Ateşböcekleri

ışıkla ilgili bir yazı okuyordum, elektrikler kesildi
boğazından geçerek midesine indi kent gecenin
mum aramadım, oysa vardı
pencereye gittim kalkıp çalışma masamdan
iki sevgiliden söz ediyordu ağaçlar fısıldaşarak bahçede
ağaçların yalnızlıklarından korktum
sonra yollardan söz açtılar, düşledikleri yollardan
işte o zaman ateşböceklerini,
birbirini kovalayan iki yanarsöner ışığı gördüm
gezinen son yıldızlarıydılar yeryüzünün
çaldıkları ağustosböceklerini tahta kafeslere dolduran
bir hırsız çetesi geçti sokaktan
ay siliyordu, siliyordu camlarını terleyen evlerin
bir ırmak kente geri dönmeyeceğini bildiren
bir mektup yazıp akıp gitmişti sudan gerekçelerle

yerçekimini aşk yoksunlarına bırakıp
bir bir çıkardım giysilerimi
ve kapısını araladım uyuduğun odanın
sonra açılmak için dokunmamı bekleyen
pembe gülleri gezdirmeye gittik
ağaçların gözlerini yumduğu küçük koruda
gökyüzümü sarsıyordu ıslak kelebek kanatların
ve geceyi
şu ısırıp durduğun geceyi
gitgide derinleşen karanlıkta gitgide sertleşen geceyi
yıldızların gökfişekleri gibi içimizde patladığı geceyi
çiğlenmiş sabahla birleşen ve küçülen geceyi

her güne böyle başlayalım sevgilim
böyle, ateşböceklerine teşekkür ederek

Akgün Akova

Caz Çiçeği

bilinmez, belki son öpüşümdür bu seni
bir kadına bir nehri son ekleyişim
bilinmez, bahçene ektiğim son çiçek hırsızıdır bu
bomba konmuş tren istasyonlarına
arzunun titreyen yollarına
son adım atışım, belki bu da bilinmez

bilinmez, baharın ensesine bir kuşun
ilk kurşun sıkışıdır bu
bir kedinin yağmurda ilk yıkanışı
bir kadını merdivene ilk benzetişim, sen gidiyorken
arka sokak otellerine ilk rastlayışı bir sarayın
güzelliğin aynaları tehdit ediyor sevgilim
hüzünü unutuşun bu gece, belki sözü edilmez
bilinmez, belki yanıbaşımdadır o kaygan sevdan
bu şiir kuştüyü elini ilk özleyişimdir senin

( sanki ilk sendin bu kanayan alnıma duran
çarpışan gemilere adını verdiğim ilk sendin
ardından kırık camlara çizdiğim
bir Piaf şarkısı geçerken parmak ucumdan
anladım ki ilk sendin

caz çiçeğim,
nasıl denir
içimde çatal mısın bıçak mısın bilinmez )

Akgün Akova

Şarkı

Ey geceleri yatakta ağladığımı
Kendisine açmadığım sevgili,
Ey yorgun düşüren varlığımı
Bir beşik gibi!
Benim için uykusuz kaldığını
Benim gibi saklıyan.
Ah, içimizdeki bu yangını
Söndürmeye çalışmadan,
Bağrımızda taşısak.
Değil mi ki itirafa kalkışsak
Aşkımızı, sevişenler gibi tıpkı…
Sözlerimize yalan karışacak
Beni yalnız eden varlığın; ömrüm her şeyin sana tahvili
Seslerin içinde bir an doğarsın;
Uçup giden kokularda bir an varsın.
Ah! kollarımda kaybettim hepsini,
Bir sen doğmaktasın tekrar yeni,
Bir sen, tutmadığım için tuttuğum sevgili.

Rainer Maria Rilke
Çeviri : A. Tietze – Behçet Necatigil

İlk Unutkanlık

birşey unuttunuz geçmişe gittiğiniz misafirlikte:

kırdığınız ilk yürekten söz etmeyecektiniz hani
acemi gençkızlar gibi!
bırakacaktınız cam parçalarını yerli yerinde
bunu unuttunuz!

birşey unuttunuz geçmişe gittiğiniz trende:

tanıdığınız ilk istasyonda inmeyecektiniz hani
acemi serüvenciler gibi!
yırtacaksınız dönüş biletini indiğinizde
bunu unuttunuz!

birşey unuttunuz geçmişe gönderdiğiniz şiirde:

bulduğunuz ilk imgeye sarılmayacaktınız hani
acemi şairler gibi!
bırakacaktınız sözcükleri incindiğinizde
bunu unuttunuz!

Baki Ayhan T.

Ben Şiir Yazmazsam

                    Gece, yalnızlığımıza çekilen gök-perdeyse
                                             şiir içerdeki aydınlığımızdır.

Ben şiir yazmazsam
Yitirir dilini içimdeki çocuk,
Dünya bir mahzun olur.
Çıkarır giysilerini sözün teninden
İmge denilen o esrarlı konuk,
Nesneler kendince görünür.

Gökyüzü mavisini vermez
Göğsündeki buluta.
Kirlenir yağmurun rengi,
Yağmaz ben yazmazsam.
Yar saçı kadar ince
Bir rüzgârla öpüşerek
Bulutlar üstümüze.

Bir kulak çınlaması,
Bir kirpik kırılması
Ömürler veren anlık bir düşle
Üzgün ve güleç
Buluşmaz her akşam
Dışardaki dünya ile
İçerdeki adam
Ben yazmazsam.

