Ses

Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,
‘Yarab! hele kalp ağrılarım durdu!’ diyordum.
His var mı bu alemde nekahat gibi tatlı
Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı
Bir taze bahar alemi seyretti felekte,
Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek’te,
Akşam!.. Lekesiz,,saf, iyi bir yüz gibi akşam!..
Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam;
Sakin koyu,şen cepheli kasrıyle Küçüksu,
Ardında vatan semtinin ormanları kuytu;
Bir neşeli hengamede çepçevre yamaçlar
Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar
Dalgın duyuyor rüzgarın ahengini dal dal.
Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal.
Bir lahzada bir pancur açılmış gibi yazdan
Bir bestenin engin sesi yükseldi boğazdan
Coşmuş yine bir aşkın uzak hatırasıyla,
Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyla,
Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi:
Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.
Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım.
Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım,
Her yerden o,hem aynı bakış ,aynı emelde,
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde;
Her yerden o, hem aynı güzellikte göründü,
Sandım bu biten gün beni ram ettiği gündü.

Yahya Kemal

Unutma…!

Unutma!
Yüreğinde bir ismin imzası var.
Ve sen onu silemezsin söküp atamazsın
Ne kadar uğraşsan da seninle beraber büyür içindeki sızı.
İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda. .

Unutma!
Bir kere sevdin mi uzun uzun yanarsın.
Sitemler öfkeler birikirken içinde sen azalırsın.
Dilinde küfür elinde kadeh eksik olmaz.
Günler böyle geçer alışırsın.

Unutma!
Sabahlar artık gecikir.
İster sağa dön ister sola gözüne uyku değil gidenin hayali gelir.
Kendini şiirlere verirsin.
Elin sigaraya gider her on dakika da bir fena zehirlenirsin.

Unutma!
Bir süre güvenmeyeceksin kimseye kendine sığınacaksın.
Aşk konuşulduğunda sen susacaksın
Of’ larla ah ‘larla başlayacaksın her cümleye.
Çevrende senden başka herkes haksız olacak.
Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe.

Unutma!
Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın.
Biri seni bulacak. .
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan biraz ürkeceksin.
Ne kadar dirensen de nafile.
İnsansın sonuçta seveceksin.
Eski acılara bakıp da küsme sevdalara gâvura kızıp da oruç bozulmaz.
Sök at kafandan acaba’ları!
Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz.
Artık kararmaz gecelerin.
Bir daha yaşlar akmaz gözünden.
Sabahların gecikmez.
Kim bilir ağladığın günlere gülersin.
“Bir defa öldün ya zamanında?
Bir daha ölmezsin.”

?

Gidenler arkalarında sadece kokusunu bırakmazlar

Gidenler arkalarında sadece kokusunu bırakmazlar sıcaklıklarını da bırakırlar. Sadece ruhunu bırakmakla kalmazlar, seslerini de bırakırlar. Gittikleri yer bizim için tam bir sessizliktir. Zifiri karanlık. Her ayrılık zordur. Sesiyle, sıcaklığıyla, ruhuyla, kokusuyla yetinmek ve hatta avunmak zorunda kalmak zordur. Bitmemiş sevgilerin ayrılığı daha da zordur.

Sait Köşk

Dizeler

duygusuz ol; hassas bir kalp
sallantılı dünyada sefil bir varlıktır

küçük hırsızları asıp yok ederler
büyükleri çok ilerlemiştir
ülkeyi ve sarayları yönetiyorlar

dünyayı küçümsemeyi öğrendim
ancak şimdi, onu fethedecek değerdeyim

peşimizi bırakmıyor, ısrar ediyorsunuz
öğüt istiyorsunuz; verebilirim
yalnız, içim rahat olsun diye
söz verin ona uymayacağınıza

yaşayarak gelişen nakşedilmiş biçimi
hiçbir zaman ve hiçbir güç parçalayamaz

birçoğumuz birçok şey bilir; ama
bilgelikten çok uzaktır
başka insanlar size kolay bir oyundur
kendini ise hiç kimse tam öğrenememiştir

