İntihar

her insan
aklında en az bir kez
öldürür kendini
çünkü biliniyor artık
tek içgüdü değil
yaşam içgüdüsü

sözcükleri seçen kişi
zamanı sorgular durmadan
ve bu güncel zorunluluk
isteyelim istemeyelim
tarihsel bir an’da
ontolojik bir sorun olarak da
belirir

galiba şu
intiharın kökenindeki soru:
onaylıyor muyum?

buradan bakıldığında
bir “öteye geçiş”
sorunu değildir intihar
tam tersine
bir “burada oluş”
sorunudur
sartre’ı anımsayalım:
“intihar
bir başka yoludur
dünyada varolmanın.”

Hiç kimse yaşamında bir yanlışlık olmadığı sürece intihar etmez.
İntihar, geride kalanlara işlerin ne kadar kötü gittiğini göstermeyi amaçlar.

Ahmet Oktay

Artık Kullanamam Seni

artık kullanamam seni
bir gül olarak aşk şiirlerimde
çok büyümüş, çok güzelleşmiş
çok ama çok kendin olmuşsun

şimdi ancak seyredebilirim seni
bir nehri seyreder gibi
bir nehir ki yatağını bulmuş
tadını çıkarıyor her kıpırtısının

her kıvrılışının, her balığının
ve karla kaplı o mor dağların
ardında güneşin her batışının
benimdir o dağlar, yalnız benim

yol açtığın için sen onların içinden
ancak yansıtabilirim kendimi şimdi
senin durgun akan sularında
üstüne dökülen çiçek yaprakları

mavnalar ve ıssız maden kentleri gibi
aşıkların kafayı çekip o kentlerde
senin ayışığında boğuluyorlar
ve kıyıya vuruyor cesetleri
düşlerde buluştuğumuz o uzak ülkelerde

Enrik Nordbrandt

Zamansız Gül

yüreğim
yorgun
bir yıkıntının yüzyıllık
çaresizliğinde

bembeyaz bir kuğudan
süzülen kan kadar belirgin
duruyor
umudu aşındıran sızı

sakın gelme yanıma
zamansız bir güz mevsimi
yaşanan şimdi burada

Nur Bulum

Muleta

geçtikti bir gün hani
ormandan ve aydınlıkların fısıltısından
kenti görmeye gittikti yağmurda
yürüdüktü dar sokaklarda saatlerce
girdikti sonunda yanık yağ kokulu
çinko tezgahlı bir meyhaneye
göz göze geldikti sevimsiz bir papağanla
demiştin o gün bana, anımsıyorum
ah, acısız boğulabilir insan

eylüldü, mavi dönemiydi sanki picasso’nun
-denize inen atlılar-
sonra sonra guernica ve
‘chat et oiseau’
yıl bin dokuz yüz otuz dokuz
yas içinde bütün dünya
şehirler yanmış yıkılmış
gördüktü ne kadar yorgun
ne kadar çaresizdi isa
ve demiştin bir gün, anımsıyorum
mutsuzluk da boğabilirmiş insanı
bir gün, akşama doğru, alacakaranlıkta

başını menekşeye koydu, uyudu
bir güvercin çalılığın orada
hani
görmeye gittikti güneşli günde
parkı ve ördekleri
yıllarca sonra savaştan
ekmek kırıntıları attıktı havuza
bir elim omzunda seyrettikti uzun uzun
dünyayı ve çiçekleri
nedense durgunlaşıverdindi bir ara
çok değil, en fazla birkaç dakika
ve dedindi, mutluyken de boğulabilir insan

ilkyazları sevmiyoruz artık, yaşlandık da ondan mı
aşkımızı seyrediyoruz sanki uzaktan
oysa yok biten bir şey aramızda, yok da
hep aynı kalmıyor ki yakın duygular
demiştin bunları bir bir, anımsıyorum
mutlu da olsa insan mutsuz da
her an yeniden yaratabilirmiş kendini
demiştin, bir sabah, bir başka aşkla

sen ölüm!
seni hiç düşünmeden yaşadık
seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra da

