasılsa gün… gelir bir rüzgâr daha…
bir rüzgâr böylelikle siler izleri
kalp katran… ve taştan yoğrulmamışsa
iyi şeyler de gelir bazen başımıza
dedim yanlış anladı beni herkes sonra.

iyi şeyler de dediler… sustum da susamadım
yalnız dedim, yalnız iki harf var bu masalda
ilki tüm aşkların… dediler, ah akşamların
ortasında ağlıyor mahsur ve mahzun
içimde kalmış dedim ikincisi.

dedi, adımdaki ağlayan harften başlayarak
beni öper misin aşk?
ağır sustum ve uzun… diyemedim
ah aşk…
göz yaşın damlıyor
kalbime… eğil de
gözlerimde biriken harfe bak!

beşir sevim

Kabuk

Ah, bütün kalbimle öyle hissediyorum,
Öyle ümit ediyorum ki,
Ölümün kendisi geldiğinde,
Ölümün bu her günkü ağırlığı,
Her günkü hükümranlığı
Sıyrılıp düşecek, a ruhum,
A kuzum, a beyaz farem,
Sözümüzün, sazımızın,
Şenliğimizin üzerinden,
İyileşmiş bir yaranın
Kabuğu gibi.

Ve içimizde açtığı yaranın yüzü,
Yaranın gülümseyen yüzü,
Yaranın sarhoşluk veren ışıltısı,
Oyunlarımıza delilik katan,
Çocukluk katan ışıltısı,
Yaranın soru soran,
Konuşan ışıltısı,
Düşünen, tasarlayan
Ve yaratan ışıltısı,
Yarayı yara yapan ışıltısı
İnsanı insan Yapan’ın
Işıltısına karışacak,
Denize ulaşan bir derecik gibi.

Cahit Koytak

ağır kesik

yanan kibritin
boynunu bükmesi bir tükenişti
…gördüm.

o büyük suskuyla düştü
korunaksız balkonlardan ömrüm.

camın kenarından
girdi içeriye o karanlık.

or’dan düştü bu serçe,
bu suç…

kendini tellerinden kanatan
bir kemanın sesiyle
kalbimdeki çatlağı büyüterek
nasıl da geçiyor zaman.

ki et ve kan
hoşnutluğu değil tenimde yatan
öyle bakma, çok eski sevdim.

sondan başladık söz’e
şimdi başa dönelim.

her ne varsa yalan…

bir yılan sayıklar
kendileriyle bu rüyâda,
tüm yalanları kadınlar
çiçek kılığında saklar.

bur’da uzak
“gözlerini kısıp ardından bakmak-“
-la başlar… yol uzar

çünkü sabır,
boşluğa ipek tellerle yaslanır
diye…söz,
dirimin ölüme kınsız yasıdır.

hayat! ölü biri gibi uzuyor gövden
irinler, siyahlar akıyor
uykusu ağır kesiklerinden
kendini tekrar ederse
aynalarda suretler
şehirlerin arka yüzlerinde
iç çekişini saklar gölgeler.

her şeyi ben inkâr ettim râvî
artık ters çevirme kum saatini.

yol gitmeye meyillidir,
belli bir
vakti yoktur akıp gitmenin
ne gündüzdür
ne de gece…

mesafelere yol taşıyorum işte
uzak yakına gelebilsin diye

diye…

Beşir Sevim

Bir Günün Dökümü

1.saat

otur dizimin dibine ıssızlık tanrısı
ben sana yarım kalmış aşklardan bahsedeyim
sen bana yaratamadığın güzelliklerden bahset

otur dizimin dibine ıssızlık tanrısı
gözyaşın var mı senin, varsa dök de git

*

2.saat

severim yarıgeceleri
yarıgeceler suskundur, konuşkandır yerinde
hüzünler yağdırır hüzünler yağdırır hüzünler yağdırır
derinlerden hissetmesini bilenlerin üstüne

*

3.saat

bünyamin, nerde senin belâ çiçeğin
sen onsuz yaşayamazsın, düşük kalır sol omzun
içine yağan karın haddi hesabı olmaz
giremezsin bir şiire ferahfeza giremezsin
kurtlar basar ormanını, boynundan devrilirsin

bünyamin, nerde senin belâ çiçeğin

*

4.saat

taş yerinde ağırdır
onu bilirim

her yerde ağırdır aşk
onu da

*

5.saat

bir damlasısın sen yaşamak ırmağının
yaşamak ırmağının diyorum anlıyor musun?

