Kategori: Şiir Sanatı

Arkadaş Zekai Özger”den Mektuplar: “ama insanlardan umutsuzum, bıktım yıpranmaktan, eskimekten, yorgunum, şimdilerde dinlenmeliyim biraz

Arkadaş Zekai Özger”den Mektuplar: “ama insanlardan umutsuzum, bıktım yıpranmaktan, eskimekten, yorgunum, şimdilerde dinlenmeliyim biraz, yeni serüvenlerin olasılığına atılamam. biraz toparlamalıyım kendimi

Küçükken annemin üstümü örtüp gittiği gecelerde sözcükler gelirdi bana.

böyle şiir yazarım. Hayatın içinden bir damla düşer bana. Bütün yazdıklarım bir anlar bütünüdür. Yaşamak bana kendi görüntüsüyle, kendi çalgısıyla damlar. Çok yazıyorsam, daha büyük bir yeryüzünün daha büyük bir gökyüzü altında olmasındandır. Bir tür tutsaklık. Kocaman bir el, damlayan damlalara hep açık.

Bir şey yazıyorsan, altına imza atacaksın! Altına imzanı atamıyorsan; Yazmayacaksın!

Bunu sen mi yazdın? Dedi.
“Şiir” demedi, “bunu sen mi, yazdın” dedi.
Ne diyim?
– Evet, dedim.
– E, imzala o zaman, dedi.
Önünde, saygıyla, imzalamak için, eğildim.
İçimden, ölsem de gam yemem, Nobel verseler istemem, dedim;
“Hey yumurtaya can veren Allah’ım, Can Yücel’in imza gününde ben Can Yücel’e şiir imzalıyorum. Daha ne olsun.”
Ben imzayı atarken, fısıldamadı gürledi; Belki herkes duysun istedi.

Bence her yazarın kulağına küpe olması gereken, mucize bir vecize söyledi
– Bir şey yazıyorsan, altına imza atacaksın! Altına imzanı atamıyorsan; Yazmayacaksın

Abbas Kiyarüstemi İle Şiir, Sinema ve Müzik Üzerine Söyleşiler

Bazen rahatlamak için kendimize eziyet etmemiz gerekiyor. Bir arkadaş şöyle anlatmıştı ve anlatırken de gayet ciddiydi; “Seccademi yere serip üzerine oturuyorum ve hüzünleniyorum, sonra da seccadeyi katlayıp rafa kaldırıyorum ve normal hayatıma devam ediyorum.” Uzun süren üzüntüler, bazen yağmayan bulutlu bir hava gibidir. Bu yüzden yağıp rahatlamak için kendine bir sonda takman gerekir. İran müziği bu konuda bana çok yardımcı oluyor.

Birdenbire, yatağının sol köşesini göstererek “ölüm orda, onu görüyorum” dedi.

Dağlarca vedalaşıyordu: “Şiirlerim sana emanet” dedi bana. Hemen yanına koştum. ilk kez böyle kötü gördüm onu. Telaşlı ve aşırı yılgın gibiydi. Konuşuyorduk, ölümü belki ilk kez yakından seziyordu, ve ölmek istemiyordu, aşırı hüzün vardı halinde. Konuşması zorlaşıyordu. Birdenbire, yatağının sol köşesini göstererek “ölüm orda, onu görüyorum” dedi

Telgraf çekeyim dedim… Kime? Ne tuhaf şey ne garip hâldeyim, Yahya Kemal’in ölümünden duyduğum acıyı, halkıma bildirmek için telgraf çekecek adresim yok. İşte böyle.