hiç kimse kendine bilge ve özgür demesin
ölümünden önce

hayatımda bazı şeyler kaçırdım
ama kimseye hile yapmadım

beşikle tabut arasındaki büyük kanalda
sallanır ve yüzeriz
hayat boyunca tasasız

üç bin yılın hesabını
kendine vermeyi bilmeyen kimse
karanlıkta cahil kalır

ey dünya, senin çirkin uçurumunda
iyi niyet bile mahvolur

iki uşaklı bir efendi iyi hizmet göremez
iki kadınlı ev temiz süpürülmez

bilim ve sanat sahibi olanın
dini de vardır
o ikisine sahip olmayanın
dini olmalıdır

akıllı olana, geniş görüşlüye gerçekten çok zaman
imkansız şey, mümkün görünür

insan kendini yalnız insanda tanır
hayat herkese ne olduğunu öğretir

öğrenme merakıyla şifa bulan gönlüm
gelecekte hiçbir acıya kapalı olmayacak
bütün insanlığa nasip olan her şeyin
kendi içimde tadına varacağım
ruhumla en yüksek ve en derini kavrayacak
onun sevinç ve üzüntüsünü gönlüme yığacağım
böylece kendi benliğimi onun benliğine doğru genişletip
sonunda onun gibi ben de başarısız olacağım

cahillerle tartışırken
bilgeler bile cehalete kapılır

halk, uşak ve galip
her zaman kabul ederler ki
insanoğlunun en yüksek mutluluğu
yalnızca kişiliktir

itiraf edin! şarkın şairleri
biz batınınkilerden daha büyüktür
onlara eriştiğimiz nokta ise
bizim gibilere duyduğumuz kindir

hekimin kusuruna bakmayın, onun da çoluk çocuğu var
hastalık bir sermayedir; azaltmayı kim ister

öl ve ol
işte bunu bilmiyorsan
karanlık yeryüzünde
zavallı bir konuksun yalnızca

cezalandırmayan bir yargıç
en sonunda caniyle arkadaş olur

bir gün büyük bir toplantıdan
sessiz bir bilgin kalkıp evine gider
memnun kaldınız mı diye sorarlar
“kitap olsalardı” der, “onları okumazdım.”

Goethe

Taşra Kızının Deliceleri

gözlerim seni görünce güzel
saçlarım senin için uzun
tenim seninle sıcak böyle

sakınmaklar gereksiz bunu yeni anladım
kırıp dikenli telleri geldim yanına

dört tarafımda elle tutulan karanlıktı -bilirsin
raylarca uzuyordu yalnızlığım
körkandil kısır anlayışlara
bir kinim vardı, zamanın eritemeyeceği
bir sancım vardı öylesine belirgin
yokluğun özlü çıbandı sanki
duramadım

duramadım dayanılmaz isteklere
bütün bağlardan kurtulup bir an
gözlerinin büyüsüne geldim
ellerinin ateşine
yak beni

sen uykusun vazgeçilmiyorsun
seni kendim kadar seviyorum
günlerden bir gün duysam da acısını
beni ilk öpenin sen olmasını istiyorum
beni ilk öpenin sen olmasını

Türkan İldeniz

Serenatlar

sen benim nemsin
rüyalarım mısın
aşklarım mısın
azaplarım mı
yoksa sen
gecesefası mısın içimdeki

afyon mudur sesin
duman mıdır su mudur
meltem midir
yoksa
götüren midir bizi
alıp kendimizden

sen bir asmasın
küpe salkımlarınla asma bellim

elim değmesin
değmesin dilim sana asma bellim

küpe salkımlarında kütür kütür
buğulu üzüm başlar asma bellim

niye kendini sevdiğin zamanlar
daha olmadan başkasının
öper dudakların suda
dudaklarını

niye sana benziyor köpükler
güneşe sarılırken
niye şu bulut kaçırmıyor seni
kaçmıyor senden balıklar
niye çarpınca martılar sana kanat
niye ağzımda yüreğim
niye içerim göz göz
niye gözlerim pervane