*

6.saat

tek yıldız yok gecenin sonsuzluğunda
dışarda çıt yok
kalbim dayanamaz bunlara
üstelik uykum kaçmış
can çekişen aşklara kaçmış
ağır bir yenilginin dumanı üstünde sıcaklığına
allah yorulmaz demeyin, allahın yorgunluğuna kaçmış

ben senin sözcüklerden arınmış aykırılığına kaçmışım

*

7.saat

ağlayacağım
başka çarem yok
dostlarımın beni birer ikişer terk etmesi var
ağlayacağım

ağladığımı sonbahar ağaçlarına anlatacağım

*

8.saat

kimi güzellikleri savsaklasam da
iyi kötü yaşadım işte yaşıyorum
kazık atmadım kimseye
harama uçkur çözmedim
didiştim dövüştüm seviştim

en çok kendi karanlığımla öpüştüm

*

9.saat

gece
fokur fokur kaynayan bir cehennemdi
gözlerimi kapatsam gövdemin üstünde binlerce zebani

*

10.saat

ey acı, beni bekle
sana yaz yağmurlarından selâm getireceğim
çocukluğumun akide şekerlerinin ayartıcı kokusunu
leblebi tozlarını ve panayır şenliklerini
sana guguk kuşlarının ötüşlerini

ey acı, beni bekle
beklemezsen söker atarım kalbimi

*

11.saat

senin ömrün:
yağsa bir türlü yağmasa bir türlü bir uzun yağmur
devlet ricâli tarafından soldurulmuştur

*

12.saat

gidersin, giderken dağları da sürüklersin ardından
kelimelerin gücünü de götürürsün, güçsüzlüğünü de eli böğründe kalmaların)
ben anlarım ya, başka kimseler anlamasa olmaz mı

ben anlarım ya, başka kimseler anlamasa olmaz mı
senin ayrılıklardan ziyade kavuşmalarda yandığını

*

13.saat

ben bu kadar üşümezdim
ölümden ve şiirden düşmeseydim hayat’a
hayat beni mukayese etmeseydi yolların
yolların telâşıyla
ben bu kadar üşümezdim

*

14.saat

saklandığın yerden sen kolay kolay çıkmazsın
kelebekleri sıkmazsın parmaklarının arasında
terörle mücadele şubesi’nin önünde ağlak ağlak oturmazsın
aman sevgilim, yaman sevgilim, zaman sevgilim
-takla attırıyorum bak kelimelere-
armut dersem çık, elma dersem çıkma!

*

15.saat

ne vakit havalandırmaya kalksam odamı
bir serçe sürüsü içeri hurraaa
bir söyleşiye koyuluyoruz ki canıma minnet:
karl marks’ın öğretisini konuşuyoruz
muhammed ali cinnah’ı, deniz gezmiş’i
sevişmesi bir cehennem kadınları da
elitist erkekler cumhuriyeti’ni unutmuyoruz
kralları ve dalkavukları, dolayısıyla

dolup dolup taşıyoruz, gülten akın’ın mısralarıyla

*

16.saat

aşk:
o ne mümkünsüz diyar!
içi de, dışı da, yaz’ı da, kış’ı da
kapanına kıstırdığını yakar

*

17.saat

jean paul sartre ne demiş:
“çiçek çiçekliğini kendi oluşturmaz
insan insanlığını kendi oluşturur”

jean paul sartre, demiş de ahmaklar dünyasında
iyi halt etmiş

*

18.saat

her eşitlik bir özdeşliktir ama
her özdeşlik bir eşitlik değildir
ben sana özdeş olayım
razıyım buna da

*

19.saat

internetten hazzetmez de, ne etsin ahmet erhan
tutmuş bir e-posta göndermiş geçende
şöyle yazmış irikıyım bir incelikle:
(başka bir şeycik de yazmamış zaten)
“bünyamin, doğru kardeşim benim”

gözlerine perde inmiş: ben imalât hatasıyım
ah ahmet erhan, yanlış kardeşim benim!

*

20.saat

hep söylerim de kim dinler beni:
bu dünya, aşk mekânı değildir dostlar

çenemi tutsam biraz iyi olacak:
-babam, doğum günümde ölmüştü benim-
ibret-i âlem için göreceksiniz
beni doğum günümde vuracaklar

*

21.saat

bir bok gelirmiş gibi sanki elimden
dert küpü kesildim başkalarının
kendi söküğümü dikemem oysa

iki kadeh rakıyı bir kenara bırakın
sevdaya tutulmuşsam bir damla su içemem

*

22.saat

muhayyilem bitpazarı örneği
üçüncü cihan harbi saçım-sakalım
tırnaklarım uzadıkça uzuyor

benden adam olmayacak, anladım
can bu tenden çıkmadıkça

*

23.saat

çiçekçi bir çingene kızının söylediği türküden
düzelecektir dünya

düzelecektir düzelmesine
ben göremem ya!

