Eski

artık zamanı değil eskinin
yaz çoktan bitti bahçelerde
şimdi kokulu mumlar ve kalın bir perde
ile örtülü odalardasın, odalar her yerde!

sana ağlayan heykellerin kıymetini bil,
bir zamandan ötekine götüren
avuçlarında bir tutam saçla
uyandığın esrik rüyaları unut gitsin.

bir büyücüydün eskiden
vardan yok, yoktan var eden
bulutların vardı deniz kokulu
yağmurların denizlere ağlayan.

kurtar kendini acılarından, arın
herkes unuttu seni, kimse sevmiyor
“su sokak” bile sıradan bir sokak artık
herkes unuttu seni, unut gitsin sen de

artık zamanı değil eskinin
kendini unut, içindeki seni dinle!

Selahattin Yolgiden

Bu ayrılığın beni hiç sarsmadığı söylenemez

 Bu ayrılığın beni hiç sarsmadığı söylenemez.

Ben de herkesi bıraktığım yerde, düşündüğüm gibi, durgun ve hareketsiz, yaşıyor sanırım. Bir ihanet kokusu seziliyordu derler ya, albayım… «O zaman daha evliydim. Bazı güçlüklerim vardı. Konuşmakla geçeceğini sanıyordum. Seni aradım.» Canım. Seni görmek istiyordum kısacası. İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir, hayal kurmağa devam edebilir. Sen anlamazsın tabii. Anlamak için, insanın bazı eksik yönleri olmalı.

Sizi seviyorum Bilge. (Nerelere geldik?) Şu arkadaşlık ne kötü; başka bir bahaneyle tanışmış olsaydık. Size ıslıkla ‘I found my love you’ şarkısını çalsaydım. Yeniden tanışsaydık. Bir süre geçseydi. Gene görüşseydik. Herkesi tanıyorum oysa. (Ne kötü!) Kimse şaşırmıyor beni görünce. Tanımadıklarımı bile tanımış gibiyim. Dünyanın sonu geldi; kimse inanmıyor. Sizin inanmanızı isterdim Bilge. Sizi seviyorum Bilge. Adınızı çok beğendim; benim de adım Hikmet. Ben buraların yabancısıyım. Gecekonduda ya da meyhanedeki gibi yürütemiyorum işleri. (Seni böyle çevrelere kabul etmezler Hikmet. Ancak, misafir sanatçı olarak bulunabilirsin. Biliyorum albayım.) Sizin için kötü niyetler besleyebilir miyim Bilge? O güzel dudakları…

…Bütün büyü sizdeymiş. Beni bu durumda görseydiniz, yani beni uzaktan takip edebilseydiniz, beni bir zamanlar sevmiş olduğunuza inanamazdınız. Belki ben her zaman böyleydim. Belki ikimiz de kendi başımıza birer dünya kurduk birlikte yaşarken. Şimdi eski dünyama dönmüş bulunuyorum ve bunun eski bir dünya olduğunu, usandırıcı tekrarlarla dolu olduğunu ve ne yazık ki kendimin de bu can sıkıcı romanın bir parçası olduğumu, yeni yalnızlığımın içinde anladım. Artık sanki yaşamıyorum, yaşayan birini seyrediyorum; daha önce bildiğim romanı okur gibiyim. Bir roman, kendini okumaya başlasaydı herhalde bu kadar sıkıcı bulurdu kendini…

Birlikte oldukları zamanlar içinde gene yalnızlıklarını yaşıyorlardı. Ne var ki, bir arada geçirdikleri günler ve saatler, birlikte yaşanıldığı sanılan küçük heyecanlar yüzünden ertesi günü görme cesaretini veriyordu onlara. Her biri kendi kafasındaki dünyayı yaşadığı halde, hep birlikte oldukları için, aynı nedenle duygulandıklarını, aynı şeylere güldüklerini sanıyorlardı. Bu, onlar için belki bir yenilikti. Aslında hiç biri yeni bir olay beklemiyordu; bütün yaşayışlarını, hareketlerini, yeni bir güne başlayışlarını, çevrelerinde olup bitenleri
izleyişlerini, bu değişmezliğe göre ayarlıyorlardı. Hiç bir konunun üstüne gitmiyorlar, hiç bir sözün sonunu izlemiyorlardı.

Hayır, kelimeler aldatıcıydı; kelimeler, bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı. Sevgi, o gece daha birçok şey düşündü, birçok şey hissetti. Neler olduğu sorulursa ‘şey’ kelimesinden başka türlü tarif edemeyeceği bir sürü şey. Allahım, dedi sonunda; ne olurdu bütün bu ‘şey’leri anlatabilecek gücüm olsaydı.

