Matilde’ye Sone

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

Pablo Neruda
Çeviri: Cevat Çapan

Mürekkep Balığı Kemikleri

1.

Sorma bizden o sözcüğü, her yandan
sarıp biçimlenmemiş ruhumuzu, ateş harflerle
açıklayan onu ve tozlu bir çayırda
yitmiş safran gibi ışıl ışıl yanan.

Ah o insan ki güven içinde gider,
o kendi kendisine ve ellere dost,
gölgesine dost insan inanmadı, sıvası bozuk
duvarda yaz sıcağının iz bıraktığına yer yer.

Bir çözüm isteme bizden sana dünyalar açacak,
dal gibi kuru ve kıvrık bir heceden başka yalnız..
Bugün şudur diyebildiğimiz ancak:
İstemediğimizdir olmadığımız.

2.

Sığınma; bu yeşillik
içindeki gölgeye
sıcaklığa yıldırım gibi
dalan yavru şahince.

Sırasıdır bırakmak yorgun,
uyur görünen sazlığı
ve biçimlerini gözetlemeyi
toz gibi dağılan yaşamın.

Yürüyoruz bir titrek,
sedefimsi tozun içinde
gözlerimizi çelen ve bizi
güçsüz düşüren bir kamaşmada

Ancak, bu yitikler saatinde tembelleşen
oyununda kupkuru dalların, anlıyorsun ya,
fırlatmayalım dipsiz bir uçuruma
başıboş yaşamlarımızı.

Bulutların örümcek ağlarınca
bize taraz taraz görünen
bu kayalar duvarı gibi
eridi ruhlarımız da

ve kuruntunun bir kül ateşi
canlandırdığı yerde
yitip giderler bir kesinliğin
duruluğunda; aydınlık.

3.

Hep aklımda gülüşün, duru bir su benim için o,
rasgele görülmüş bir su taşlığında bir kumsalın,
bir sarmaşığın kendini seyrettiği ufak ayna;
ve her şeyi bir beyaz göğün kucaklaması, yalın.

Anımdır işte bu benim; bilemem ki, ey uzak sen,
ya özgür bir ruh yüzünde tertemiz açan kendini,
ya dolaştıranlardansın bitik dünyanın derdini,
ya da acılarını tılsım gibi gezdirenlerden.

Ama şunu diyebilirim, düşüncen batık bir yüz
ve hevesler, üzüntüler durgun bir denizde yitik,
ve sızar görünüşün yavaşça külrengi belleğime
körpe bir palmiyenin yukarısı gibi düz, dimdik.

4.

Ne kesin çizgiler isterim senden
yaşamım ne hoş yüzler ne de varlıklar.
Hep aynı tad var kaygılı yuvarlağında
artık bal ve absent tadı.

Yürek hor görüp her devinimi
seyrek irkilmelerle sıçradı.
Arasıra kırların sessizliğinde
çınlar öyle bir silâh sesi.

5.

Getir bana ayçiçeğini, dikeyim
tuzla kavrulmuş toprağıma;
göstersin sarı yüzünün kaygısını
ayna gibi maviliklere bütün gün.

Aydınlığa yöneliyor karanlık şeyler,
cisimler tükeniyor akışmasında
renklerin: ezgiden bunlar. Sönüyor
demek serüvenler serüveni.

Getir bana o bizi ileten bitkiyi
sarışın saydamlıklar yükselen yere,
yayıldığı yere yaşamın bir öz gibi;
çılgın ayçiçeğini getir bana ışığın.

6.

Öyle çok gördüm ki yaşama ağrısını:
fıkır fıkır kaynayan boğulmuş ırmaktı,
büzülüp kıvrılmış kuru yapraktı,
yere yıkılmış bir attı yitirerek gücünü.

İyi ki bir şey bilmedim o tanrısal
ilgisizliğin açık tansığından başka:
bir yontuydu öğlen uyuşukluğu
içinde, ve bulut, ve uçan şahin yüksekte.

7.

Ne bilirseniz benden
dış görünüştür ancak,
yüklenen elbisedir
insan serüvenimi…

Belki sessizdi hava
ötesinde örtünün;
aydın göğü rasgele
bir mühür yasaklardı.

Ya da değişmekteydi
ömrüm orada çılgın,
bir ateşten açılıp
görmediğim patlama.

