ilk mektup

geldin
ılık bir rüzgâr gibi savurarak saçlarını
bir adımın hep ileride, geldin

bir elinde geçmişin
buyur etmedi seni masasına ‘şimdi’

çok söylenmekten aşınmış bir sözcük
dile dolanmış bir şarkı gibi geldin
çıkarken hep yoran bir yokuş
korkulu bir rüya gibi
kimsesizliğini tanıdı kimsesizliğim

bunu bizden başka kimse bilmedi

geldin
karla karışık bir ayrılık akşamı
sanki sen gelmesen
ben gidecektim

eskiden bir buluttun belki de
rüzgârlarla dağıldın
yağmadın kendinden başka yere
bu masanın dört köşesi var naciye
sen ve ben
ortasındayız bütün kenarların
bütün çemberlerin dışında
hem bu acı yeşili gözler
kaç çocuk annesi
kim çoğalttı onları böyle şüpheyle

bir kez geldin ya
gitsen de kalacak kokun
senden korkuyorlar
en çok da kendilerinden
bu korkuyla başlar eğik
sebepler hazır
konuşursan
dökülecek kirleri ortalığa
bu leke hiç çıkmayacak belleklerinden

sen şimdi hangi soruyu sorsan
ben ardından gelen soru işareti olacağım
ve bu şehri seninle terk edeceğim

naciye diyorum uyandığım zaman
kim kapadı perdeleri sımsıkı
adorno gideli kaç akşam oldu
bir mektup bile yazılmadı yokluğuna
naciyeee… diyorum ses vermiyorsun
nane likörü hazır, kahve orta şekerli
hadi, tut elimden de ayağa kalkalım
sen nerdesin kim bilir
-ki hiç duymuyorsun beni-

kaç gündür yoksun
kime sormalı
nasıl yakalamalı ellerinde kırılmadan bir kadeh
kaldı mı geçtiğin yerlerde içinin yanık kokusu
susma naciye
dilin açılsın geleceğin denizine

yalnızım naciye
kayıp bir mektup kadar yalnız
ne zaman iki kişi olsak
daha da artıyor yalnızlığım

bir anahtar gibiyim hiçbir kilide uymayan

dün gece bir kadın doğurdu haliç
bir kuş havalandı galata kulesi’nden
minareler göğü deldi
bir sandal intihar etti
izledim dur diyemediğim ölümleri
seni düşündüm biraz
senin de beni düşünüp düşünmediğini
bir kadına yazılan bu ilk mektubu

henüz sökülmemiş bir kelimeyken dilimde hayat
bana düşmez anlatmak seni
bir çocuğu emzirmeden ölebilirim
annelik hiç gitmeyeceğim bir ülke
saflık değil birbirine inanmak
ve sevmek eski düş değil
anla biraz naciye

kendimi hiçbir yere bırakmadım
her gece dua oldu dilime:
‘evine dön, evine dön
belleğine…’

ben en çok gözlerden korktum
söylenmemişleri gizleyen gözlerden
bir de pazar sabahlarından
kötü haberler getiren

bugün cuma
birazdan denize dökülecek sevinçler
şehir boşalacak başka yerlere
kederi kedere bağlamak için
saçlarımızı kullanacağız
yollara düşeceğiz seninle ben

üşüdüğün gecelerde
ellerini göğsüne sür
orda eski sevdaları bulacaksın
bir çocuk bulacaksın daldırınca elini
aksilik etme naciye
delilik etme
yalancı tanrılar değil okuduğumuz kitaplar
yazacaklarımız da mesih olmayacak

hangi kaldırımda soldun sen naciye
hangi merdiven hep aşağı indiren
açık her pencere
sessiz her bıçak
zararsız görünen o başağrısı hapları
o hiçbir örgüye girmemiş ipler
birer tehlike
tehdit diz boyu naciye
yokluğuyla koruyor varlığını insan
biz varlığımızı nerde ne zaman
kime armağan ettik
sahipsiz kalışımız niye

ya sen ölürsen
ya zaten ölmüşsen
fark etmediysem
ya ben de yaşamıyorsam uzun zamandır
göğsümde bir saat gibi işleyen bu şey
delili mi yaşadığımın
anlatsan keşke
annelerin kızlarını nasıl sevdiğini
birbirimizin annesi olamayız değil mi?
aynı savaştan çıkan iki yaralı
kopmuş iki bacak
kesilmiş parmakları mı ayrı ellerin

susma ne olursun
burgu gibi deliyor içimi
su bardağına terk ettiğim karanfil bakışın
bu hep surat asan duvarları odanın
şehrin giremediğim arka sokakları

ikiye ayırdım saçlarımı
sen de arkaya tara
kusursuzluk baş belası
seni kusurların için seviyorum
sahi seviyorum seni sebepsizce