Bende hayat bilgisi zayıf albayım. Bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır; birlikte olabilseydik, insanlık çok yararlanacaktı bundan. Yazık oldu. Şimdi yanımda olsaydı, böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. Ben bunlara çabuk karar veremem albayım: Kararsızlığımla yanımdakilerin canını sıkarım. Hava da çok soğudu albayım, eve dönmek istiyorum. Biliyor musunuz, Bilge beni evde bekliyormuş gibi geliyor bana. Yoksa eve dönmek istemiyorum. Beni bekleyen yalnızlığı ve karanlığı istemiyorum. Bilge’den akıllı olduğum halde neden bu duruma düştüm acaba? Neden herkes benden kaçıyor albayım? Yaşamasını bilmiyorum da ondan mı? Bir dakika albayım, karşıdan birileri geçiyor: Kadını Bilge’ye benzettim; peki erkek kim? Değilmiş. Bu köşede de fazla bekledim galiba: Gelip geçenlerin dikkatini çekiyorum. Başka bir köşeye gitmeli. Biliyor musunuz albayım, bugün Bilge’ye ne diyordum? Diyordum ki köşe başlarında bekliyorum kadınlara bakmak için. Beni kıskandı albayım. Demek ki seviyordu. Ha-ha. Ona öyle şeyler bulup söylüyordum ki, bana hayran oluyordu. Onun için diyorum ki, odama dönmüş beni bekliyordur şimdi. Eve dönmek istemiyorum albayım. Ya gelmemişse. Ne dediniz? Yazacak oyunlarımız mı var? Onlarla mı uğraşırız? Nedense bugün içimden gelmiyor. Ben artık biraz çöktüm albayım: Aklıma yeni bir şey gelmiyor. Oyunlar beni de yordu galiba. Tabii Bilge’ye belli etmedim, ama ben herhalde bu oyunlara artık devam edemeyeceğim.

Tehlikeli Oyunlar / Oğuz Atay

Tuvaldeki Öpüş

yokluğun,
bir iç savaştır yüreğimde
sevgilim,geri çekildim
seni beklemeye gidiyorum

ayrılık değil ki bu
bir uzun hava
çalınacak,son bulacak
hicran makamında kadehler vurulacak
özlem geceleri kapımıza dayanacak
sevgilim,susturma bizi
sürç-ü lisan olmasın bu aşk

‘..avuçlarımda çocukluğumdan kalma dualar var, gel buyur nasiplen yarim…ninemin telli dolabı gibidir yüreğim, soğutmaz içindekileri…itiraf ediyorum, kayıp bir kent gibiydi sevdam..sen dokundun, çekildi sular, göründü bir zamanlar sobasında odun yanan kapılar…korkma, yaklaş..tenimin tenine diyeceği var…’

uğurladım eski sevdalarımı,gözlerine ilk baktığım an
çarmıha gerdiğim özlemlerimi azat ettim
huzur kazandım müzayededen ikimiz için
bol köpüklü bir kahve taşıdım bakışlarımla sana
yüreğimi istedin,verdim

şimdi desem ki bahar
şimdi desen ki yol var
beklemek bir köpek gibi yapışsa da paçalarıma,
sevgilim,ikimize yetecek kadar sabrım var

‘..şarkıların resmini çizebilir misin..? ..bana yüreğindeki ritimleri gönder..nasıl? …hayır, izlemedim bu filmi, sahne tanıdık ama…biz mi oynuyoruz..? ..bu yüzden bitsin istemiyorum demek ki..daha önce seslendirdiğimiz aşklar nerede peki..? ..suflörü sen miydin yüreğimdeki sesin..? …sevgilim, hadi gel mısır patlattım, bizi izleyelim….’

çığlığımı tut,yere düşmesin
dar gelirli zamanların açlığını doyurmamız lazım
bu hayat bildiğin gibi değil,diyemem
biliyorsun,bana da öğret aşkım

korkularımı bir caminin avlusuna bıraktım
acılarım ahşap bir bina,bir kibrit çakılsa tutuşacak
sevgilim,sesimi sesinle uyut
bu yekpare gülüşler o zaman can bulacak

‘..denizi hiç böyle mavi görmemiştim..pardon, baktığım gözlerin mi…? ..gülme, boğulmayacağım, dalgalarında yüzebilirim..bu ekmek kavgasında durduk bir de sevdalandık…tabi ki pişman değilim, olamam..sevgi bir eylemse, ben eyleme geçtim…elimde pankartım, sana yürüyorum..’

