Kalbime sığmaz oldun

Sende kendime ait birşeyler buluyorum.
Bir resim, gizemli bir gülüş, naz, kapris, güzellik.

Hayır, bunlar sen değilsin.

Sen bu değilsin.
Farklı birşey.
Biblolar, kitaplar, kartpostallar, şiir defterin.
Hayır, bunlar da değil.
Evet sende kendime ait birşey buluyorum.
Şu çılgın fikirlerin, ya da umarsız davranışların.
Yapılmaması gereken şeyleri yapman, yolda sigara içmen mesela.
Ne bileyim, renkler eklemek istemen kırlangıcın kanadına,
her akşam balkonunda dudak payı bırakılmış hüznü yudumlaman.
Bazen de yüzünde bir karış melalle görmem seni.
İşte bunlar sensin.
Bitmez tükenmez hayallerin, merakın, hobilerin, yakınmaların,
aşıkların ve her seferinde sana yenilen gözlerim.
Konu-komşu, dedikodu kimin umurunda.
İkide bir yüzüme çarpılan bir günah gibisin.
Yine de seviyorum seni,
aklının eremeyeceği kadar.
Kalbime sığmaz oldun.
İbrahim Tenekeci/ Üzgünlük

Bazı İnsanlar

Bazı insanlar
Bazı insanlara
Bazı insanları hatırlatır
Hatırlayanlar üzgündür
Hatırlatanlar habersiz
Hatırlananlar mı?
Onlar uzak bir şehirde
büyük ihtimalle hiç bir şey
hatırlamamaktadırlar.
Abdullah Harmancı/ Muhteris

Yar Çekimi

Beni alıp çıkarsalar feza füzesiyle gözümü bağlayıp,
atsalar sırtımdan itip;
Yine İstanbul’a düşerim.
‘Yer çekimi’ değil;
‘Yar çekimi’ derim.
Küçük İskender

Tartıda

Beni bir kefeye, seni karşı kefeye koymuşlar.

Ortada tartılan ne sensin ne de ben.

Aşkımız…

Ben senden ayrılıp yukarı çıkınca, sana olan aşkım artıyor.

Senden ayrı değilim; zira seni görebiliyorum ve aynı terazideyim.

Ama kefelerimizin ayrı olması buluşmamıza engel oluyor. Bize şimdilik aynı seviyede olmak yetecek. Ama aşkım ağır geliyor ve kefeler bir türlü denge tutturamıyor aşkım.
Sen yukarı çıkınca -bunu çok istiyorum- bu kez sana olan hasretim artıyor.
Ağırlığım sana gölge olmasın diye yukarı çıkmak istemiyorum;
ama bir yandan da senin daha doğrusu bana olan aşkının ağır gelmesini istiyorum.
Senin gözünde oynayan kişiden, yerinde duramayan bir kişiyim.
Gece benim, gündüz senin olsun bu kefe. Aşkım.
Ve artık dengede duralım.
Evet, acı benim, sevinç senin yanında. Bu nasıl terazi, bu nasıl ölçü böyle?
Gel ey Şuayp; şu sevgiliye bir şey söyle;
yoksa kavmin gibi helâk olacak!
Kamil Yeşil/ Yankısının Peşinde

Hem Sıkıntı, Hem Hüzün

Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse
İçinin daraldığı bu dakikalar…
İstekler!… Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne?..
Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar!

Sevmek… fakat kimi? Değmez emeğine bir an için,
Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın.
Kendi ruhunda da kalmamış izi geçmişin:
Yitirmiş anlamını sevinçlerin, acıların…

Tutkular mı? Gönlün o tatlı ağrısı da
Mantığın sözü önünde silinip gidecektir;
Ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında
Boş ve aptalca bir şakadan başka nedir…

1840

Mihail Yuryevich Lermontov
Çeviri: Ataol Behramoğlu

Aşka Dair

Ben içimde can çekişen bu hüznü
Seninleyken öldüremem.

Unutup ta yeniden hatırladığım
Bir hayat hikayem var sanki.
Her dakikasını seninle geçirdiğim,
Zamana kızgın, ölümden korkan,
Hiç kimsenin ortak olamadığı
Ve senin bile yaşarken gerçekliğinden
Haberdar olamadığın bir hayatı hatırlıyorum.