Edip Cansever

Gül Şiir

geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir
haklı olan kim bu kargaşada
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına var edebilir

sorular sormak için geldim şu dünyaya
yasım acıların yasıdır
boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
ya da sabah yellerinden bir taçla
yürüdüğüme inanırdım – yanılırdım
geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
bu söylencenin bir yerinde durakladım
ve anlatamadım, konuşamadım bir daha

acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
yitirdim çünkü onları da
ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
ne de geleceğime dair bir tasa
gelirken çan çalmıyor yalnızlık
bir adam, bir sokak, bir ev
yüzler, gülüşler, susuşlar boyunca

soruların vardı senin, ne çok soruların
gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
bir fısıltı gibi başladı sevgim
çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
sonrası.. mutlu bile olduk bazı
artık sen yadsısan da ne kadar
ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
anlatsın yollar, yollar, yollar

şimdi gece, soluğumu verdim içime
az önce kağıtlara gül kuruları serptim
dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
öylece serptim, seni yazacağım diye
sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
aklımın almadığı bir yerde, öylesin
şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
bize artık yeter de artar bile

dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm; ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin
yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkça
yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
vereceğimiz tek şey budur dünyaya

şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak
bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
güldeniz, gülekmek, gülyağmur, gülşarap
gülaşk, gülşiir, gülahmet, gülerhan
ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim

gecelerdi, solgun – sessiz tüterdi yüzün
yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
kokundu, bedenimi saran o ince buğu
esintisinde usul usul yürüdüğüm
ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla

sanki bir kız yürürdü yollarda
evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
tozlu kitapların yığıldığı odalarda
kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tını
yatağımda bedeninden bir oyuk

benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremiyor artık, yolunu biliyor şimdi
geceyarılarını çoktan geçti
bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
süzülüp alçalıyor karanlığa doğru

bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
bir akdeniz kentinde limon koklayan
ve hep ufkun ardına bakan çocuk
acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
çaldı yüzünü bir yaşamlık
geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
şaire çıkar adı – az buçuk kaçık

yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
ama haykıracağim laflarını tuzla kesip
yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek

beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
neresinde yanıldık biz bu yaşamın
hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak
kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
hep direnen bir yanım kalacak
adımın soluk izi, acının seyir defterinde

şimdi gece, bin dokuz yüz seksen ikiyle
üç yüz altmış beşi çarp – oradayım işte
yorgun değilim, umarsızım yalnızca
geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde
bir nokta gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
onlara köprü olacak bir beden yoksa da

bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
titreyen bir ışık karanlıklarda
onu kim görebilir, kim tanıyabilir
sonu da hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır

her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
yaşamımın bir dilimini özetleyen
unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
donuyor bir gülüş tek bir dizede
yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
çivileniyor beynimin bir yerlerine
geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen

nefret ediyorum ve seviyorum seni
girdiğin bütün kapıları açık bırak
birazdan git diyebilirim çünkü
çağım yalnız bırakmıyor beni
ellerini tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
uzayan, akan bir irin yolu gibi

sözcükleri güden çobanları var kalbimin
beynimin yaşamı saran kıskaçları
bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam

çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
donup kalır sesim kendi göğünde
onu ne anlayan, ne de duyan bulunur

yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
kendi içimde ya da uzak yollarda
bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce
bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
ırmakların birleştiği o nokta benim
itilip tekmelendiğim bütün kapılarda
bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor

bir gün anlarsın beni neden suskunum
dünya içimde konuşurken böyle
bedenimi aşıyor yorgunluğum
karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor

adını çoktan unuttum, yüzün aklımda
ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
bunun için ben gül dedim sana
yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
kökleri toprağı saramaz olur
üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
her çırpınışta gökyüzüne dağılır
yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur

kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna

sana artık bir sığınak olsun bu şiir
noterlere ver onaylasınlar – her hakkı saklıdır
düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
öyle acemilikler yaptım ki ben
hiç kalır bu şiir onların yanında ve
nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen

görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
bir yeniyetmenin altını çizeceği dizeler benden
senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak

Ahmet Erhan

Hasretinden Prangalar Eskittim

seni, anlatabilmek seni
iyi çocuklara, kahramanlara
seni, anlatabilmek seni
namussuza, haldan bilmez
kahpe yalana

art arda kaç zemheri
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
dışarda gürül gürül akan bir dünya
bir ben uyumadım
kaç leylim bahar
hasretinden prangalar eskittim
saçlarına kan gülleri takayım
bir o yana
bir bu yana

seni, bağırabilsem seni
dipsiz kuyulara
akan yıldıza
bir kibrit çöpüne varana
okyanusun en ıssız dalgasına
düşmüş bir kibrit çöpüne

yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
yitirmiş öpücükleri
payı yok, apansız inen akşamdan
bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene
seni, anlatabilsem seni
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini

Ahmed Arif

Bir tek varlık, binlerce terk edişi karşılamaya yetiyor

Roger Garaudy

Roger Garaudy, Fransız Komünist Partisi’nin 19. kongresinde, 6 Şubat 1970’te, konuşmasını yapmış, Fransa’da sosyalizmin zaferi için zorunlu bulduğu en önemli noktaları açıklamış. “Son sözcüklerimi korkunç bir sessizlik izledi” diyor. Çıkmış kongre salonundan, arabasına binmiş, nereye gideceğini bilmeden hareket etmiş. 35 yıllık Parti üyesi, 24 yıllık Merkez Komitesi üyesi, 12 yıllık Siyasi Büro üyesi Garaudy, “Yaşamımda ilk defa intihara niyetlendim” diyor. Bir saat kadar dolaşmış sokaklarda, “tarifsiz kederler içinde.” Sonra, “Nereye gitmeli?” diye sormuş kendi kendine. Evine gitmek istememiş; bu ezici kederi çocuklarına, bütün aileye taşımak istememiş. Saat, öğleden sonra iki. Kurulmuş bir makine gibi tekrar yola koyulmuş, kendini itenin ne olduğunu pek de bilmeden bir de bakmış ki 1937’de evlenip 1945’te terk ettiği ilk karısının evinin önünde. Bir uyurgezer gibi çıkmış merdivenleri. Kapıya vurur vurmaz kapı hemen açılmış. Kapının arkasında biri kapıyı açmak için bekliyormuş gibi. Garaudy, açılan kapıdan içeride iki kişilik bir masanın hazırlanmış olduğunu fark ediyor ve birden davranışının yersizliğini anlıyor. Bir adım geriliyor:

“Bağışla, belki birini bekliyordun.”

“Evet, birini bekliyordum: Seni. Konuşmanı az önce radyoda dinledim. Sonra o ölüm sessizliğini. Buradan başka bir yere gidemeyeceğinden emindim. Gir de bak: 25 yıl geçti; ama sanıyorum sevdiğin şarabı unutmadım, çavdar ekmeğini de.”

Sessizlik içinde yiyorlar yemeklerini.

Garaudy, bir saat sonra, eski karısının alnını öperek ayrılınca her şeyin değiştiğini görüyor. Bir tek varlık, binlerce terk edişi karşılamaya yetiyor. Yaşamın ölüm üzerindeki zaferi. “Yaşamak hala mümkündü” diyor Garaudy.

Fethi Naci

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

Torba Suat: niye böyle oldu be abi? ben çok sevmiştim be abi. o kadar mektup gönderdim insan bir cevap yazar. benim günahım ne be abi?

