Çiçeksiz Koku

Şiirden bir gölge çıktı.
Penceredeki çiçeğe su verdi.

Memesini çıkarıp 
Çocuğunu emzirdi. 
Sonra da şiire döndü. 
Ardından beyaz bir kadın çıktı. 
Bodruma çöpleri atıverdi. 
Evi havalandırdı. 
Sonra da şiire sığındı.

Enes KİŞEVİÇ

Tarih Bitti

Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi
Sert şarkılar vardı yanaklarında

Sabahın sisini dalgın atlara yükledim
Senin şehrine vardım saçlarını aradım boşuna
Sen yoktun bir şey yoktu
Bütün dillerde yalan söyledim sana inanmak için

Sen gittin tarih bitti milat neyi açıklayabilir
Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi

Ne vardı bir de bahçeler vardı

Bahçeye resimler düşmeye devam ediyor

Kimi eski bir denize çizilmiş
Kimi her yanı haziran bir trene
Kimi bir kelimeye

Bir resimde isa akşama bakıyor
Bir resimde tarihçiler eliboş dönüyor kadınların verdiği sözlerden
Bir resimde yüzlerce anahtar var hiç kapı yok
Bir resimde telefon çalıyor açıyoruz ve yağmur
Islanıyor zaman
Bir resimde yedi kişiyiz aramızda en güzel ölüm gülümsüyor

Çiçektik çok
Hatırlar mısın
Hatırlarsın

Geçtik dünyanın arasından
Geçtik bu küçük omuzlarımızla
Maviler giymiş ağlayan meleklere
Tarifsiz kadınlara
Düşmüş bayraklara gecikerek
Geçtik dünyadan bağışla bizi

Yaptıklarımız için
Yapmadıklarımız için
Elimizi
Dilimizi
Tanrım
Bağışla bizi

Kimsenin olmayan bir yoldan geçerken
Kimsenin olmayan bir resmini gördüm hayatın

Büyük dalgınlar vardı
Cevapsızlar
Hiç deniz görmeyenler
Kimseye bir şey sormayanlar vardı
Kaybedenler
Hayatın büyük ırmağında
Vardı ve akıyordu

Sonra kimse kalmadı
Hiç kimse
Bağırmak için
Yalvarmak için

Çünkü herkes gitti
Çünkü herkes gider

Geceler var bir de iyi geceler

İyi geceler bayım hiç yittiniz mi
En az bir defa yitmeli insan

Nasıl geçti yıllar telefon beklerken mi
Şarkılar bitti şarkılar bitti
Bir şey söylemedin kadınlar için
Devrimler için bir şey söylemedin
Yıldızlar için
İyi geceler bayım

Yine birisi ağlamış bak yeryüzü ıslak.

İçinde yalan olmayan bir cümle söyle bana
İçinde amerika olmayan bir cümle söyle
İçinde zulüm olmayan bir cümle
İhtiyacım var buna

Çok hırpalandım zeytin ağacı
Çok hırpalandım sevgilim
Bu vakitsiz değişen haritalardan
Kederli göklerden mübarek çocuklardan kapanmış çiçeklerden
Geldi geçiyor dünya
Elimi tut
Bir cümle söyle
İçinde yalan olmayan bir cümle
Göklere bakma anında dünyadan çıkma anında
Söyleyip kaybolayım söyleyip varolayım
Bir cümle bir cümle bir cümle

Lailaheillallah

Mevlana İdris Zengin

Mezar Taşına Dokunurken

deriiiin bir iç çekişe öykünme, ya da çocukluk işte…

okun gösterdiği yerdi şehrin kalbi
düştü, ürkek bir yetimlikle titredi ellerim
içimde yanmaya başladı morg
hangi sayfasına sığınsam tarihin
bir ölüye fresk oldu gözlerim

artık babam sümbül kokan toprakmış
levhi mahfuzun tarihi kadar eski
ki bir temmuz sabahı açtık ölüme kapımızı
albumin kokusuyla uyanmıştı servisler
ve rahvan yılkıların manidar gözleri

bizi buluşturan tabut kadar hızlı geçti
titrek bir sis kadar çabuk dağıldı vefa
kesildi soluğu saçları kınalı bir kadının
ve son buldu baharı kelebeklerin
bekliyoruz sonbaharı ansızın kopacak bir fırtınayla