İçimde can çekişen bir hüznü saklıyorum sanki.
Sen olmuş her yanım;
İlacım yok.
Gözlerim bulanık bakıyor.
Yanıp sönüyor yokluğunda benim gibi yıldızlar.
Yandığımda sen, söndüğümde ben…

Birer birer yanıyoruz
Ve bu yangının yasını tutan da ben.
İçimde can çekişiyor bir hüzün.
Hüznüme sebep ararken büsbütün hüzünleniyorum.
Her şeyin bu kadar gerçek olamayacağını düşünürken;
Sözler bir çırpıda sen kokan dudaklarımdan çıkıveriyor.
Sözler…

Sözler sana olan bu büyük hüznümü,
Bir diğer adıyla düğümlenmiş aşkımı anlatırken;
İçimdeki yalnızlığım merakla canlanıyor.
Düşünürken beni dayanılmaz korkulara salan,
Bizce gerçek, dünce yalan sözler
Sorgulatıyor dünyayı.

Bir anda aklım başımdan gidiyor.
Umurumda değil hiç bir şey.
Yağmurda sırılsıklam,
Güneş altında kupkuruyum ama seninim diyorum.
Haykırıyorum işte!
Sana, yokluktan bir aşkı tanıtan;
Sana, bir sebepsiz girdaptan ellerini uzatan
Benim sevgilim!
Yokluğunda sen oluyor dünyam
Ve senden can istiyor
Yokluğunda can çekişen bedenim.

Ne olurdu sen de
Uçuşan bir rüzgarın hırs dolu kollarında
Sonsuza uzanmış deli bir aşığın
Aklına akıl,
Aşkına milat olsan!

Ne olurdu sen de
Bugün var, yarın yok umutların dinleyicisi olmasan!
Sen yaratsan benimleyken hayallerimi.
Sen ve ben yaratsak umudu
Göz kırparak,
Parmak kıpırdatarak.

Ey sevgili!
Ben ağlayabilirim; sen yanımdayken,
Dudaklarımda, göğsümdeyken.
Ben susabilirim; sen haykırırken aşkını
Ve ben unutabilirim seni
Çekip gittiğinde.

Ama şunu bil ki;
Ben içimde can çekişen bu hüznü
Seninleyken öldüremem.
Çünkü hüzün,
Sana olan aşkımın
Bitmez tükenmez alevinde kavrulan
Bir çılgının ta kendisi,
Yani benim!

Emrah Altınok

Ben hayatta en çok seni sevdim

ben hayatta en çok seni sevdim
sen çıkıp yeldin, geldin ya yeğin
gündüzler gece oldu, geceler gündüz
güneş tabakta turunç, ay gölde tavus

kazaz inceliğiyle yontardık aşkı, biz aşkı
tek tek, tane tane, an be an
fırat kıyısında …içilen mırradan acı
ve deliydi balımız
-ki en çok sevdiğini kanatır insan-

ben hayatta en çok seni öptüm
dudağım dudağına
tenin tenime değende
en güzel kırmızısı dünyanın

ben en çok sana güvendim hayatta
tuttum elini eğildim uçurumuna yüzünün
kar yağarken düşlerimize incecik
sen gibi örtmedi bir daha kimse üstümü

ben hayatta en çok sana küstüm
giderdim senden sana varırdım
sığındığım dulda yine senin kuytun

iflah olmaz martısıydım göğünün
ben tufeyli, ben evcil, ben vahşi
ne olduysam hep senden yana, sana doğru

yirmi bin gözüyle baktım kelebeğin sana
bakar gibi suya gül, uçsuz ve sonsuz
bir yavru kuş ağzıydı yüreğim ağzında
işte öyle, işte öyle, işte öyle sevdim

hayatta ben en çok seni sustum
yaşım göstermedim yağı yabana
geceler boyu eğirdiğim kınnaptın ince
ellerim kalebent, gözlerim sufi
ben seni bir büyük yemin gibi sevdim

ben hayatta en çok seni…

şimdi kim özür dileyecek kuşlardan, kim
hangi dal, hangi mavi

Perihan Baykal

YÂRE

bütün ruhumla
sana taşındım sevgilim
pâre pâre
yaralarımla

diri ve kırmızı
kalbimdi bıraktığım avuçlarına!

sığamadım…
sığamadım…
sığamadım…

ah o şahlanan maya, o burcu hisar
nağmesi aya değen çağanak:
yer ile yeksan!

yan! ılgım… katlan yine eğnine
sarılarını sar geri, sırlan!

dinler gibi kendini ney
susar gibi kendine neyzen
kalsın bende yalnızlığın
suretâ bir sağanak

unutma!
acıdır suyu pişmanlığın
gün gelir hatırlarsın
kıyından geçmişti bir vakit
yelkenleri güneş fırtınası
bir dev kadırga!

hercâi alacası değil çün
açar kızıl kan rengi
bir zor gülün bağrında

ve hak edene takar tâcını
aşk!

