Binbir dilde konuşan şiir, arif olana
Sadece tek bir dildir, sade tek bir lisandır.
***
Aciz gibi hem şair, hem filolog olanlar,
Benim gibi sadece tercüme yapmalıdır…
Şiirdeki suçumu filolojiye yükler,
Dildeki noksanı da şairliğe verirsin.
***
Araplar bazan yemek yemez, oruç tutarmış,
Başka zamanlar ise bol bol ziyafet varmış,
Çorak çöllerden geçer, sonra dinlenmek için,
Yeşil vahalıklara varıp konaklarlarmış,
Yüklerini taşıyan, iş gören develermiş,
Bindikleri atlarsa sanki birer rüzgârmış,
Bunların hepsini ben, tefsirlerle beraber
Hamasa’dan öğrendim okuyup karış karış.
***
Görünüşte maddiyat üstü şeyler söylerken,
Bahseder büyük Hafız yalnız maddi şeylerden.
Yahut o sade maddi şeylerden söz açınca,
Bahsettiği hep madde üstü müdür acaba?
Düşünceyle çözemez ondaki sırrı insan,
Zira onun maddesi, madde üstü her zaman.
***
Okumaya başladım, Allah adın anarak,
Yabancı bir dilden bir kitap ele alarak;
Harfleri tanıyordum, yazı Tamil yazısı,
Fakat sesler mânasız, yabancıydı yapısı,
Biliyordum, gözlerim hep o adı arardı,
Bu karışık harflerin içinde mutlak vardı;
Yani Allah’ın adı! Onu bulduğum zaman,
Aydınlığa kavuştum, kurtulup karanlıktan;
Bu adın yardımiyle yazıyı incelerken,
Muammayı hem çözmüş, hem de bağlamıştım ben.
***
Ey kalbim, pek yaşlandın ve akıllanmadın hâlâ
Günden güne ümit etmektesin,
Açan baharın getirmediğini sana,
Sonbahar getiriversin.
***
Zavallı ben, tek şahsiyette filolog ve şair,
Tercümeden daha iyisi gelmez elimden…
Filolojik hatayı, şiirsel serbesti hatırına affedersin.
Şiirsel borcu filolojiye hediye edersin.
***
İstemiyorum hayata veda etmeyi
Bu şehre ettiğim gibi,
Gözü arkamda kalanın olmadığı yer,
Kimsenin [beni] anmadığı.
***
Kabirdeyken ona teşekkür etmeliyim,
Ki şiirimi
Hiçbir zaman anlamadı,
yine de hiçbir zaman engeller koymadı
onu yasaklamak için.
***
Ne yazıyor yüzlerce yaprağında
Bir gülün?
Ne duyulur binlerce feryadında
Bülbülün?
Hepsinde o, ne varsa tek bir yaprak
Üstünde,
Her şarkıda duyulan ilkindeki
İlk nağme:
Hüsn hep kendi içinde döner, çizer
Bir halka,
Aşk kimseyi bulamaz sevmeye
Ondan başka.
Onun için dönüyor yüz yaprağı
Bir gülün,
Ve onun etrafında bin feryadı
Bülbülün.
***
Birbirinden ayrılmış olmak
Birbirine yakın olduktan sonra
Çok daha kötüdür kesinlikle
Hiç yanyana gelmiş olmamaktan.
***
Gökten bir gözyaşı düştü
Denizde kaybolduğu sanılıyordu
Midye geldi ve onu içine aldı
Artık sen benim incim olacaksın
Dalgalardan korkma
Seni aralarından sessizce taşıyacağım
Sen benim acım sen benim sevincim
Sen göğsümdeki göksel gözyaşı
İzin ver gökyüzü, saf yüreğimde
Saklayayım en saf damlacığını
***
Hangi kaba ayak bastı benim çiçek bahçeme,
Hangi gizli dehşet girdi benim tatlı nağmeme;
Ölüm birden ve habersiz çıktı hayat içinden,
Meyve nasıl çıkıyorsa yaprakların süsünden;
Ölüm hayatın tohumu, çiçekle meyve gibi,
Önce içinde gizliydi meydana çıktı şimdi;
***
Kelime oyununa çatanlar da var ama,
Gelişmesi tam olan bir dile uygun gelir.
Dil ilkin sır dolu bir kelime oyunuymuş,
O zamanlar bilmezmiş, şimdi bunu biliyor.
Herkesin bilmeksizin yaptığını yapalım,
Gelin, kelimelerle bizler de oynayalım!
***
Şunu iyi öğrenin! Dünya edebiyatı,
Dünyanın anlaşması, dünyanın barışıdır.
***
Dünyadaki anlaşmayı dil bilgisi sağlayacak,
Onun için sen hiç durma dile hâkim olmaya bak!
***
Terennüm etmediğimi yaşamış da değilim.
***
Kırk Yaşında
Kırk yıl engebeli dağa tırmandığımızda,
Durup geriye bakarız;
Çocukluğumuzun huzurlu pınarını hâlâ görüyoruz orada,
Ve coşan gençlik başıboş geziyor.
Arkasına bir kez daha baktıktan sonra, yeni bir güç kazanarak,
Asa kavradı, artık kalmadı;
Bak, bir başka yokuş, uzun bir yokuş, hâlâ inen
Ere yolu aşağı doğru çeviriyor!
Cesur, uzun bir nefes al ve zirveye doğru–
Hedef seni çekecek;
En azından düşündüğün zaman, kader sana yakındır–
Aniden, yolculuk bitti!
***
Çocukluk Günlerimden
Çocukluk günlerimden, çocukluk günlerimden,
Çınlıyor eski bir şarkının hüzünlü tonu–
Ah, ne uzun yollar, ah, ne uzun yollar
katettim o zamandan beri!