*

24.saat

sevgilim, ölmek istiyorum, ört beni
söylencesel “otuz kuş”un kanat çırpışlarıyla.

bünyamin durali

Biraz Bahar Gerekiyor Allahım

biraz bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim
biraz çağla birkaç erguvan gerekiyor
ahmet hamdi tanpınar biraz da zarifoğlunun geç dönemleri
sağcılık gerekiyor biraz, biraz isyan, biraz unutuş

hem toz olurum istesem hem korkarım gitmekten
karakoncolos bahtım şikayetçidir benden
yordum seni ey yeşil gözlü şair ama gene de korudum
seni koruyunca ben baharı kaybettim

ben baharı kaybettim
benimle birlikte başladı gocuk giyme modası
anlamadım sere serpe anlamadım nasıl sevilir
anlamadım yaşamak nasıl böyle kuzguni
uzun etekler balıkçı yakalar elhasıl kış mevsimi
bu yüzden anlamadım bürümcük nedir
ama şimdi bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim
bahar gelince saatlerin ileri alınması gerekiyor
sahilde ellerinden tutulması gerekiyor çok uzun saçlı çok esmer kızların

şırfıntı, sırnaşık bir şeydir bahar belki bilmezsiniz
patronların ağzında bir şakaya dönüşür
bahar en çok içimizin devasa yoksulluğuna yaraşır
ütüsüz pantolonlarımıza, üstten açık iki düğmemize
biber kızartan annemize, iş işleyen kardeşimize

ben bu şiiri bu baharda bitirirsem bahse girerim
bir mavisine bir de gazozuna bahse girerim
sigarayı bırakırım sekiz saat uyumaya başlarım

ben bu şiiri bu baharda bitirirsem dilim çözülür zihnim açılır
hem bahar gelsin diye ihanet ettim musaya
bunun için atıldım senatodan, balıklı havuzlara altın saçtım
el hakü müttekasürü ezberledim hallaçla asılmadan hemen önce
biraz bahar gerekiyor diye başlayan bir şiir yazdım

galiba ben hiç iyi değilim

ismail kılıçarslan

Son taşı günahı olmayan atsın Azize

Bir Gün Azize’ye
“Gel kaybolalım… Kaybolalım ve bizi bulamasınlar!… Kaçarak ve saklanarak değil; ortaya çıkarak gayb olalım!” dedim.

Ama Azize kaybetmeyi seçti. Elindeki her şeyimi kaybetti Sonra da ellerini…

Öyle çok aradım ki onu. Ülkemde çocuklar büyürken… Azize yanında hayatımı da alıp gitmişti.. Şimdi karşımıza haya/t değil tecavüzler çıkıyor.

1)

Cehennem ateşleri Pozantı’yla tutuşturulurken
Azize’nin yolu cennetten geçsin diye oturdum bir kızla büyüdüm!
Annesiyle büyüyen kızların saçlarına ay yaşlar basarmış!
Babasız büyüyen kızlarınkine ise ayyaşlar…

Büyüyünce gözlerini gözlerime bir düğme diye dikip
“Nereye gideyim baba” diye sordu bir gün

“Sen hayata aitsin
Git, istediğin yere git kızım
Git hayatı çalınmışlara…
Yaşa, sev, çoluk çocuğa karış
Benim bilmediğim bir yerde de öl!
Sen bana değil hayata aitsin çünkü…”

diye
yırttım verdim gözlerimi ellerine!

Azize…
Senin yırtılışını sakladım.
Bir yaprak koydum önüne resmin diye…
Solacak ve düşecekse de kendi dibine düşer en azından…

Plastik aşklar dünyasında yapraklar yapmadır.
Bulaşmasın insan eli değmiş hiç bir kalbe diye
-O kadar yapma demiştim halbuki.
… sana, o kadar!-

Şimdi sana benzeyen bu kıza verdim gözlerimi.
Artık kimin sen olmadığını bile bilemeyeceğim Azize…

2)

Ah Azize, senden sonra kimin hayatına eşlik edebilirim ki?
Konak’ta mumlu bardaklar sattığım ellerime ağlayan bir köre
hayatı sordum:
“Hayata bakılmaz, ellerinle tutamazsın”
“Gözlerinle göremezsin
Bırak herşeyi
Bırak
Sadece derin bir nefes al
Tarihe ilerle” dedi.

Ah, insanın gerçek tarihi yaşanmamış olanmış Azize
“Unutursan intikam olur, hatırla” dedi “hep!”
“Hatırla…
Hatırlamak öldürür” dedim.

Bunca hatıra bir silaha dönmüşken
Ah Azize…
Tetiği olduğum bir topallayışla iniyorum şimdi unutuşlar mahzenine…

Her yer karanlık!
Herkes karanlık!