senin yüzünde ağlayan bir çocuk var
eteklerini savurarak koşan
soluğu sesine işleyen bir kız çocuğu

sen de çocuktun
inkâr etme naciye
bizi kadına dönüştüren hayat
kasap bıçağı gibi değdi tenimize

durup durup toprağı eşeliyorum
ne zaman yalnız bir sokak görsem
alıp eve getiriyorum
mum diye parmaklarımı yakıyorum bir bir
soruyorum:
kim sevişir ölü bir kadın bedeniyle…

bu gece
serseri bir yağmurla ıslanıyor şehir
sen bir yerde kanıyorsun
ben bilmiyorum nereye gideceğimi
bağırsam geceyi yırtacak sesim
gözlerimde yorgunluktan uyuyakalan bir çocuk
ağlayan gülümsemeler sarkıyor dudaklarımdan

ne de olsa yarı ölüyüz unutma
ıslıkları acemi şarkılar söyleyen kent yorgunları
özür dileyen sabahlar doğuruyor gece
cebimde sapı kırık bir ayna
tarağımda ağlaşan saç telleri
bu yüzle hayata nasıl bakılır naciye

kalbini nerede unuttuysan
orda ara cevapları
soruların olduğu yerde

sen geçmişsen bu sokaktan
hıçkırığı kaldırımların
içlenmesi sokak lambalarının niye?
yine peşinde gölgesiz adamlar
yine koşar adım
yine telaşlı
ben elimde kırık bir makas
geleceği biçiyorum kendime
ne giysem biraz büyük
ne giysem çekiyor üzerimde

İnsanın hep döneceği yer
pas tutmuş bir yalnızlık değil mi

sen sesini güze sakla naciye
yaprak kokusuyla sarılsın yaran
belki de oturmalı
kimsenin bilmediği
üçüncü sınıf bir meyhanede
bizi tehlikeli buluyorlar
dilimizin altındaki gerçekler
ve doğurmadığımız çocuklardan
korkuyorlar naciye

suyun içinden geçiyorum
susuz düşler sarıyor her yerimi
hayatın alaylısıyız naciye
diplomasız birer aşık
hiç oynanmayacak bir oyunun provasındayız
birazdan inecek hayatla aramıza perde

sen ne yapsan biraz suçtur
sonuçlar çıkarmaya geç kalırsın
bahaneler senden önce davranır
içinde el değmemiş yer kaldı mı
verme onu kimseye

aşklar ayrılıkların önsözü
bu benim sonsözüm naciye

Derya Önder

denizin eli

 

bir çarkın içinde dönüp duruyor
elimden elini çekiyor, kalbimden kalbini

biraz anlat diyorum eskilerden
hangi masaldan geldin sen

pas tutmuş balkonlarından çocukluğumun
babam eve çağırıyor bizi
şile’de bir pazar günü denizi okşuyor
içinden bir kadın geçiyor anneme benzemeyen
uzun bir otobüs yolculuğu gibi her şey
hiçbir yere götürmeyen bir son sefer
şile’de bir pazar günü
vermiyor elini deniz… kıyı değil gelen…

kalbimden kalbin havalanıyor
bilmediğim bir kuş
sabaha kadar ayrılmıyor pencereden
bir sırra erer gibi söylüyor:
sen ey kuşkusuz keder
seviştir bizi

ve eğer sevgilim olursan
ve eğer bir sevgili daha mutlu kılmaksa
kurtçuklarını bir ağacın
eğerim ben de dallarımı olduğun yere

ve eğer gelirsen
ve eğer suyu çekilmemiş bir topraksa kardığın
kökleriyle yer değiştirecek bitkiler
ilk kez uğurlu geleceğim kendime

Derya Önder

Kuğular mı Salmamıştı…

 

Kuğular mı salmamıştı ardımdan,
Sandallar mı, kara sallar mı yüzdürmemişti.
Dokuz yüz on altı yılı baharında
Pek yakında geleceğine söz vermişti.
Güya dokuz yüz on altu baharında
Kuş olup onun erincine konacaktım.
Süzülüp ölümden ve karanlıklardan
Kanadımla omuzlarına dokunacaktım.
Yine gülüyor bana onun gözleri
Şimdi de on altı baharıyla, neyleyim.
Neyleyim! Yarıgece meleği
Söyleşiyor benimle şafağa değin.

Anna Ahmatova

Son Karşılaşmanın Şarkısı

 

Buzdan bir el kalbimi sıkıştırıyordu sanki
Ama bir düşte yürüyor gibiydim;
Sağ elimin eldivenini
Çıkarıp sol elime giydim

Bitmez tükenmez gibi geldiler bana
Oysa topu topu üç taneydi basamaklar
“Benimle öl..” diye fısıldadı
Akçaağaçların arasından sonbahar

“Aldatıldım ben.. Üzgünüm..
Uçarı, kötü yazgım aldattı beni…”
Dedim ki “Ben de, ben de öyleyim..
Ölürüm… Ölürüm seninle sevgili..”