Hacı: bak koçum! belli olmuyor ama benim bir tek kulağımın arkası kaldı. artık acı çekmekten ve acı çektirmekten zevk almamayı öğrendim. sevgililer! bizim olanlar ya da olmayanlar… hepsi iz bırakır. bu izler şimdi seninki gibi çok derinini çiziyor. hepsi kalır! ama inan yeni izler de olacak. yaşlıları düşün… sanki her şeyi bilirlermiş gibidirler. ama öyle değil… ne kadar acı çekersen çek şunu hiç unutma; çizilecek bir yer hep vardır ve çizecek bir yer… ressam olur insanlar başkalarının kalbini kazıya kazıya, ya da resim olurlar senin gibi; kazına kazına.

Torba Suat: beni çok derin kazıdılar abi… ama altından sarı yeşil çıktı! (kalecisi olduğu esnaf spor’un renkleri) sen demiştin ya abi, hani sonbaharda dağlarla çamların arasında görünen yaprakları sararan çınar ağaçlarına bakıp, işte bizim takım demiştin. işte bizim takım o abi.

Hacı: evet, bizim takım, hep yeşil kalan çamlar ve hep sararan çınarlar. hayatta torba, yeşil kalmak da var sararmakta. dağın rengi bunlar dağın rengi. neyse, serkan senin takım arkadaşın, nurten de artık ya yengen ya da bacın. o artık yok, belki de hiç yoktu. hadi sil gözlerini,bu kadar diyet yeter.

Torba Suat: evet abi, o artık yenge, ben de kaleci. kaleci torba suat.

(kalkar, çıkar)

(Aynur gelir)

Aynur: konuşmanı özlemişim.

Hacı: senin için kelimelerim bitti. sen bitirdin.

Aynur: sen yanlış yaptın hacı, olacak iş değildi bizimkisi, anlamadın.

Hacı: biliyorum, bazen seninleyken bile böyle düşünürdüm. anlamadığımı düşünürdüm. kendi elimle seni kaybettiğimi. o zaman ölmek gelmişti içimden, geberip gitmek. bu aralar yine oluyor ama kimse yok ki, kimi kaybediyorum? niye hâla böyleyim, bilmiyorum.

(kalkar, kapıya gelir)

Aynur: dur! biraz daha konuşalım. aslında bunları özlüyorum…

Hacı: seni diyemiyorsun di mi? seni özledim demiyorsun. her zaman kraliçelik peşindesin. hep ulaşılmazsın. halbuki ben o kadar çok şeyi özledim ki unutuyorum bazen, artık fark etmez diyorum. dünya artık böyle benim için; sen yoksun, yoktun zaten. bunu niye yapıyorsun? aklımı karıştırıyosun. bu iş bitmedi mi ha? 5 yılımı senin için harcamadım mı? ben yapamam, hem senle hem sensiz olamam. ne yapalım? ben böyleyim. ben gidiyorum.

(çıkar, aynur rakısını içer. ekran kararır.)

B’ekliyorum gün-be-gün..

Bana esintini yolluyorsun ara ara. Hoş, uzaktan hoş geliyor ya sesin soluğun.
Tıpkı balından koparılmış arıyı şekerle kandırmak gibi birşey bu.
Bu..bu yetmez bana; daha çok konuşmak istiyorum oysa seninle. Kendi iklimimden bambaşka iklimlere götürmeni ve de. İçimde güç gösterisi yapan
amansız kasırganın şiddetinden öfke nöbetleri tutar oldum; sıramı salacağım günün nöbeti. Bütün bu olanların öncesinde
sessizlik vardı elbet. Herneyse girmeyelim bunlara. Bana esintini yolluyorsun ya
ara ara;
daha çok konuşmak istiyorum oysa seninle.

“Anlat ki çözülsün dilim
Ben rüzgârım demeliyim
Rüzgârlığı anlat bana
Senin gibi esmeliyim
Gir içime usul usul..
Beni bu dertten kurtar!”