katırtırnakları bakar engine
arasından otların
üfürünce bayırlarda rüzgar eteklerini
sular imrenir bacaklarına
mavi ürpermeler başlar derisinde denizin
sen katırtırnaklarına eğilirken

kalbim
top
bu topu
yıldızlara mı atsam
sana mı atsam
sana atsam
tutabilir misin

taksam yıldızları boynuna
basarak bulutlara yürüsek
başında aydan bir tarak

uçursalar bizi ankalar
rüya cennetlerine
bir yıldıza takılıp
aksak durmadan

korkutmuyor beni
seni sevmekle
ölüme susamak arasındaki ilişki
seni dondurup yakan seni
eşi bendekinin

resminden çıkarak
yanıma uzandığın geceler çoktur
odamın her köşesinden bakan gözlerinle
sabahladıklarımsa
yıldızlarca

bir ihtilal kadar güzel başlım
levantin kokulu sesler üflüyor
ilahlar soytarısı
frigyalı marsiyas
altın tozu serpilmiş siyahlıkta

düşünüyor bir yaprak
üstünde bir çitin
şimdi yalnızız
sakın ürperme

bana çok yakınsın
çok uzak belki
anılar çıngırak
ay parmaklarınla çalarak
saçlarından harpını
dünyamızdan çıksak

örtünüp çıplak beyazlığını
sütünü emsem güzelliğinin

dereceleri var mıdır hazzın
düşündüm bulamadım

yarın da benim olabilmen için
ıstırap çekiyorum şimdiden
beni hangi tabu sevdaya sürüklüyor
sana dokununca
öleceği

göğsümün içinde
bir ateş yuvarlaksın
dönüyor
beni yakıyorsun

ölümü düşündükçe
karanlığın ürküsünü içer gözlerin
ama ay
vurunca ay memelerine
yakar seni tutku dondurur

bir kitap bir mendil
şurada bir kemer
eşyada kokun
helyotrop

sen şu dakikada bir başkasının olabilirsin
gözlerin damla mıdır ki düşer
gözlerimden akşamla

bal ışınları gözlerinin
aktı gözlere
bir soluk mu dolaştı
ışık tellerinde saçlarının

pusuya düşürmesen
içimdeki hayvanı geceleri
o
homurdanmaz sabaha kadar
bana geceleri gel
ıtırlaştığı anda hazların

uçurabilsek
bütün yaşamı
tek yaratık gibi
içimizdeki antenlerden

bana sarılman
ay ışığında
gümüş yılanın kayışı
tenin
buzlu kabuğu üzümün

gözlerinle sarılır
gözlerinle geçersin kendinden
bir sazın kaburgasındaki titreyişsin
ne zaman başladığını bilmediğimiz
ne zaman biteceğini

ışık kadar çıplak ol
haz kadar uçucu
ama bir yıldızın
gümüş boynuzlarından
kollarıma düş

Ercüment Behzad LÂV

Kış Dayandı Kapıya, Kapının Kanadı Aralık

iki hecem;
kış dayandı kapıya, kapının kanadı aralık.
üşümekliğim ondan,
ondan vücudum kırık.

iki hecem;
aralık kapıdan belki sen gelirsin birgün,
belki ölüm.
Şirâze’m,
ikisine de yok ki diyecek sözüm.

Şiraze’den Şiraze’ye/Ay Vakti

Uyarılan Şair

Bakımlı parkların görgülü ağaçları
eli yüzü düzgün kibar dalları
Sarı yaprakları günışığını sarınmış bırakmamış
Banklardan her birinde gündüzden kalma bir koku
Bir kedi miyavlar yalnızlık hakkında
elinde bir belgeyle geçer
Yakın denizde bir derinlik kokusu
ve kımıldayan bir ölüm duygusu
Ve deniz
Onun sularda olmayan bir sesle
mendireğin iri kayalarına yalvarışı
Işıklarını takınmış zillerini kapamış son ada vapuru
Haydi ay da sulara kaysın denize yaysın gümüş dantelasını