düşler…yalnızlığın tangosu
sen gelene kadar sahnede dansım kalsın
sevgilim,geceyi düşlere boya
ama tuvalde bir öpüş kalsın…

Pelin Onay

Sebeb-i Telif

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyduğumuz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök” demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bir isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

İsmet Özel

İrisin Ölümü

bugün kalbimi eski bir plak gibi
öyle çok tersine çevirdim ki:

bazı şarkılar vardır
cızırtılı bir yağmur gününü anlatır
uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı
deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır,
o zaman bir yavru yengece bakan
insanların şarkısı olurdu o şarkının adı.
keşke ismim iris olsaydı,
keşke ismim herkese
sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı.

bazı şarkılar vardır
ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır
işte o ellerimle herkese
çamurlu şiirler uzatsaydım
hepsi çok kirli olsaydı tanrım!

bazı şarkılar vardır
kırmızı akşam sefalarını anlatır
karanlığın kalbinde yalnız,açmanın acısını
komşu kadınların basma elbiseli konuşmalarını
geceyi onlar bahçeye taşırdı
ben ne zaman öleceğim tanrım!
sabah olunca mı?
keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım
irileşen, gitgide irileşen ağaç gibi
şu odanın ortasında dursam,
saat kuleleri dökülürdü dallarımdan tanrım!
artık sarı yaprakların ölü olduğuna inanmıyorum.

bazı şarkılar vardır
kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır
kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu
o şarkının adı,
ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısını
keşke ismim iris olsaydı,
keşke ismimin bir anlamı olmasaydı.

herkes çıkarsın kalbini
o çirkin mücevher sandığından
ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım!

DİDEM MADAK

Bileceklerin

Söylemiştim oysa; ben gürültüde kalıcı değilim.
Yeniden bir ayrıkotu bulmalıyım içimde.
Yoksa kendimi iyiden iyiye kalabalıktan biri sanabilirim.

Göçe yetişememiş bir kuş kadar üşüyor sağ elim.
Oysa büyük yüzölçümlü cümleler kurmak için
okyanuslar geçecektim.
Dar odaların oyuncak yaygaralarından çok vakit kaybettim.

İçimin ılık, tanıdık seslerini bastırdı kalabalık.
Ancak tek bir gündüzün hükümdarı kâğıtlar üzerine,
her şeyi biliyormuş gibi yapan cümleler kurmanın bedeli bu.
Oysa hiç keyfini sürmedim ki “biri” olmanın.
Nasıl süreyim? Benimle ilgisi olmadı hiç,
bütün kalabalıkların “iyi”
dediği şeylerin.

Ben hiç “biri” olamam ki! Olup olabileceğim: Hiçbiri.
Söylemiyorum bunu hiç. “İlan ederler” çünkü.
Bunun bile gürültüsünü ederler. Bunu, gerçekten
“hiçkimse”
olanlar bilirler.

Bugün tekrar yüksek ve geniş yaylalara çıkmak
mecburiyetindeyim.
Dar odalarda çürüttüğüm organımı iyileştirmek için
uzun bir yola gideceğim.
Oralara vardığımda hâlâ çıkıyorsa sesim,
sevgili ana dilime, iç dilime, kendime
yeniden kabulümü dileyeceğim.
İçime, kendime giremezsem
-kendinin dışında kalan herkes gibi- biteceğim.

Bu, bir mecburi yolculuk hikâyesidir.
Yolda anlatılacak bir şey olursa eğer, kim bilir…
Belki şeyler, kendini deyiverir.

Ece Temelkuran

Rüzgâr

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim,
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.

Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir,
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.

Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.

Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallanmıştır,
Güneş altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.

Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler..
Toz toprak gözlerine gitmiştir.

Şehirlere uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür,
Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim,
Soraydım söylerdi herhalde.
Soramadım.

Cahit Külebi

Seviyorum Suskunluğunu

seviyorum suskunluğunu, sanki sen
yokmuşçasına burada
duyarsın beni uzaktan, dokunmaz sana sesim.
uçup gitmiş gibi gözlerin
ve ağzın bir öpüşle mühürlenmiş.

seviyorum suskunluğunu, çok uzakta
görünüyorsun
sanki yas tutuyorsun, kumrular gibi cilveleşen
kelebek benzeri.
uzaklardan duyuyorsun beni, ulaşmıyor sana sesim.
bırak da varayım dinginliğine sessizliğinde.
ve konuşayım sessizliğinle
bir lamba gibi parlak, bir yüzük gibi yalın.
gece gibisin, suskunluğun ve takım yıldızlarınla
yıldızlarınki gibidir sessizliğin, öyle uzak, önyargısız.

seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada
uzakta ve hüzün dolu, sanki ölmüşsün gibi.
işte o zaman bir sözcük yeter
uçarım, uçarım sevinciyle yaşadığının.