Dengemi bozdu,
ne zehir zemberek bekleyişlere gark etti beni, şu kendini bilmez
saatl.. Her şeye ilaç olacak yerde,
izbelerle birleşip beni hapsetti yalnızlığıma. Çaresizliğimle drama oynayan çocuk
kesildi başıma adeta.
Meğer
“Bizi zamandan başkası öldürmüyor”
imiş.
Ne kadar hazlansam da sana yetişmek için zaman, kendini o kadar ağırdan alıyor.
Formülle de olmuyor anlayacağın, y..ol eşit değil zamanın hızla çarpışmasına. Şimdi
‘deli bir rüzgâr alsa da aklımı başımdan, savrulsam’
diye diye
‘geçmişte kalan hayallerde ağlarım’.
Mağlup olur gibiyim, çok yara aldım;
ellerim titriyor, ışığı yakıp kapatıyor gözlerimden b’iris-i.
“Kim o densiz” diye sormaya çalışıyor ses tellerim.
Kulağıma çalınan da neyin nesi? Ne anlatmaya çalışıyor allahın ‘baş’ belası’m? Altüst oldu görüntüler; yardım et
Poyraz!
Hızırlan, yetiş -nolur! Korkuyorum; tecellimiz yakın.
Nefesini kesme benden, devam et esmeye.. Vakit dolmak üzere; an kaybediyorum.
Kesme sakın yüreğimden
ne-f..

Bir düşün ortasında bir cümle
“İkilem vardı hayatın sınırlarında”
Bu mevsim bu cümleyle kilitli
Durmadan esen deli bir poyraz gibi
ha durdu ha duracak
Bu mevsime adını veren kim
Rüzgâr mı düş mü gerçek mi

Bir kentin bozkırında yaz mevsimi
Tropikal bedeninden fışkıran yanardağlar
hülyalı bir iklim demem o ki
Eklentilerle bütünlenerek darda kaldıkça
Şaşkınlıkla bakıyorum geçen her anıma
Nasıl diyeyim sanki bir boşlukta
Düşler gerçek boyutlarında

Bu cümlenin ardındaki neydi
Şimdi öldü mü poyraz ölmedi mi
Belki vaktinde bitmesidir
Düşleri gerçek kılan
Çünkü yalnız poyraz değil
Bozkıra bağlanıp parçalanan

Ahmet Güntan

İçimde seni saklamaktan öyle yoruldum

-Araf-

Ustaların bir kaçı atladıktan sonra,
tüm korkularını bir kenara bırakıyor acemi yağmur damlaları..

Sen hala düşmekten korkuyorsun..

-Sahne 1-

Yağmur yağdığında bu şehre, hiç sevilmez şemsiyeler.
Her yalnızlık yeni bir sevgili edinir,
dindiğinde, şemsiyelere nefrete kalınan yerden devam edilir..

-Sahne 2-

Reglini saklamıyor Tanrıça İrene,
göğün kapısı şimdi bembeyaz..
Ayetlerin kırmızı zamanlara yer çektiğinden beri böyle bu,
bir de hikaye içinde altı ilk çizilen cümlelerin küfü var,
eskiyen kokusu..

Bazen bir köprü uzuyor karşı kıyıya,
geçmek istiyorsun
bacaklarından yere doğru yumuşacık akıyor kasların.
Kimse geçmeden kapanıyor köprü,
sözlerinin dudaklarındaki çatlaklar iç içe giriyor,
metanet katlediliyor..

-Sahne 3-

Uyuyamıyorsun,
yatağın altında şehrin gürültüsü,
dolabından sızan, annenin patiskalara sarılı ninnileri,
komşudan yayılan yanık et kokusuna karışıyor odanda.

Yalnızlığın anormal alkol tüketimi,
senden çok daha önce ölen bir sesin çığlık gereksinimiyle,
şehrin üzerine kusuyorsun herşeyi.

Gardiyan yatağının kenarında,
elinde yağlı ebonit bir jop
ne zaman sigara isteyeceğini bekliyor tutkuyla..
Belinde sallanan anahtarlar
daha önce hiç duymadığın bir özgürlüğün şarkısını mırıldanıyor,
köprü açılıyor,
senin canın sadece sigara istiyor..

-Sahne 4-

Beni affedebilecek misin ?

İçimde seni saklamaktan öyle yoruldum,
cehenneme gidiyorum..

Düşsel