Gelin çeyizi gibi
İşleyip duygularını
İnce güzellikler içinde
Söyleyemez sevgisini kimse.
Yazmazsam ben
Gözleri bayram o gönül üzüncüne
Şiirler okunmaz sitemli
Titrek bir sesle
Durup yüreğinin kıyılarında.

Bir sonsuz yalnızlık içinde
Üşür ölülerimiz mezarlarında
Sevgiyle anılmamaktan.
Ben yazmazsam
Unutur insanlar, şikâyet edip
Unutulmaktan
Her yeni günle giden birini daha
Yükleyip kusurlarını
Zamana ve hayata.

Akşamı göğüsleyemez o yalnız
İncinir evlerin gölgelerinde
Evine boş dönen baba
Anne dağılır, odalara yılgın
Ben yazmazsam
Akıtıp acılarını ince bir türküye
Katlanma gücü bulamaz hiçbiri
Geniş bir yürek
Ve engin bir dirençle
Kavrayıp hayatı iliklerine dek.

Ve ben şiir yazmazsam
Çoğalmaz nar taneleri gibi
Görüntülerin güzelliği
Çocukluktan çıkar çıkmaz
Yaşlanır insanlar
Sevgi bile yük olur acemi yüreklere
Bir sorular yığını olarak
Kavranmamış kalır dünya.

Şükrü Erbaş

Ulu Orta

‘seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin
nazlanırsın ama bir gün gelirsin’

düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah,unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.

kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe,benim için dua et;
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu’ndan
üç ayda bir reçete.

acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl birşey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.

yakartop oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen
yolundaydı herşey,ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda
kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçücük odadan
acımı duy,sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma,
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim Tenekeci

Çekilme

Çocuğum benim, dalsızım, kanatsız hayal rüzgârım
İnce içlenmelerle kıvrıla kıvrıla
Tenimde düğümlenen duygu çıkmazım.
Öpmesi gibi büyük suların engin kıyıları titreyerek
Tutkular köpükler içinde
İncitmeden tek bir kum taneni sürüklemeden
Çekileyim ömrünün ak örtüsü üzerinden
Usulcacık, saygılı
Derin kuyularına büyük yalnızlığın
İzler bırakarak geride yürek çarpıntılarından
İyimser, kederli
Bir özge zaman arması gibi
Andıkça sevgiyle
Yalnızca sevgiyle ışıklanan…

Yanlış kıyılarda çırpınıyor bu yaşlı deniz
Bu ağır suyu bu ince kum kaldıramıyor…

Şükrü Erbaş

Sevda Şiirleri

Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde
başlar; ya da başlar mı bilmem?
Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu
yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?

Burada bitiyor bir sevda, ele avuca
sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir
o kadar da unutulmaya yatkın anılar
bırakarak geride; belki birkaç da şiir…

Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde
sanki yeniden okur gibi bir romanı
ve gülümser gibi yine aynı şeylere
sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.

Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte
yine dağlar, uçurumlar arasında bir başıma.
Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi
bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya.

Ahmet Erhan

Onu bağışlayın

O bazen
Vücudunun kederli bağlantısını
Durgun sularda
Boş mezarlarla, unutuyor
Ve aptalca zannediyor ki
Yaşama hakkı var,
Onu bağışlayın
Bir resmin sıradan öfkesini
Kışkırtmanın uzak arzusu
Kâğıdının gözlerinde eriyor
Onu bağışlayın
Baştan başa tabutunda
Ayın kırmızı hâlesi geziniyor
Ve gecenin değişken kokuları
Vücudunu bin yıllık uykusundan
Uyandırıyor
Onu bağışlayın
O içten yıkık
Ama hâlâ gözlerinin içi ışık zerrelerinin hayaliyle parlıyor
Ve anlamsız saçları
Ümitsizce aşkının soluklarının etkisiyle titriyor
Ey mutluluğun sâde ülkesinin sakinleri
Ey yağmurda açılan pencerelerin komşuları
Onu bağışlayın
Onu bağışlayın
Çünkü büyülenmiş
Çünkü sizin ağır gelen varlığınızın kökleri
Onun gurbet topraklarında derinlere kök salıyor
Ve onun kolay inanan kalbi
Hasretin acı darbeleriyle
Göğsünün içinde kabardıkça kabarıyor

Furuğ Ferruhzad

Bana ne

Bana ne trenlerden?
Üzgün değilim ben

Bana ne evlerden?
Yağmur değilim ben

Bana ne ikimizden?
Hırka değilim ben

Bana ne bahçenizden?
Kardeş değilim ben

Bana ne yolculuktan?
Kayıp değilim ben

Bana ne mektubundan?
Gözyaşı değilim ben

Bana ne yalnızlıktan?
Aşık değilim ben

Bana ne taşradan?
Mavi değilim ben

Bana ne sessizlikten?
Yaprak değilim ben

Bana ne zeytinden
Derviş değilim ben

Bana ne elmadan?
Sır değilim ben

Bana ne turnalardan?
Avcı değilim ben

Bana ne kelimelerden?
Yoksul değilim ben

Bana ne şiirden?
Gece değilim ben

Bana ne ölümden?
Şair değildim ben

Bana ne kendimden
Ben değilim ki ben

Bazen kederinden koyu
bazen gölgesinden açık
kederinden ve gölgesinden
ödünç bir şeyim ben…

Haydar Ergülen