Perihan BAYKAL

Aniden Başımı Çevirip

bize mahsus ayrılıktan anı çıkarmak

ne güzel mektuptu
saçından kesip koymuşsun içine
açtım
okurken aradın

sesin güzel değil
sevgilim söyle seni üzen ne

tam kapıdan çıktım
geri döndüm

odada
dağıttım aklımdaki sisi

su içtim mutfakta
su çarptım yüzüme banyoda
su gibi aktım kendimden

sıcak tut geceni gündüzünü
sıkıca giyin

aniden başımı çevirip baktığım gibi
aniden elini yüreğine koy
aniden elimi tut

gitme bir yere bensiz!

Emin Akdamar

Kırk yılda bir

kırk yılda bir…

I.

bana gözyaşlarını gösterme anne
söyle yazgısına çarptıkça kendini azdıran bir yüreğin
kırk yılda bir kırklara karışacakken
akdenizde işi ne

bir açıklaması olmayacak mı hayatın
hep yazgı mı denecek insanın doğumuna
ölümüne evlenişine

birşey söyle
oğlunun kırk yılda bir adam gibi sevişine
birşey söyle
aşkın da ölümün de sormadan gelişine

nasıl olur yok mu sonsuzu anlatan bir masal
ben şimdi çocuklara ne derim anne
kırık bir tekneyim çılgın sularda içimde kırık bir dal
artık kırklara karışır giderim anne

kırklara
ışıktan ırmaklara
o zaman belki de gölgemle süslenir cenazeler
beslenir de güllerle yeniden boyverir hayat
benden bir fısıltı karışır tüm halaylara
benden bir rüzgar
denizlerden dağlara

gözü kara yarınlar dökülür avucumdan
gülümseyen bir idamlık kadar gözü kara
kırkındayım yeni uyanmışım uykumdan
artık yeni bir şiir bırakırım tüm kapılara

artık kıyıda yıkıla yıkıla, kuleler
ve deniz kızlarına saraylar yaptığım kumdan
sağalmaz yaralarla dönerim
dönerim yakıla yakıla düştüğüm her uçurumdan
farkındayım
çaresi yok
bir kez uyanmışım uykumdan

düşümde gelincikler
içimde gencecik bir keder var
babamı düşündükçe oğlum geliyor aklıma
diyorum şimdi Fatih de beni anar
ama alışamadım işte benim de bir baba olduğuma
hala gençlik kokar bütün sokaklar
hala gözlerim çocuk
hiç böyle yanmadım şimdiye kadar
içimde gencecik bir keder var

bana gözyaşlarını gösterme anne
ne kar yağar buralarda ne kimse kimseye ağlar
ne masalcı kadın var ne kardeşlerim anne
ikibinbir yılında akdenizde bir bahar
yaşadıkça artıyor acı
ne yağmurlar bitiyor ne de işlerim anne
ıslanmış kağıtlar gibi günler ve dağılıyor yaşamak
artık kırklara karışır giderim anne

ölüyor sözcükler yaralı atım
herkes elinden geleni yapıyor anne
bense yüreğimden geleni yaptım
aklıma inat öyle deli öyle divane

aşk varken daha ne yapayım
yeni tanrılar bulup onlara mı tapayım
dünya tarihinden bana da düşen bu
aşk
yalnızca bu benim payım
kırklara karışma zamanı şimdi
nasıl kopayım anne

kırk yılda bir sonsuza dek göz kırptım
hayatsa hep gözlerini kaçırdı anne
belki de yeryüzünde kocaman bir ayıptım
belki de şiir hep benden kaçardı anne
ya da ben kaçardım karanlıklardan kendime
ne yapar eder yıldızlar düşürürdüm sokaklarıma
sonra beni neden doğurduğunu düşünürdüm anne
düşünür üşürdüm anne

ve sonunda düşürdüm anne
uğruna inandığım yüzüğü bir çığlık anında
ve o an dağları çok özledim
anladım ki ben hala kürdüm anne
ama bu deniz akdeniz sessizce sardı sonsuza beni
yüreğime sürüp giden bir şiir
ateşten bir nehir düşürdüm anne