çünkü sütten kesilen toprağa döküldü hicran
turuncuya çalınca maun tabutlar
Işıldıyordu yüzün ve ölüyordu
uzuyordu gölgen hiç durmadan

şükür inanmıştın Allaha ve uhrevana
iyi ki yazılmıştı epriyen alnına bu
çok korktum kırılacak diye fay hatları kalbinin
ve devrilecek üstüne karartılmış bir hayat
ve elvan elvan bir nifak yağmuru

zamansız özledikçe seni, gönlüme nakış,
sana yasin; ve yetim çocuklar için
ve nunu sakin kasesinde yepyeni umutlar biriktirdim
çöl yetimi bir sevdasın sen şu bükük boynumda büyüttüğüm
hiç duymayacağını bilebile şiirler söylüyorum sana
yetim ellerimle okşarken toprağını gurbet ellerin

hem ölü babalara şiir yazmak, uzayan gölgelere sarılmak
ve uzanmak kelimelerin hevengine
efsunkâr bir şeytan aldatmacasında
giderir belki susuzluğunu yetim ve haylaz çocukların
ben de kanmaya hazırdım hayata
hayatı ısraf etmeye mezar başında bir çeşme tasında

bir ben miyim susuz kalınca sözünden cayan
babam öldü ve senin de sözlerin yetim kaldı buhari
şimdi Küfe’li ne derse desin, Basra’lı ne eylerse eylesin
bozuldu silsilesi hayatın
ve zayıfladı ilk senedinden sahihiniz; ey Müslim Ey tırmızi!
ah canansın Ebu Derda sana asla kıyamam
babam severdi seni….

Kâlû; belâ demiştik ancak sözümüzü çiğnedik baba
hepitopu bir kelime ısrafıdır bu
nolursun çok görme bana
eksikler tamamlanınca yeni gözler yaratacağım
bir çoğunu bir sabah namazı vaktinde
ve yeni sözler vereceğim bir daha şiir yazmamak adına
sen de alınma Allah’ım
bu duadır ve yanıyor içerim
“ rabbim babamı başa sar..
ve biraz da öyle dondur”

Hasan Tan (Pejmurde Dilim)

Merhaba…

önce ödünç aldığım çocuk seslerini geri veriyorum
ardından yıldızlardan aşırdığım haylazlığı
ve sonra bütün kelimelerin itibarını iade ediyorum..

affedilecek bir hata işlemedim biliyorum
bu yüzden dizelerin giyotinine uzatıyorum boynumu
aman dilemek değil susuşum
kendime bir son olmaktır asıl maksadım
ve giderayak hepinizi afediyorum..

dilimde kadim bir ’elestu ’ tutulması
ruhumun yansımalarındaki ’bela’ gibi
ve avucumun uçurumlaşan yerlerinde
kelimelerin zedelenen onuruyla gülüyorum
hain ulak dediğim şiirden özür diliyorum

oldu mu diyorum son söz olarak
alnımda yanmaya başlıyor esrik bir musalla
kainat senfonisinden bir uğultu yükseliyor
dikenli bir nakarat dökülüyor alnıma;

kalû belâ…

ki zaten hiç olmakla başlamıştı devran
Dönüyorum ben de alem-i ervaha..

El-veda….

Hasan Tan

Çıdam

ağır ve soğuk düşüncelerim
kaslarımı geren bir bulanıklık
terliyim

dosdoğru yaşamaksa hayli gülünç
her gün aldandığım bu sokakların
beni hunharca güldüren bir yanı var

ellerime üşüyen kurtlar alıyorum
bu sıralar en çok bu yakışıyor tenime
kaç zamandır aynaların meclisine uzağım
saçlarıma ve çimenlere sıkıcı buğular getiriyormuşum
gözlerimde dağınık evlerin haritası saklıymış
üşüyen kurtlarla ağlaşıp avunuyormuşum
saygıdeğer aynaların hakları var

haylidir hiç söz etmedim
çünkü insanların duvarları karalı
açık ve kesin konuşmalardan kaçındım
haylidir dokunduğum tellerin kanı var