Bir şair olarak geç karşılarına
Bir de sevgili yavrula kalbinin minicik seslerinden
Yavaş yavaş boğulan
Hafif bir de sarhoşluk özlemiyle kendini
Parktan anladığın dostluğa ver

Bir miktar da elbette ağlamak istersin
Saçın kararmış yakından neşeli insanlar geçmiştir
Haydi toprağa çök de ağla
Ve bre
Başının üstüne uykular çağıran adam

Kendi yamanevinden habersiz dam özleyen adam
Bu şehrin gecesinde bulduğun safiyet şeytandan
Deniz ve vapurlar ay ve ağaçlar ne de kedi
Ne de elin ayakların duydukların gerçek yerlerinden değil
Şimdi geç bunları geç parkları geç
Hepimizin yırtılır gibi olan ağzına bak

Yazdıkların şiir değilse kalsın
Cennetse sevdan çık dışarı
Solgun ışıklar
Sessiz ağaçlar parklarla
O cümbüş gecesini de tak peşine
Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın…

Cahit Zarifoğlu

Şiraza’den Şiraze’ye

bir de benim için aç avuçlarını Şiraze.
de ki; “bir kulun var sana muhtac
bir kulun ki yok kanatlarında imtizac
hem susamış hem aç.” 

sen başıma tac
sen yüreğime ilâc Şiraze.

bir de benim için duaya dur Şiraze.
O’nu benim için bana iste.
“dahası yok” de
“kâbili yok” de
“tâkati yok” de
“öğrenemedi yolda nasıl yürünür
nasıl ve nerede durulur
kimin koluna girilir de gidilir”
“öğrenemedi” de. “bir taşa yastık diye nasıl baş koyulur.”
“bir gecede bin rek’ata nasıl durulur.”
“bir yürek nasıl hamur gibi yoğrulur.”
“nasıl her söz sessiz yutulur, nasıl tutulur sırrı âlemin, nasıl olunur.”

nasıl olunur
nasıl olunur Şiraze.

bir de benim için Şiraze, nemli gözlerinin ifadesine beni doldur da yüreğini aç.
“ah” de
“sonun arkası sabah” de
“tüm arzusu salâh” de
“Ceyhun’da serinlemek
dünyaları bir secdeye vermek
ötelere kanat çırpa çırpa gitmek
bir tebessüm ile göçmek…”

diyebildiğin ne var ise de Şiraze.

“üç” de
“beş” de
“yedi” de
kırka kırk ekle, toplamdan bir gıdım çıkar;
üstüne bin küsur hayat,
çeyrek asır geriden kalma hüzünden dokuz damla kat.
elde ettiğin her ne ise üçe, beşe, yediye katla da güvercinlerle yolla şark’a Şiraze.

Şiraze bir de benim için aç avuçlarını.
“yükseğe uçmanın
dünyayı bir hamlede söküp atmanın
keşkül ile doymanın
olmanın, olmanın ve yine olmanın
her sözü yerine koymanın
aşka âşıklığın tadına varmanın”
hangi makamda sır’landığını sor.

Şiraze dualarına al beni
dualarınla sar beni
her sözün arkasında ara beni

hemen yanıbaşındayım;
az ötende, ötenin biraz berisinde, solunda yükselen meşenin dalındayım;
buradayım Şiraze
bir kulaçlık mesafede
aç gözlerini…

Şiraze’den Şiraze’ye…
Şiraze-Ay Vakti

sen masal söyle

bir masal söyle
sana dair
bana dair
bak nasıl nefes alıyorum
seyret
onca vurgun üstüne
ve hep istediğim
nisan kadar ıslak
mayıs kadar kor olsun
ve kanasın
biryerleri masalın

ah masal dediğim ne masum bir bahanedir bir bilsen
orada kal
tam masalın kıyısında
bir varmış, bir yokmuşun cenderesinde
bilemezsin kesin ölürüm ben yanıma gelsen

masalı güzel yapan sonuna gizlediğin kurşun
sus ..! artık yeter. kanadı kanıyor bir kuşun…

kırmızı