şimdi ben şehir şehir sürülüp kovulan yalnızların
yollarda söylediği şarkılardan biriyim
ne bana inanan varmış ne özleyecek biri yarın
bütün bildiklerim yanlış ve sözlerim yalanmış anne

kapanıyor artık herşey o uzun konuşmalarda
günler hızla kapanıyor anne
avukat ben hakim ben sanık ben
dalıp gidiyorum duruşmalarda
ve sokaklarda bir bilsen
çocuklar beni çocukluğumdan tanıyor anne

dayanmak çok zor anne
dindirmez artık en serin gülüşler bile
içim yanıyor anne
çözülmez bir düğüm bu bağlandım bile bile

artık giderim canımda bir tek yara
giderim sonsuzlaşır kederim
aşktan bir dilek aşktan bir dua
kırklara karışır giderim

kırklara
yalansız yakınlıklara
içimde gencecik yeni bir şafak
güneşler serperim karanlıklara
bağışlar beni hayat ölüm bağışlar beni
açarım göğsümü sonsuz bir yağmura
ateşte açan gülüm bağışlar beni

bağışlar beni babam ömrüm bağışlar beni
bağışlar kartopu oynarken üşüyen kardeşlerim
oğlum fatih, kızım esra
bağışlar beni

artık ne yalan ne gerçek
içimde dua ve dilek
canımda bir tek yara
karışır giderim kırklara

kırk yılda bir…

II.

bana gözyaşlarını gösterme bebek
bilemezsin nehirler mi taşacak yüreğimden
içimden alev alev bir deniz mi yükselecek
söyle senin de vardır mutlaka bir hikayen
paramparça mıdır benim gibi göğündeki yıldızlar
karışmış mıdır birbirine geçmiş ve gelecek

karışmıştır ama çağla gözlerine gözlerimden bir ışık
yazgından bir parça yüreğime yüreğinden
bir kapı kapanmış bin kapı açık
benimse aklım karışmış neden

yıllarca yaşanacak hiç bilinmeden
ölümler hep bir aşk aşklar hep bir ölüm bekleyecek
yalnız senin sevincin buzdan gözyaşları üstünde sarsılmadan danseden
mutluluk sensin bebek

bazen çok kararlı bazen çok ürkek
sensin uçurumlara taşıyan ruhumun yollarını
sonra ansızın sonsuza çıkaran sensin bitanem
anlayabilir misin nedir hep bulduğunu sandığın anda kaybetmek
nedir boynubükük çekip gitmek
gidip te yazgının gizemini düşünmek
işte benim hikayem
akıl yetmez şiir uzar dayanmaz yürek
küçükken komşular dermiş anneme
bu çocuk garip bu çocuk delirecek

delirecek en aklı başında sözcükler bile şiirlerde
karışacak mevsimler kararacak gözlerim
kaybolup gideceğim gencecik bir kederde
bilmiyorum yazgıma mı karşı geldim
çok mu ayıp ettim hayata karşı
nasıl düştüm bu derde
kaybolup gideceğim gencecik bir kederde

birşey söyle
kırk yıl sonra seni bulmasına yüreğimin
birşey söyle
hayat kimin ölüm kimin aşk kimin

kimin bendeki cennet kimin can kuşum
kolay mı aşkı çağırmak bitirmek ya da
daha sen yokken bebek sonbaharda doğmuşum
iki yıl aralıksız ağlamışım dünyada
babamın tek oğluyum anlaşılmadı huyum
ya prensesti gördüğüm ya ejderha rüyada
hep kendimle konuştum kar üstünde uyudum
masallarda binbirgöl düşümde binbir ada

herşey anlatılmaz bir umuda bıraktıkça kendini
çoğaldıkça kanım içim yandıkça seni aradım bebek
gurbetlerde boyverdim her yan ihanet ini
gün oldu saçlarımı gururla ben de taradım bebek

hep seni aradım güzel kızları arasında ülkemin
ıslığında rüzgarların şarkıların çığlığında
aradım hep sırrını yüreğimdeki nemin
gece karanlığında dolunay ışığında