Türk edebiyatının iki büyük şairi hayattayken tanışmış, genç Nâzım, Yahya Kemal’in öğrencisi olmuştu. Nâzım Hikmet’in eşi Münevver Hanım’a, Yahya Kemal’in ölümü üzerine 1 Kasım 1958’den hemen sonra yazdığı mektup, son duruşmada Yahya Kemal üzerine düşündüklerini ortaya koyuyor. Türk şiirinin iki büyük ismi arasında, edebiyattan kişisel ilişkilere uzanan hadiseler

FRIEDRICH RUCKERT Şair ve Müsteşrik

friedrich Rückert’in kendisi de gerçekten böyle ârif bir kimseydi. Arabistan’ın yakıcı çöllerini, İran’ın bahar kokan bahçelerini Almanya’ya tanıttığı gibi, Hindistan’ın bâkir şiir ormanlarına da dalmaktan çekinmemiş ve her daldan devşirdiği en nefis çiçekleri ve en olgun yemişleri vatanına getirmekten geri kalmamıştır. Hind edebiyatı Almanya’da bir asra yakın bir zamandan beri çok canlı bir ilgi uyandırmıştı. Goethe ve Schiller’in Şakuntala dramına ithaf ettikleri coşkun methiyeleri hatırlamak; Wilhem von Humboldt’un Bhagavadgita’ya dünyadaki şiirlerin en güzeli ve ulusu gözüyle bakarak söylediği takdir dolu sözleri düşünmek kâfidir. Rückert de Şakuntal’yı Almancaya çevirmiş, büyük milli destan Mahabharata’daki en meşhur hikâyeleri kısmen serbest ve kısmen de aynen tercüme etmiştir. Aynı zamanda Herder tarafından da çok takdir edilen şair ve filosof Bhartrihari’nın aşk ve hikmet dolu misralarını” ve nihayet Hinduizm’in mukaddes kitapları olan Veda’lardaki karanlık ve esrar dolu ilâhileri ve efsun dualarını yakın bir anlayış ve ilgi ile Almanca’ya nakledebilmek, bunlardaki derin mânayı Alman şiirinde aksettirebilmek için yıllarca çalışmıştır”.

Friedrich Rückert : Bir şairin ve dil dehasının dünyası 

Friedrich 1823 yılında Kur’an’ı dikkatle okuyup incelediğini ifade eden Rückert, ilk kez, Kur’an’ı şiir üslubu ile kısa ve uzun mısralar şeklinde tercüme etmiştir. Tamamlanmamış bu çalışmanın bazı bölümleri ilk kez 1888 yılında yayımlanmıştır. Annemarie Schimmel’in ifadesine göre bu çalışma, Kur’an’ın orijinal üslup ve ruhuna en yakın Almanca tercüme niteliğindedir.

Özellikle Duha ve İhlas surelerinin çevirisi, Arapça ve Almancaya aşina kulakların teslim ettiği üzere orijinalindeki duygu ve melodiyi neredeyse aynıyla vermektedir. O dönemde tercüme için yardımcı sözlük, gramer kitapları ve diğer teknik malzemenin yokluğu düşünüldüğünde, Rückert’in tercüme çalışmalarının ancak yüksek bir edebî deha ve istidatla mümkün olabileceği görülecektir.

MENDİLİMDE KAN SESLERİ’NİN AHMET AĞBİ’Sİ

Siyasi düşüncelerim hiç kaybolmadı. Bir örgüte bağlı çalışmadım. Pek çok sosyalist tanıdım.Yalnız entelektüel çevre çabuk bozuluyor bunu gördüm. Emekçi az bilir ama sağlam inanır. Okumuş çevre bozuldu çünkü menfaatlerini tepemediler. İşçi sınıfının hiçbir şeysi yoktur, zincirinden başka. Siz daha gençsiniz, ben gelmişim 78 yaşına, ben görmiycem ama güzel günler gelecek, onu göreceksiniz. İnsanlığın başka türlü yaşamasına imkan yok çünkü. Artık o dönüşme zamanı gelmiştir

Rainer Maria Rilke Malte Laurids Brigge’nin Notları

Ah, gençken yazılan mısraların kıymeti zaten nedir ki. Beklemeliydi ve mümkünse bir ömür boyu, manâ ve lezzet toplamalıydı, ve sonra, tamamen sonunda belki iyi on mısra yazabilirdi