Böyle kaldı bu kabuk,
o benim gerçek özüm;
bilmezlik dediğim o
yavaşlamayan ateş.

Bir gölge görürseniz
bilin o gölgeyim ben…
Ayıramam kendimden,
size sunarım onu.

8.

Bilirim en acımasız dudak bükülmesinin
en aldırışsız yüzden geçtiği zamanları:
görünmeyen bir keder belirir bir an için,
sokakta varmaz onun farkına kalabalık.

Göstermeyin boşuna, sözlerim, açık açık,
gizli ısırığı, yürekte esen rüzgârı.
Susmayı bilenindir en haklı neden, varsa,
bir barış şarkısıdır hıçkıran şarkılarsa.

Eugene Montale

Çev: Said Maden

Meftun

Gecenin yıldızlı bahçesi çiçek açıp

Sabah çamların arasından süzülünce
Tökezleyerek ineriz merdivenlerden
Kollarımız yastıkların etrafında ağırlaşmış
Parmaklıkları geçeriz tazelenerek
Üzüm asmasındaki çiçek kokularından.

Uykuyla ağırlaşıp
Her zamanki yataklarımıza yığılırız,
Böcekler ve sert döşemeden kurtulup.
Şimdi pervane uğulduyorken
Zihinlerimizi alışkanlıklara iliştirerek.

Ama gün ortasında, alışkanlıklar arasında
Bellekten süzülür içeriye
O serin başlangıç saatlerinin hatırası
Hanımellerinin keskin kokusuyla
Ve guguk kuşunun şarkısıyla,

Biz kararlıyız
Bu gece yine yukarı sıvışmaya
Yıldızların silik hayallere dönüşmesini
Şafakta çiçek açmasını izlemeye.

Reshma Aquil
Çeviren: Nesrin Eruysal

Bulantı mı Ölüm müdür Bu Yaklaşan?

İndir bayraklarını, kalbim
Yeter çarpıştığımız,
Ömrümü noktala artık.
Ödlek diyemezler bize
Elimizin erdiğince yaşadık.

Ah ruhum,
Gitmek midir niyetin kalmak mı?
Bildir kararını.
Her yanımı yoklayıp durma öyle.
Bir çekip bırakma gövdemi
Söyle kararını.

Sorma bana, hiç hâl kalmadı bende.

Azrail Hazretleri,
Ne küfrettim ne de yaltaklandım zâtınıza
Acıyınız bana, kaç kez yalınayak başıkabak yola çıkmış bu yolcuya
Üstelik ne bir öğretenim oldu, ne param, şan şeref desem uğramadı yanıma.
Gücünüzden suâl olunmaz sizin, ve hiç kimse geçemez sizi tuhaflıkta
Acıyınız daha hendeği atlamadan, size eşkâlini sunan bu kaçığa
Onu havadayken yakalayın
Bırakın, becerebilirse azcık, hazırlasın kendisini, sizin huyunuza suyunuza
Ve n’olur elinden tutuverin biraz zahmet olmazsa.

Henri Michaux
Çeviri: İsmet Özel

Bakışını İçimde Saklıyorum

Elini tutup çekiyorum
Yaşlanmakta olan elimle
Saklıyorum bakışlarını
Feri sönmüş gözlerimde.

Korkunun kovaladığı bir yaban hayvan gibi
Varıp geldim yamacına
Hep sıkıntı ve ürkü içinde
Bekliyorum seninle aha.

Elini tutup çekiyorum
Yaşlanmakta olan elimle
Saklıyorum bakışlarını
Feri sönmüş gözlerimde.

Neden ve henüz bilmiyorum
Ne güne dek senin kalacağımı
Elini tutuyorum ve işte
İçimde saklıyorum bakışlarını.

Endre Ady
Çeviri: Tahsin Saraç

Yol İkiye Ayrıldı

Yol ikiye ayrıldı güze batık ormanda,
Gezemediğim için üzgünüm ikisini de
Bir gezgin gibi tek başına, uzun süre
Durdum, baktım en uzaktaki yola
Bükülüyordu çalılıkların arasında;

Ardından ötekine saptım güzellikten nasipli,
Kim olsa onu seçmez miydi zaten,
Çimenlerle kaplıydı fethedilmekti niyeti;
İşin doğrusu yolların her ikisi de
Gerçekte eşit ölçüde aşınmıştı,

Ve ikisinde de seher eşit uzanırdı
Yapraklara, ayak altında kararmamıştı renkleri
Âh, ilkini bir başka güne bıraktım!
Anlamadan bir yolun başka bir yola kavuştuğunu,
Kararsızdım gidersem dönemem asla geri.