sesimin tonu kıvama gelmek üzere
vakti gelince meydanlara çıkacak
o zaman bu tona vurulacağım
kaslarımı ve tenimi yorumlamaktan
sedalı-sedasız sesleri ayarlamaktan
bir anda kurtulacağım
yeni tonlar kurabilmek için
kullanılmamış harflerden ve notalardan

geceye ihanete varan hiçbir sözüm olmadı
ne de olsa gece beni barındırıyor
bu kadar isin ve buğunun içinde
sayının ve katranın ortasında
geceye anne diyebiliyormuşum

adına çıdam diyorlar
sahte susuşlar ve repliklerden
sakin duruşlar kurduğum bu uçuşun…

Hüseyin Alacatlı

malatyalı abdo için bir konuşma

 

her şey akıp gider
oh onlar birer ayçiçeğidir yüzleri
güneşe ve aya dönen
hep güneşe
ve ben ruhçulara göre şaşkın
zevcelere göre alkoliktim

evet gerçekten hayatımda çok içtim
ne kadar içtim, ne kadar duraklardan geçtim
öfkenin ve sevincin özrüne sığınıp
ama. bir akşam oldu muydu iyi bir akşam
yani saksı çiçeklerinin üzerine tozlar konan
ve çalışmışsam o gün, dürüst ve islâm kalmışsam
bu iyi bir başlangıçtır derim aşk yapmaya.
sular ısıtılmalı güğümlerde ve karım
güneşin batışını fark etmeli ve deniz
bir kavga gibi girebilmeli aramıza
fark etmeli ki iyi bir güneş iyi bir yataktır
benim kollarıma
ve fayton seslerini duymalıdır loşluğa giden
benim kollarıma.
bilmem yetkim var mıdır söylemeye onun

anadan doğma mutsuz olduğunu.
mutluluk evrenseldir kolayca bölüşülür
kolayca hazırlanır kendiliğinden
(kimine bir kadın kimine bir başkaldırma) –

oysa şimşekler çaktı mıydı bolkar’ ın üzerinden
sular tarlaları bozdu muydu
ve bir kadın azıcık davet taşıdı mıydı
neden söylememeli, anadolu’ da
gecelerin zifaf olmaması imkânsızdı
ve kocaman bıyıklarıyla
ayışığını zorlayan
çoğalma duyguları

bu arada tiyatrolar oynanır
hak edilmiş gece ayasını karıştırır insanın
ve birden karşı karşıya gelir
romeo ile kerem ve ben
bir düzeni eğitimli bir adam olarak kabullenen
susarım aşklarına her ikisinin
-araya koca gözlü bir küçük kız girmese-
sevmek başka bir yetenektir hemen anlarım.
hemen anlarım, hiç yanılmam
ve çarşılarda, cami avlularında
ahşap çatılar altında nice kültürler gelişmiştir
bilirim. ama bir akşam
hak edilmemiş bir akşam
dürüst ve islâm kalmamışsam
yeter kendimi yargılamama
bir şey yapmam
biraz daha beklerim –

– her şey akıp gider, bir katı hüzün kalır
her zaman geceleyin kalır o, bazen gündüzün kalır
beyaz gömleklerin ve kayıt defterlerinin
banka sıralarının ve sıra beklemelerin
ve bir düzenle yüzyüze gelmenin anısı
bugün başka şey ve başka bir şeydir yarın
ah! işte öyle bakmayın
bir geçmişi anmaya var mısınız
biraz benimle, biraz benimle, biraz uzak ama yarın
geçer gidersiniz uzaklardasınız.
ben de bu dünyaya geldim geleli
benden böylece işte ne umarsınız.
ah! her şey akıp gider, bir tarlalar ve sevda kalır
ne sevdadır ne bıçaktır, utançlardır saklanır
çocuklar bir gecedirler girerler yatağımıza.
birisi sağımıza, birisi uykumuza ve biri mirasımıza
ve gizli bir başeğmedir sizde aşk
kilimlerle ve orkidelerle oyalanan
bizde bunun kim farkına varır. –