ve birgün istanbul’un bir cinnet sağnağında
ilk kez yapayalnız düşündüm akdenizi
beşiktaşta kadıköyde üsküdarda
gençliğim sularda köpük köpük son vapurların izi
tanrım dedim koma beni darda
bir başka kumardı benim ki yazısız turasız
son kez ağladım üsküdarda

ağladım ve yeniden aradım tanrıyı yokta ve varda
aradım yoktu sularda saklı bir inci
kurşun ve kan izine karışmış yazılar duvarlarda
içimdeki tek özlem birgün seni bulmanın sevinci
ve acılar ardarda

uzun sürmedi sokaklarda
kaçak sigara satışından kurduğum düşler
uzun sürmedi gençliğimin çığlıklaşması şafaklarda
ve yaşadıkça her yerde çıktı karşıma
film setlerinde gördüğüm sahte gülüşler
gerçektir ama ölüm ve sevda bir de sonsuzluk
farketmezsin gizliden gizliye kanına işler

artık düşümde gelincikler
içimde gencecik yeni bir keder var
ölümü düşündükçe sen
seni düşündükçe yaşamak geliyor aklıma
diyorum senin de en az benim kadar için yanar
hala senin içindir dolandığım bütün sokaklar
hala yüreğim çocuk
hiç böyle sevmedim sonsuza kadar
içimde gencecik yeni bir keder var

içimde gencecik yeni bir bahar
delirir gözyaşını silerim bebek
ve sar beni artık akdenize sar
kırklara karışır giderim bebek

kırk yılda bir sonsuza dek göz kırptım
sen çağla gözlerini kaçırdın bebek
suç benimdi belki yazgıma çarptım
sen bütün aklımı uçurdun bebek
uçurdun karanlığa sevdanın kuşlarını
susuşlarını koydun önüme yeni yokuşlar koydun
gittin ufkun en varılmaz yerinde durdun bebek
yüreğimi yalnız sen vurdun bebek

ve sonunda içirdin bebek
sütü çığlık çığlık avcunla akdenizden
sana hiç küsemedim ağır bir acı sözden
geldin canıma girdin bebek

iste giderim dönüşürüm rüzgara
giderim sonsuzlaşır kederim
aşktan bir dilek aşktan bir dua
kırklara karışır giderim

bırakarak sana kendimi herşeyim senin olsun
al hepsini iyi sakla işte bu geçmişim işte bu geleceğim
ve sakın unutma seni nasıl ve ne kadar sevdiğimi
arkadaşım sırdaşım canım bebeğim.

kırk yılda bir

III.

bana gözyaşlarını gösterme hiç akdeniz
gösterme deniz kızlarının gözlerinde maviyi
mümkün mü artık söküp çıkarmak bu yarayı bu tenden
şiirin yüreğinden bu ateşten çiviyi

bir çığlığa kat da söyle aslında nedir iyi
nedir içim yandıkça inadına küllenen
çözsem diyorum artık bu sonsuz bilmeceyi
nedir bana göre hayat
kimim ben

meğer benim gözyaşlarım değilmiş bütün şarkılarda nakarat
aşkın karanlığında gizlenen bir yazgıyla
hayata bir soruymuş kırkyıldır süren hayat

bense uçurumlarda hep aynı bir rüyayla
yağmura göre bir adam sandım kendimi çoğu zaman
eylül ve nisan aylarında yüreği bir dağılan
ve söyleşip duran tanrıyla dolunayla
sonra dağlara göre sandım kendimi sonra denize göre
rüzgarlarla yarışan doru bir tayla

derken ne eylüldü ne nisan
sımsıcak bir yürek ve sıcak bir haziran
çıldırabilir sonsuz sevince insan

sonsuz bir şarkı istiyordum bir aşk fısıltısından
oysa ben buna göre de değilmişim neye göreyim
hiçliğin şiiri mi kırk yılın arkasından
nerdedir yerim
kalmışken yüreğim onun ateşten yüreğinde
nereye nasıl giderim
ne yaşarım yarına

bakabilir miyim akdenizin gözyaşlarına
yağmurunda yıkandığım uğrunda yandığım düşler
nice yalanı gerçek sandığım düşler
tutmazlar şimdi elimden
yazgım sır vermez bana
artık kırklara karışır giderim
ve saklar sırrını hayat
gözyaşlarına
gözyaşlarına…

Sıtkı Caney