Kaç el sıkıp da kafama ölmediğimi bilirim
Ölmüyorsa bir insanın içinde diğer insan
Ölsen de içinde bir can hala nefes alırmış,
İçime seni çekerken burun deliklerimi çatlatırcasına
Dışıma da öyle veriyorum kendimi ciğerlerimi kusarcasına…

3)

Bir zihin yerinden kalkmadan beden nereye gidebilir?
“Hicret et” diyorsun Azize!
Götürebildiğim sadece bedenim
“Geride kalan aklıma sen sahip çık Allah’ım”
Bunca mültecinin ortasında
Karısını özleyen bir Afrikalıya yüzünü soruyorum.
-“Dünyanın en güzel siyahı” diyor…

Utanıyorum tüm beyazlardan…
Devletlerden
ve
ellerimden…

Kumkapı-Kurtuluş arasındaki esnaf lokantalarında ömrümüzü veriyorlar tabakta
Polislerin Travestilerin ve Mültecilerin arasında Azize
Oturup ömrümüzü yiyoruz.

Şimdi ezanları okunan bir İstanbul’dan Şam’a kadar koşup
Bütün zindanlardaki erkek çocukların annelerine
Kocalarınıza kiraladığınız aklınızı
başınıza alın çocuklarınızı ve kesin saçlarınızı
ve toplayın şehirlerin ortasında
Yakın!
Babalar da bıyıklarıyla beslesin ateşleri!

Bu taşeron İstanbul cehennemine odun olan Anadolu!
Sen dağılmadan dağılmayacak kalbimin Rabbi…
Rabbim yanıyor şantiyelerde,

Allah’ım Allah’ım sana inandıkça her yer çil çil cami
Her yer kimsesiz gariban ve burası mı sana kılınan secdeler?
Al alnımı geri…
Taşıyamam!

Secde özgürlerin işidir…
Köleler secde etmez; isyan eder!
Şimdi yeryüzünde okunan tüm ezanlar Allah’a çekilmiş kılıçtır!
Bize şehirleri tutacak elçiler değil, bize şehirleri yakacak Peygamberler gönder!

4)

Ah, şaşkın Azizem benim.
arkandan Seâli ateşleri yaktım
Ahali önünde günahını gömdüm haykırarak

Peki beni şimdi kim affedecek?
Öyleyse ilk taşı sen…
Son taşı ise günahı olmayan atsın Azize !

Kayıpkentli…
Kıztaşı-Fatih

ne tuhaf değil mi

kimse önünü görmüyor.
ne tuhaf değil mi?

herkes gittiği yeri birbirine soruyor.

insan inanmak istemiyor.

herkes birbirinden şüpheleniyor
ve hayretle birbirinin yüzüne bakıyor.

biliyorsun, hayatta her şey gizlidir,
her hadise bir sırdır.

malum, her insanın altında başka bir insan yatıyor.

başka ne olabiliriz?

nasıl yaşayabiliriz?

herkes bunu soruyor, kendi kendine konuşuyor.

herkes kendinden korkuyor,
ben de kendimden korkuyorum

Sevim Burak

Karagün Dostu

biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir

biliyorum
şiirle şarkıyla olacak iş değil bu
dalda narı
tarlada ekini kızartmaz güvercinin gurultusu
ama yine de
dişler arasında bıçak gibi parlar kavgada
şiirin doğrultusu

göz gözü görmez olmuş
tek bir ışık bile yok
yürek bir yaralı şahindir
döner boşlukta

belki bir şiir
belki bir şiir kırıntısı
çalar kapımızı umutsuz karanlıkta
yoklar yüreğimizi
iğilir yaramıza
dağıtır korkumuzu

ve karşı tepelerden
gürül gürül bir kalk borusu

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Bu Çıkmazda

Ağzını kokluyorlar.
Seni seviyorum demiş olmayasın sakın.
Canını kokluyorlar.

Tuhaf zamanlardayız sevgilim…

Yolları kesip,
aşkı kamçılıyorlar
yol boylarında.

Aşkı zulalamak en iyisi…

Bu çarpık çıkmazda, bu uğunduran soğukta
kürek kürek şiirlerle, şarkılarla
besliyorlar kendi ateşlerini.
Farklı düşünmeyi aklından bile geçirme.

Tuhaf zamanlardayız sevgilim…

Gecenin bir yarısı kapıyı çalan
ışığı öldürmeye geliyor.
Işığı zulalamak en iyisi…

Ellerinde kanlı satır ve sopalarla
köşe başlarını tutmuş kasaplar.

Tuhaf zamanlardayız sevgilim…

Dudaklardan gülmeleri kazıyorlar,
ağızlardan şarkıları.
Neşeyi zulalamak en iyisi…

Zambakların ve leylakların ateşinde
kanaryaları közlüyorlar.

Tuhaf zamanlardayız sevgilim…

Cenazemizde şölen yapıyor Şeytan,
kendinden geçmiş, zaferine kadeh kaldırıyor.

Tanrıyı zulalamak en iyisi…

Ahmed Şamlu