– koca bıyıklarıyla indi malatya’ dan
çarşılar ve ortahalli evler
semaverler ve hamurtahtaları uyanmadan.
malatya’ nın kâhta kasabasından ve kâhta’ nın
uzun, silik, uzunsilik, uzun
bir davalı mezrasından.
güldü ve bülbüldü
yolları ve dağları yassılaştıran,
bense bir şehirden bir oğlan
sonunun nereye varacağı belli olmayan,
adı ya büyük bir aşka karışan
ya da hiç hatırlanmayan.
soyumuz geçerlidir biliyorum geçerlidir,
sık sık unutulan soyumuz
geçerlidir
bir kıyıya bir sandal gibi bağlanan.
gelirdi.
malatya’ nın kâhta kasabasından
kocaman bıyıklarıyla,
adı bir kanuna hemen uygulanan
kâhta’ nın
ve o sonsuz bülbülü avucunda taşıyan
ve o sonsuz gülü avucunda taşıyan
yani koca bıyıklarıyla güllü ve bülbüllü bir adam
gelmiş geçmiş bütün öbür şeylerin
her şeysini bir parça kendinde taşıyan
kentinde taşıyan
(dumanlı ve derin ve karşılıksız
şiirine ve geçmişine küskün)
kucağında
büyük gözlü bir kız çocuğu taşıyan.

banka bağışı sıralarda oturdular oturdular
ürkek ve şaşkın girdiler röntgen odasına
fakülte hastanesinde ikiyüzbir sıra numarasında
o kız çocuğuyla kucağında
kocaman gözleri, babasının
kocaman bıyıklarını yadırgatmayan,
öyle dağlı aşklara alışkın öyle müslüman
kocaman bir kız çocuğu
şöyle ki
vilâdî kalça çıkığından daha kahraman.
insan tükenir sanırım bir çiçeğe durmadan baksa bile
bir güzel aşk okusa bile.
biz nerden tükeniriz adımız saydam
hele akşam oldu muydu çok daha saydam,
kapanır gideriz sözlükteki bir aşk anlamına
ve tabancamız yok.

bilmeyiz silâhı yerinde kullanmayı
kimbilir silâhı yerinde kullanmayı
dağlı aşklardan ve kan davalarından başka?
ve kadınını bir alet gibi güzel kullanan
kucağında iki yaşında bir çocuk
kocaman bıyıklı adam. –

ben de bu dünyaya geldim geleli
“giderdi
bir atlı giderdi dünyayı umursamayan
ve terkisinde gebe kalınan
büyük bir atlı
durup bütün kinsizliğiyle.

kucağında büyük gözlü bir kız çocuğuyla koşuşan
elleri paraya alışkın olmayan
kocaman bıyıklı bir adam.
ne kadar hoyratsınız ve uzaktasınız.
bu çok az bir şeydir biliyorum
belki balkona asılan çamaşırlar
ve bir otobüs parası biliyorum
senin sonun çamaşırlar asılı bir balkona varırdı
bir sokağın en güzel adına varırdı
biraz islâm, biraz yaban ve cünüp
ve batı ve para en güzel kurtuluştu.”
ben de bu dünyaya geldim geleli
ucu mor püsküllü marpucum mu var
ya bir savaş çıkar bozar dengemi
ya bir ahu gözlü kıyar canıma
ah! şimdi bakmayın kocaman bıyıklarıma
kucağımda kuş gözlü bir küçük kız
kentlerde o anasız ben kadınsız
tumturak bir nasır boğazımda
her şey akıp gider bir katı hüzün kalır
her zaman geceleyin kalır o, bazan gündüzün kalır
ben de bu dünyaya geldim geleli
ölmezsem, öldürmezsem
kim benim farkıma varır? –

