Mustafa Sâdık er-Râfiî

Hayatın en zorlu hapishanesi insanın içine hapsolduğu yarım kalmış düşüncedir. Bu düşünceyi bırakmaya da gerçekleştirmeye de gücü yetmez. İşte bu şeyin kötü hissi uzadıkça uzar. Öyle ki, sanki bu his daha başlangıçtadır ve bir sona doğru ilerlemiyordur. Acı çektikçe acı çeker ve bu sırada hayat ona öyle hissettirir ki, başından geçen bütün ızdıraplar sadece ızdırapların başlangıcıdır.

Bir gün kader, acı çeken ümitsiz kişiyle konuşsaydı aralarında geçen diyalogta, kader iki cümle; ümitsiz kişi de bir kelime söylerdi. Şöyle ki:

Kader: Sırrın tamamını öğrendin mi?

İnsan: Hayır.

Kader: Ey zavallı! zaten bu sana ulaşan şey de sırrın bir kısmıdır. 

Sonra Allah, insanın yükünü hafifletti ve ona, gerçekliklerden sıyrılıp onunla huzur bulabileceği hayal etme gücünü verdi. Fakat hayalperestler hayallerden sıkıldığında ise, onları sadece sevgi paklar.

Gerçek sevgi ancak iki ruhun içlerinde gerçeklik adına ne varsa, bütünüyle karışmasıdır. Öyle ki kimileri şöyle demiştir: İki kişi arasındaki şey, ancak birinin diğerine “Ey Ben” diyebildiği zaman sevgidir. Bu açıdan bakarsak iki sevgili arasındaki nefret -eğer oluşursa- husumet sırasında oluşabilen bir çok nefretten daha şiddetlidir. Çünkü bu, iki ruhun, karışmış olan parçalarını ayrıştırmak için yaptığı bir savaştır. Ruhlar dünyasındaki en şiddetli düşmanlar, birbirlerinden nefret etmeye başlayan sevgililerdir.

Bir ülkeden başka bir ülkeye taşınmanın faydalı olabilmesi için, ruhun bir duygudan diğerine geçmesi şarttır. Üzüntün seninle beraber geliyorsa eğer, sen yerinde oturmuş ve hiç kalkmamış gibisindir.

Alemi geniş bir ruhla karşılarsan, mutluluğun hakikatlerinin arttıkça arttığını; üzüntünün hakikatlerinin de küçüldükçe küçüldüğünü göreceksin. Fark edeceksin ki; dünyan daralıyorsa dar olan sensin, dünyan değil.

Ruh boş kalırsa düşünmesi de boşluğuna kıyasla katlanır. Bu yüzden ruh, kendisini düşüncelere karşı oyalayacak bir şeylere doğru kaçar. Fakat bilge kişi, ruhu dolu yaşar ve onun iç dünyasına lisanımızda bazen “düşünce” ve bazen de “sessizlik” adını veririz.

İnsanlar, arzularının köleleridir. Senin bu arzular karşısındaki konumuna göre sana yaraşan bir kelime vardır. İşte bu noktada, layık olduğun veya insanların sana layık gördüğü şey seni karşılar. İnsanların gözünde seni eksiltmeden mükemmel yapabilecek bir şey yoktur. Hatta; imanın bir insan sınıfı için küfürdür, aklın bir grup için ahmaklıktır, faziletli olman bir topluluğu kıskandırır, ahlakın ise kimilerini kışkırtır.

Agâh ol ki arkadaşlık mertebelerinin en yücesi iki mertebedir: Birincisi; kötü huyu kendisine ağır bastığında, sana kötülük yapan dosta karşı sabrındır. İkincisi ise; ona kötülük yapmamak için kendi kötü huyun ile savaşırken, önceki sabrına gösterdiğin sabırdır.

Bu dünyanın dertlerinden birisi de şu kalbin, üstün özelliklerle yaratılıp yine o özellikler sebebiyle cezalandırılmasıdır. İnsanlar, onun inceliğine bir ceza olarak ona sert davranırlar. Onun vefasına karşılık arkadan vururlar. Onun sakin duruşuna patavatsızlıkla cevap verirler. Aptallıkları, onun sessizliğini bulandırır. Yalanları ise, onun içindeki samimiyeti inkardır. 

Ey Şehr-i Ramazan, sen ne kadar yücesin! Dünya seni gerçekten tanısaydı sana ‘’Otuz Günlük Medrese’’ ismini koyardı. 

Sırtındaki yükü hafifletme fikri, bu yüke bir de dert ekleyerek onu olduğundan daha ağır hale getirir. Dert, bir ruhun taşıdığı en ağır şeydir. Bu yüzden çalışma esnasında sakın rahata ulaşmayı bekleme. Aksi halde bu durum gücünü zayıflatır ve enerjini düşürerek bıkkınlığı beraberinde getirir. Çalışmanın özü yalnızca sabırdır ve sabrın özü de ancak azimdir. 

Her kişinin gayptan başka hiç kimsenin ortak olmadığı bir iç dünyası olduğu sürece; tanıdığın her insanın içinde, aynı zamanda tanımadığın bir insan olacaktır. 

İnsan, diğer insanlar nazarında yüzünün şekli ve dış görünüşünden ibarettir. Fakat Allah’ın nazarında o insan, kalbinin şekli ve içinden geçirdiği düşüncelerle değerlendirilir. 

Ruhtaki şeylerin çok olmaması, küçük şeylerden bile mutluluğun artması demektir.

Çocuklar bir çok kadına göz gezdirir fakat anneleri içlerinden en güzelidir, çirkin olsa bile.

Annesi hadd-i zatıyla onun kalbinin sultanıdır.

Bu kalpte çokluk bir mana ifade etmez.İşte sır budur, küçük çocuktan öğrenin ey düşünürler!

Mustafa Sâdık er-Râfiî 

Çeviri: Fatih Mert Çağıl

Bir yanıt yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.