Son karşılaşmanın şarkısıydı bu
Dönüp bir kez daha baktım karanlık eve;
Yatak odasının penceresinde
Mumlar, kayıtsız, sarı bir ışıkla parlıyordu…

Anna Ahmatova
Çeviri: Ataol Behramoğlu

İnsanların Yakınlığında Gizemli Bir Çizgi Var

 

İnsanların yakınlığında gizemli bir çizgi var,
Bu çizgiyi aşamaz tutku ve ölesiye sevmek.
Korkunç bir ıssızlıkta varsın birleşsin ağızlar
Ve çatlasın, parça parça dağılsın yürek.

Dostluk da güçsüzdür burada, yılları da
Yüksek mutluluk ateşinin,
Ruh özgürdür ve yabancıdır burada
Ağırkanlı bitkinliğinde şehvetin.

Çılgındır koşanlar buna erişmek için,
Erişenlerse bir özlemle uğramıştır bozguna.
İşte şimdi anladın sen, niçin
Çarpmıyor artık yüreğim avuçlarında.

Anna Ahmatova
Çeviri: Azer Yaran

Aşka Çağrı

Beni bırakıyorsun kendi yoluna gidiyorsun
Ardından yas tutuyorum, kara yazı yazıyorum
Bir türkü gibi gelip yüreğime yerleşiyorsun
Ardın sıra yıllar geçiyor, dört nala baharlar
El değmedik çiçekler yavaştan bir bir soluyorlar
Bir yerlerden çıkıp çıkıp yağmur geceleri geliyor
Altın sarısı yaprakların ucundan güz
Ölümsüz nisan ayları yeryüzünü öpüyor.

Durmaya vaktimiz yok. Hepinizi çağırıyorum
Ancak bugün varız bunu bilesiniz
Yüreklerimiz yarılmadan, burkulmamışken daha
Hepinize gelin diyorum. Hepinizi çağırıyorum.

Rabindranath Tagore

Özü Geçici Olan Güzeldir Gerçekten

 

tanrıya sordu bir gün güzellik:
sen beni niçin sonsuz kıldın ki dünyada

yanıt geldi: bir resim atölyesidir dünya
uzun bir yokluk gecesinin öyküsüdür

rengi ile ortaya çıktığından değişim
özü geçici olan güzeldir gerçekten

ay yakınlardaydı, duydu bu konuşmayı
söz yayıldı gökyüzünde, duydu seher yıldızı bile

yıldızlardan duyduğunu şebneme anlattı seher
göğün sözlerini iletti yerdeki ailesine

şebnemin haberiyle çiçeklerin gözleri yaşla doldu
goncanın küçücük yüreği gamdan kanla doldu

bahar ağlayarak çekip gitti bahçeden
gezmeye gelen gençlik, yaslara bürünüp gitti hemen

Muhammed İkbal
Çeviri : Kenan Hanok

Aynı Yalınlıkla Ölmek İsterim

Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.

Jose Marti
Çeviri : Ataol Behramoğlu

Kalbimin Derinlerinden

 

Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı
ve uçtu gökyüzüne doğru.
Yükseldikçe, daha ve daha,
büyümeye başladı daha da.

Önce bir kırlangıç gibiydi,
sonra tarla kuşu ve kartal,
sonra bir bahar bulutu misali genleşti
en sonunda tüm yıldızlı gökleri kapsadı.

Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı,
uçtukça büyüdü, çoğaldı,
oysa yüreğimi hiç terk etmemişti…

Halil Cibran

Menekşe

Çayırda bir menekşe açmıştı
Öylecene boynunu bükmüş ve kimseciklerin bilmediği;
Bir menekşecik,sevimli mi sevimli.
Derken genç bir çoban kız geldi,
Hafif adımlarla ve neşeli mi neşeli,
Ta oralardan,oralardan
Çayıra ve şarkılar söyledi.

Ah,diye düşündü menekşe,
Doğadaki en güzel çiçek olsaydım keşke,
Ah,yalnızca kısacık bir an boyunca,
Ta ki şu sevgili beni kopartsın
Ve iyice göğsüne bastırsın!
Ah,yalnızca,evet yalnızca
Bir çeyrek saat boyunca!

Gelgelim,ah,ne yazık!Genç kız geldi
Ve ona hiç dikkat bile etmedi,
Ezdi ayağının altında zavallı menekşeyi.
O ise yere yığılıp öldü ve bir de sevindi ölürken;
Ve ölüyorsam eğer şimdi,yine de onun elinden,
Onun elinden,onun elinden,
Ayrılmadan ayaklarının dibinden.

Geothe