Anlatacağım derin bir âh ile bu durumu
Yıllar yılı her yerde her zaman:
Yol ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben–
Daha az katedilmiş olanı seçtim,
Ve bütün ayrımı yaratan da buydu.

Robert Frost
Çeviren: Tuğrul Asi Balkar

Bekle Beni

Bekle Beni

Bekle beni, döneceğim
Bütün direncinle bekle beni.
Bekle hüzün yağmurları
Gökyüzünü kaplayınca,
Karakış üşütürken bekle,
Sarısıcaklar yakarken bekle.
Kimseler beklemezken bekle beni,
Unut anılarla yüklü bir geçmişi
Ne bir mektup ne bir haber
Gelmesin ne çıkar, bekle beni
Bekle beni döneceğim
Bekle, yalnızca sen bekle beni.

Bekle beni döneceğim, bırak
Beklemekten usanmış dostlarım
Oğlum, anam, yoldaşlarım
Öldüğümü sansınlar benim
Umudu kesip bir ateşin başında
Beni yadedip içsinler ama sen
İçme sakın yürek acısı o şaraptan
İnançla, sabırla bekle beni.

Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlere inat bekle.
Çünkü o büyük bekleyişin
Düşman ateşinden kurtaracak beni.
Bekle kızgın sıcaklar içinde,
Karlar savrulurken bekle beni,
Yalnızca seninle ben, ikimiz
Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
Kimseler beklemezken
Beni beklediğini.

Konstantin Simonov
Çeviren: Sacide Üçer

bekle beni, döneceğim
bütün gücünle bekle.
bekle, sarı yağmurlar
hüzün getirdiğinde.
bekle karda, tipide
bekle, bunaltırken sıcak
bekle, kimseler beklemezken
geçmişi unutarak.
bekle uzak yerlerden
mektup gelmez olduğunda.
bekle, birlikte bekleyenler
beklemekten usandığında.

döneceğim, bekle beni
ve iyilik dileme
artık unutmak gerektiğini
söyleyenlere.
varsın oğlum ve anam
yok olduğuma inansınlar,
varsın, yorulup beklemekten
otursun ateşin başına dostlar
içsinler o acı şaraptan
rahmet dileyerek yitene
bekle. o şaraptan
içmekte acele etme.

bekle beni, döneceğim
tüm ölümlerin inadına.
varsın, beklemeyenler
yorsunlar bunu şansa.
anlamayacak onlar
nasıl ortasında ateşin
kurtardı beni
senin bekleyişin.
nasıl sağ kaldığımı
ikimiz bileceğiz sadece:
başardın beklemeyi sen
kimsenin bekleyemediğince.

Konstantin M. Simonov
Çeviri: Ataol Behramoğlu

Gidersen Yıkılır Bu Kent

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Birde seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

AHMET TELLİ

Konuşsam Sessizlik Sussam Ayrılık

resmin rehindir gurbetimde
gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba
ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin

alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana
sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına
konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana…

ve akşam, bir kez daha
saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara
“bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”

çekmiyorsun!

akarsuları imrendiren yüzün de
sabahçı kahveler de biliyor
görüşmeyeli yorgunum
yıkık kentler kanadı sevinçlerimle
görüşmeyeli ya sen nasılsın
adım, adresim durur mu defterinde?
şimdi siirt’te koyun kokulu bir gecedeyim
beynimde iklimsiz papatyalar
ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde

sokakların gün batınca neden boşaldığını
ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum
konuşsam: sessizlik/gitsem: ayrılık

sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne
al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara
gurbetini rehnetme özlemimde…

YILMAZ ODABAŞI

Veda Şiiri

Geleceğim bazen uykudayken sen
Beklenmedik uzak bir konuk gibi,
Sokakta bir başına koyma beni.
Kapıyı sürgüleme üstümden.
Usulca girecek,bir yere ilişeceğim,
Bir zaman,karanlıkta,bakacağım yüzüne
Ve yorgunluk göz kapaklarımı indirince
Seni kucaklayacak ve çıkıp gideceğim.

N.Vaptsarov