Kırlangıç ne şarkı söyledi, kırlangıç ne şarkı söyledi,
İlkbaharda ya da sonbaharda ılık–
Asılır mı yankıları, yankılanır mı
çiftlik hakkında?
“Gittiğimde, gittiğimde,
Dolu kasalar, sandıklar vardı;
Bugün geldiğimde, bugün geldiğimde,
Her şey bomboştu!”
Çocuksu dudaklar çok bilge, çocuksu dudaklar çok bilge,
Altın kadar zengin bir irfanla,
Tüm kuşların çığlıklarını bilmek, tüm kuşların çığlıklarını bilmek,
Eski bilge gibi!
Ah, sevgili eski yer – ah, sevgili eski yer
Tatlı teselli edici parıltısı
Yüzümde parlasın, yüzümde parlasın,
Bir kez rüyada!
Ben gittiğimde, ben gittiğimde,
Dünya neşe içinde uzanıyordu orada;
Bugün geldiğimde, bugün geldiğimde,
Hepsi, hepsi çıplaktı.
Yine de gelir kırlangıçlar, yine gelir kırlangıçlar,
Ve dolu boş sandık–
Ama bu hasret dilsiz, ama bu hasret dilsiz
Durdurulmayacak asla.
Hayır, hiçbir kırlangıç getirmez, hayır, hiçbir kırlangıç
seni daha önce olduğun yere geri getirmez–
Kırlangıç şarkı söylese de, kırlangıç şarkı söylese de,
Hala eskisi gibi.
“Gittiğimde, gittiğimde,
Dolu kasalar, sandıklar vardı;
Bugün geldiğimde, bugün geldiğimde,
Her şey bomboştu!”
***
Akşam Şarkısı
Dağın zirvesinde durdum,
Güneşin battığı saatte;
Ormanda nasıl asılı durduğuna dikkat çektim
Akşamın altın ağı.
Ve çiy inerken,
Yeryüzüne bir barış geldi–
Ve doğa sessizliğe büründü,
Akşam çanının sesiyle.
Dedim ki, “Ey gönül, düşün
her şey nasıl bir sessizliğe bürünüyor,
Ve çayırdaki her çocukla
Hazırla kendini uykuya! “
Çünkü her çiçek sessizce
kapanıyor küçük gözü;
Ve deredeki her dalga
Daha yumuşak bir şekilde mırıldanır.
“Yorgun tırtıl
Otların altına yuva yaptı;
Çiyden ıslanmış, şimdi uyukluyor.
Sazlıktaki yusufçuk.
“Altın böcek yatırdı onu
Gül yaprağından bir beşikte kayaya;
Şimdi gittiler gece barınaklarına
Çoban ve sürüsü.
“Yukarılardan gelen tarla kuşu
nemli çimenlerde yuvasını arıyor;
Geyik ve geyik onları
ormanlık barınaklarına dinlenmeleri için yatırdı.
“Kulübesi olan,
uyumak için onu yatırmıştır;
Ve rüyalarında yabancılar arasında dolaşan,
kendisininkini görecektir.”
Ve şimdi bir özlem sarıyor beni,
Bu barış ve sevgi saatinde,
Yukardaki meskene,
Benim olan eve
ulaşamayacağım.
***
Şark’ın Gülü deniyor Celâleddin’e,
Benim şiirimse yansıtıyor onun bir suretini.
Sabah seninle uyandım, ey Mevlâna
Gözlerimin yaş yerine gök şarabıyla dolduğunu gördüm.
Mevlâna Celaleddin! Senin ağzın öğretti bana bu kelimeyi,
Ne zaman dostuna yalnız gitmek isterse kalbim yanılıyor
Åh Celâleddin! Bu engin denizde erimiş ruhun senin.
Sen sırdaşsın, sır veren değilsin.
Kalbim, maden ocağı ve darphanedir
Kalbime saf ve gerçek altınlar basıyorsun, ey Celâleddin!
Bir tanrı adamı derinliklerde gizlidir; sen de
Bir tanrı adamısın, Doğu’da, ey Celâleddin!
Neysem, ne değilsem; ben oyum. Sen bilirsin ben neyim.
Söyle Celaleddin, ben her şeyde ruhum!
Eğer güzelliğine parlak bir ayna ararsan, Mevlâna Celâleddin!
Bak buradaki parlak aynaya.
Karşı gelemeyeceğin davet ey sevgili
Celaleddin’in şiiridir, uzaklaşma, gel ondan uzaklaşma!
Selamımı söyleyin Mevlana’ya, onu çok seviyorum.
Acaba ne der bana, onu çok seviyorum.
Biz baharın kurtarıcı nefesini bekler dururduk,
Ey Celâleddin! Seninkisi Doğu’dan Batı’ya geliverdi.
Ey Celaleddin, bunu sen gerçekleştirdin
Bu sihirli oyundan daha sihirlisi nedir? Söyle!
Ey Mevlâna, seni canlandıran, sana hayat veren
Yüksek ruha şaşıyorum, hayretler içindeyim.
Ey Mevlâna, seni neşidelerimde “Celâleddin” diye övdüm,
Senin Ebû Talib’in oğlu Ali’yi övdüğün gibi.
Ey Celaleddin! Eğer O’nu bulursan,
Onu arıyorum, n’olur söyle! O nerededir?
Ey Celaleddin, sen şarkın merhem tüccarısın,
Ben de Batıda bir dükkân açtım, bilesin.
Bütün bölgelerin azizleri arasında neredesin? Selam sana!
Ey Mevlâna Celaleddin! Hatıran mübarek olsun bana
Friedrich Rückert