 
Turgut Uyar

Hiç Kimseye Söylemedim

Hiç kimseye söylemedim;
ihtiyar taşa aşık olduğumu.
Kimin dudağı değse kenarına,
Kıskançlığımın zincir boyu,
Ayaklarıma takıldığını.
Nihayetinde bir takunyaydım,
Sesimden başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Çirkin bir yaprağa aşık olduğumu.
Bulutları beklerken göğün mahrem yerinde
Sevgilimin tenine rüzgarların dokunduğunu.
Nihayetinde bir damlaydım,
Pıtırtımdan başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Eski bir kapıya aşık olduğumu.
Kuş kanadında sakallı adamların gelip,
Bir ekmeği bölerek pirleri gömdüğünü.
Ağzımı açıp “ah mine’l aşk” desem,
Aralıkları kapatıp, kalbime saklandığımı.
Nihayetinde bir kilittim,
Yasaklarımdan başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Bir adım ötedeki denize aşık olduğumu.
Uçanların gagasından ağıtlarımın döküldüğünü.
Bir yudum içmek için gönlünden
Uzayan köklerime, ömrümü verdiğimi.
Nihayetinde çıplak bir ağaçtım,
Yalnızığımdan başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Yarattığım çukura aşık olduğumu.
Yükseldikçe derinleşen benliğime,
Basamaklar ördüğümü kendimden.
Nihayetinde bir boşluktum,
Düşüşümden başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Duvarıma nakşedilen “vav”a aşık olduğumu
Kuyruğunda sabır çekerken
Alnımı nazif duygulara koyduğumu
Nihayetinde bir insandım,
Tanrımdan başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Irak yalnızlıklarda kaybolurken gece gündüz.
Bir şehre nasıl sokak sokak benzediğimi.
Sokaklarımda târumar kalabalık,
İnsanların bir telaş içinde koşturduğunu.
Nihayetinde bir şehirdim,
İnsan’larımdan başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Derin bir arzu’yla bağlandığımı hayata.
Aşk’ın kuyusunda kaybolurken,
Nasıl da hayat bulduğumu ölüp-dirilirken…
Nihayetinde bir şairdim;
Kelimelerimden başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Nasıl da ağladığımı geceler boyu.
Arzu hâl’in nasıl da bu kadar vurduğunu.
Bir kaç resim birkaç sözdü oysa,
âh keşke hepsi sadece bu olsa;
Cân’ımdan başka neyim ola…

Adının yanına adımı yazıyorum;
Bitmemiş bir şarkı gibi öylesine sonsuz.
Kaç mevsim beklenirken sen,
Beşinci mevsimi yaşamaktadır gönül.
Kalbimi, kalbinin yanına koyuyorum.
Senden başka neyim ola…

Mustafa Nazif

Sesinde Ürperen Yağmurlar

Sesinde ürperen yağmurlar diziliyor kirpiklerime
içime doğru ince ince ağlıyor gözlerim
ne zor şimdi yutkunmak boğazımda buz tutan damlaları.
Geçmişin aralanan penceresinden savrulurken efkârımın kara tülleri…
Sürgünden döndüğüm bu ilk gün
neden geçmişle geleceğin kol gezdiği bu köprüdesin ?
Kibrin buzdan kalesini erittin de mi geldin?
Onurun demirden dağlarını yıktın da mı geldin sevgili ?

Sarmaşıklar kuşatırken siyah beyaz resimleri
gelinciğin göğsümde son nefesini vermesi gibi,
Neden dönüp dönüp yeniden sevdim seni ?
Beklemek en koyusudur sessizliğin
bir çıtırtıda tuz buz olursun.
Ondandır belki şimdi bir merhaban ile yerle bir ettiğin beni,
İntihardır hercâi gözlere bakmak şimdi.
Ya halâ havalanıyorsa gözlerinden gökyüzüne serçeler
Halâ geçiliyorsa o sonsuz yıldızlı gecelere,
Ya halâ ilk yaz günü gibi ısıtıyorsa içimi bakışların

Ne çok ıslattım göğsünü Gecelerin.!
Ayrılığa kamaşan hercâi gözlerini özleyerek…
Ah sevdamın yaralısı yenik gelincik
ah kara duvaklı gelinim benim.
Sokul geceye sokul ve ağla!
Düşlerini süsleyen yedi yıldızın ecesidir
Ve hiçbir serçenin yıldızlara ulaştığı görülmemiştir.
Uyma dedim uyma kuşlara…
Daha yıldızlara varmadan
vurgun yemiş serçeler düşer avuçlarımıza.
Yaramı anlatan kızıllığında can çekişir ruhum.
Teninin rengi ki lugâtıdır sevdamın
kızıl ve kara uyma dedim.
Uyma kuşlara…