Pablo Neruda

Suskunluğun Sevindiriyor Beni

Suskunluğun sevindiriyor beni, çünkü uzakta gibi görünüyorsun,
ve işitiyorsun beni uzaklardan, ulaşmasa da sesim sana.
Görünüş o ki, gözlerin uçmuş gitmiş uzaklara,
ve kapalı ağzın bir öpüş gördü sanki.

Tam da her şey ruhum tarafından izlenmişken,
çıkıyorsun ortaya o bütünden, ruhumdan benim.
Kış uykusundaki bir kelebek gibi benziyorsun ruhuma,
ve hatırlatıyorsun bana melankoli sözcüğünü.

Suskunluğun sevindiriyor beni, uzakta gibi göründüğünde.
Ve şikayet ettiğin şey, üveyen bir kelebek.
Ve işitiyorsun beni uzaklardan, ulaşmasa da sesim sana.
Öyleyse bırak susayım suskunluğunla senin.

Öyleyse bırak seninle konuşayım suskunluğunla senin,
bir lamba gibi aydınlık, bir yüzük gibi gösterişsiz.
Suskunluğu ve yıldızlarıyla gece gibisin.
Yıldızdan doğmuş suskunluğun, öyle uzak ve sade.

Suskunluğun sevindiriyor beni, uzakta gibi göründüğünde,
uzak ve taciz edilmiş, ölmüşsün gibi.
Bir sözcük, bir gülümseme yeter.
O zaman mutluyum, mutlu, çünkü gerçek değil bu.

Pablo Neruda

İnsanlar Arasında

Kır saçlı görgülü adamlar
Akşam peynirle rakı içer
Dünyayı yorumlardı
Bazıları şiir bile yazardı
Bazen de denk düşerdi takılınca
Kitaplara bile geçti

Sessiz akardı sular
Kalçalı gecelikli kadınlar
Hem anlayışlı, hem titiz
Gün boyu güzel yemekler yapar
Durup durup bir kaygıyı anlatırdı
Ben türkü söylerdim bu sesimle

Süslü kızlar düş kurardı geceleri
Sabah adı konulmamış bir sevda için
Erkenden sokaklara düşerdi
Arkalarından seslenirdi anneleri
Yitirilmiş bir şeylere ağlar gibi

Garip garip oğlanlar
Anlaşılmaz sevdaların peşinde
Koştururken sabah akşam
Sözde kuşkulu, duygulu, sevecen
Kimbilir hangi bozgundan kalma nineler
Komşulara torunlarını anlatırken
Kış gelir, alabildiğine yağmur yağardı
Evlere çekilirdik erkenden

Afşar Timuçin

Çember

Evimizin bahçeye açılan avlusu sanırdım hayatı
Dut ağacının altındaki dökülmüş dutlar gibiydi
Öyle tatlı ve öyle kolay ulaşılası..
Her gün uyandığımda,
koşardı çocukluğum yeşillere mavilere
Hayatı yeşillerden ibaret sanırdım.

İlk çamurdan yaptığım çömleğimi kırınca arkadaşım
anladım ki ;
Hayatta kıskanç sarılar da var, kızgın morlarda
Yeşilin yanında kötü durmuyorlardı gerçi
gelip geçici uçucu kederlerdi
Kin tutmayı bilmezdik

İlk kalp ağrımda öğrendim ben küskün siyahları
acıtabiliyordu çokça
takınca aşık pembesi gözlükleri
gölgelerde kalıyordu tüm siyahlar

Kavgalar gördüm,acılı insanlar, protestolar
bükülmüş kollarda kızıl kahverengi tonlar
lacivert öfkelerle sarılmış olsalarda dört bir yandan
yorulmadan koşuyorlardı kırmızı tutkuların arkasından

Evimizin bahçeye açılan avlusu sanırdım hayatı…
yeşillere boyanmış masum çocuklardandım.
kaybettim yaşarken ben birkaç rengimi
giydim erken erken üzerime dar gelen grilikleri
ama umudum var…
biliyorum ki ben bulamasam bile renk çemberimi
dönüp bir gün o çember bulacak beni….

Akide Ufuk Türkelli