Göz daha fazlasını görür Kalbin bildiğinden.

4. Ağlaya ağlaya yürüyorum kayalar üzerinden,
Dehlizler ve ölüm vadileri üzerinden.
Neden ki hakir görüyorsun Ahania’yı,
Kendi ışıl ışıl huzurundan neden fırlatıp atıyorsun beni,
Yalnızlık Dünyası içine?

5. Dokunamıyorum onun eline,
Ne de ağlayabiliyorum dizlerinde, işitemiyorum
Tatlı sesini ve okçu yayını, ne de görebiliyorum gözlerini
Ve neşesini, işitemiyorum adımlarını ki
Kalbim yerinden çıkar, duyduğumda o tatlı sesi!
Öpemiyorum ışıl ışıl ayağının
Bastığı o yeri,
Ve fakat dolanıp duruyorum kayalar üzerinde,
Kaskatı bir mecburiyet içinde.

6. Nerededir benim altın sarayım? Nerededir fildişi yatağım?
Nerededir sabah vaktimin neşesi? Nerededir ebediyet evlatları, şarkılarıyla

7. Uyandırdıkları ışıl ışıl Urizen’i, hakanımı,
Kalkıp da dağlarda eğlenmek üzere,
Ebedi vadilere saadetler getirmek üzere;

8. Sultanımı sabah vakti uyandırmak üzere, Ahania’nın neşesini kucaklasın diye,
Geniş sinesinin açıklığında?
Asude şebnem bulutumdan dökülsün diye, Hasatları üzerine hayat sağanakları olarak.

***

“Vadilerin ecesi,” dedi Zambak, “var git buluta sor,
Diyecektir sana neden parıl parıl parıldadığını seher vakti
Neden parlak güzelliğini nemli havalarda saçıp döktüğünü. gökyüzünde,
İniver aşağıya, ey küçük Bulut ve Thel’in çehresi karşısında asılı kal öylece.”

İniverdi Bulut ve Zambak eğdi mütevazı başını onu görünce
Ve düştü yemyeşil çayırlardaki sayısız işlerinin peşine.

***

Albion’un Kızlarının Görüleri

Göz daha fazlasını görür Kalbin bildiğinden.

***

Yutan ve yutulan, kapkara ve ıssız dağlar üzerinde başı boş dolaşan,
Ebedi ölüm ormanlarında, içi boş ağaçlarda çığlıklar atan.
Ah Enitharmon ana!
Katı suret kalıplarına sokma bu zinde ateş soyunu.

Bereketli sinemden sayısız alevler zuhur ettiriyorum,
Ve sonra sen onları bir mühürle damgalıyorsun: Başı boş dolaşıyor onlar dışarıda
Ve artlarında ölüm kadar bomboş bırakıyor beni.
Ah! Kapkara bir elem ve hayali neşeler içinde boğuluyorum.

Ve kim bağlayabilir ki sonsuz olanı ebedi bir bağ ile?
Kim kuşatabilir onu bir kundak bezi gibi? Ve kim bağrına basabilir onu
Süt ve balla?
Gülümsediğini görürüm ve içe doğru kıvrıldığını ve sesim soluğum kesilir.”

Sustu ve karanlık bulutlarını sürdü
Mahrem bir mekâna doğru.

***

“Gün ağarıyor, gece yitip gitmekte, nöbetçiler terk ediyor yerlerini;
Mezarlar parçalanmış, baharlar saçılmış, kefenler sarılmış;
Ölülerin kemikleri, onları saran balçık, kuruyup büzülmüş; kirişler
Canlanıyordu sarsılarak, ruh katıyordu harekete, nefese, ayıklığa,
Sıçrıyordu birden, tıpkı salıverilmiş tutsaklar gibi, zincir ve bağları ansızın parçalanmışçasına.
Bırak da değirmende un öğüten köle koşup gitsin arazide,
Bırak da baksın göğe ve kana kana gülsün ışıl ışıl havada;
Bırak da zulmet ve iç çekişler içine hapsedilmiş olan zincirlenmiş ruhu,
Otuz zalim yıl boyunca tek bir tebessüm görmeyen çehresi,
Yükselsin ve ufka baksın artık; zincirler boşalmış, zindanın kapıları ardına kadar açık;
Ve bırak da karısı ve çocukları mazlumun prangalarından kurtulup dönsün artık.
Attıkları her adımda dönüp bakıyorlar artlarına ve sanıyorlar ki bu bir rüya,
Şarkılar söylüyorlar: ‘Güneş kurtuldu zulmetinden ve kavuştu daha taze bir sabaha,
Ve güzel Ay neşeyle haykırır açık ve bulutsuz gecede;
Zira İmparatorluk bitti ve Aslan ile Kurt’un sonu geldi artık.””

Seslerini gök gürültüleri kesti.
Ardından Albion’un Meleği öfkesinden tutuştu,
Gecenin Taşı’nın yanında ve Ebedi Aslan’ın uluması gibi
Kıtlık ve savaş esnasında, cevap verdi kendisi: “Sen Orc değil misin? Sen ki yılan şeklindesin,
Beklemiyor musun Enitharmon’un kapısında, çocuklarını yiyip yutmak için?
Kâfir İblis, Deccal, Şereflilerden nefret eden,
Vahşi isyanlar aşığı, Tanrı’nın Kanununu çiğneyen,
Neden yanaşırsın Meleklerin gözlerine böylesi dehşetli bir surette?”

***

Girizgah

Adı sanı olmayan gölgemsi bir kadın çıkıp yükseldi Orc’un göğüsünden,
Yılanımsı saçları Enitharmon’un rüzgârlarında savruluyordu;
Ve şöyle başladı söze:

“Ey Enitharmon ana, başka oğullar da doğuracak mısın yoksa?
Namım zail mi olacak böylece, yerim yurdum bilinemeyecek mi artık?
Zira bitap düştüm ben bütün bu zahmetlerden artık,
Tıpkı kasvetli fırtınalarda yükünü boşaltıveren kapkara bir bulut gibi.

Köklerim savrulmakta göklerde, meyvelerim yerin altında
Kabarır da kabarır, köpük saça saça ve zahmetle hayat bulur, ilk doğan ilk tükenendir!
Tüketilmiş ve tüketen!
Hal böyleyken, ey melun anacığım, neden bahşedersin ki bana bir hayat?

Kapkalın bulutlardan yaptığım sarığı mazlum başıma sararım,
Ve çarşaf çarşaf enginleri uzuvlarıma örterim bir esvap misali;
Ama yine de kızıl güneş ve ay
Ve diğer bütün taşkın yıldızlar ızdırabın bereketini yağdırır başımdan aşağıya.

Kerhen yukarıya göklere bakarım, kerhen yıldızları sayarım:
Ölümsüz mabedimin ucu bucağı olmayan dipsizlik içinde otururken ben,
Yakalayıveririm onların yakıcı kudretini
Ve meydana çıkarırım uluyan dehşetleri, her şeyi yutan ateşli hakanlar onlar,

William Blake
Vahiy Kitapları
Çeviri: Kaan H. Ökten

Bir yanıt yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.