Kanıyor bak gizli gizli kefene hazırlanan bileklerim
ondandır alnıma kızgın mührünü vuran hasrete gülümseyişim
Ömrümün son dönemecidir ey sevgili
yarım kalan sevdalar bırakılırken dünyanın O son gününe
Bekleyeceğim seni kanlı çarmıhta
dünyanın son günü bekleyen İsa kadar
Oysa ne zor şimdi ben yalnız seni sevdim demek
çaresizce sevdim, devasız dermansızca sevdim
Sürgünden döndüğüm bu ilk gün
neden geçmişle geleceğin kol gezdiği bu köprüdesin
Kibrin buzdan kalesini erittin de mi geldin
Onurun demirden dağlarını yıktın da mı geldin sevgili

Bak ayrılığın zehir kokulu nefesinde dokunuyor yeni doğmuş bir yıldız
kayıveriyor gecenin kara teninden
Siliniyor hercâi gözlerde çocuksu bakışlar
yıllanmış hüzünlerle uğurluyor rüzgara karşı ağlayan serçeler
Yenilmeden başkaldırıyor
bozkırın azgın rüzgârlarına incecik boynu ile asi gelincik
Üstünde yürüdüğün köprünün altında çılgınca köpürüyor
günün ilk ışığını uyandıran dalgalar
Ah sevdamın yaralısı yenik gelincik,
ah kara duvaklı gelinim benim
Sokul geceye sokul ve ağla…
Düşlerini süsleyen yedi yıldızın ecesidir
Ve hiçbir serçenin yıldızlara ulaştığı görülmemiştir

BUKET CİHAN TEMÜR

bir şehre üç med cezir iki yalan ve bir araf..

üç : ben bu şehirden gidiyorum.
Çünkü bu coğrafya taşımıyor artık beni..
Çünkü kalbi o denli esved ki,
ben bile süveydâ-ı rüyâ beklerken,
hep ayrılmayı ümîd ettim bu şehr-i barîdâneden.

iki: gidiyorum.
çünkü gitmeliyim.
Gitmek ânımıza nakıştır..
Nakışsız seyyâle,
yavan ve mübtezel gözümde.
Gidiyorum çünkü bu şehirde maden yok.
Ve tırnaklarımla kazıdığım toprak bana cevher vermiyor..
Ölülerin kanına giriyorum..
Öyleyse gitmeli..

bir : gidiyorum.
Çünkü beni bu z’âlim coğrafyaya t’aşıran tek şey yaşamak âlâmıydı.
Oysa şimdi ölmeye dahi hazırım.

dön/üyorum başa! müntehâlar buluşsun :

üç: gitmiyorum.
çünkü göçebileceğim bir yer yok.

iki: gitmiyorum.
çünkü kaldırımlara tütsülenmiş bir ömrü kaldıramam.

bir: gitmiyorum ama kalmıyorum da.
Çünkü üzengideki ayak gibiyim,
her ân med-cezr’e mûtad..
Her ân sefere seyyâl..
Ama intizar veyahut hasret pek mübhem..
Bîkararlığa teslimim, lâkin hâlim kat’iliğe de meyyâl!
Şimdi, bîkarârım, bîşekibim.
Ve bîkes.

Gidiyorum artık gidiyorum.
Göçüyorum ancak içime.
Kanatlarım âciz olabilir hatta ziyâdesiyle nâkıstır;
esâsen serçenin de bir sıkımlık canı vardır.

Göçüyorum çünkü O (sav) da göçmüştü.
Çünkü artık ‘sevgili’ şehri sevgiliye yer vermiyordu,
esâsen umûm zerrat kurbandı ona.
Lâkin göçtü sevgili.
Döndüğünde ‘sevgili’ydi şehri.

Döndüğümde âmâk-ı hâyâl beni ahmâk-ı hâyâl etmemiş olursa sevgilinin şehrine göçeceğim.

gidiyorum-gitmiyorum-kalmıyorum ama göçüyorum ve ‘ben’ ruhefzâ’ri..

Elif Ruhefzâ

Siz aşk’tan n’anlarsınız bayım..

 

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum..
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

Allâh’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca..
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nûr inmedi, yüzüm nûra indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım…
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allahını bilirim bayım!

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayi
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!

Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!

Didem Madak