Sağanak yağmurlar gibi ağlamak istiyorum
Ağlamadığım bütün ağlayışları
Kokuları ağlamak istiyorum
Tuzu, ölümü, karanlığı
Bir çocuk gibi değil
Analar gibi değil
Kendini yiyen bir kaya
Yaralı bir çam gibi
Gövdemi ağlamak istiyorum
Erdal Alova
Şub 23
Şub 23
Kötü bir bahçıvan
Nasıl titrer de diktiği çiçeklerin üstüne
Öbürlerini unutursa
Ben de yer beğendireyim derken
Şiir denen şu huysuz çiçeğe
Gözüm görmez olmuş gayrı dünya bahçemi.
O telaşla ezdiklerim…
(Kimilerini bilerek tabi)
Ya şunlar… kurumuş hepsi…
(Sonra sulayacaktım!)
Ayrık otları sarmış tekmil gözlerim
Sade ardımdakileri değil
Önümdeki gülleri de yakmışım!
Erdal Alova
Şub 23
Şub 23
İmdi bilmiş ol ey oğul, şarap konusunda ne iç diyebilirim ve ne içme diyebilirim. Çünkü gençler kimsenin sözüyle iş görmezler ve başkasının sözüyle yiğitlik fiilinden vazgeçmezler. Çünkü bana da gençken çok söylerlerdi, ben de kabul etmezdim. Elli yaşımdan sonra ulu Tanrı inayet eyledi, bana yardım etti ve tövbeyi layık gördü.
Ama eğer içmezsen iki cihanın faydası senin olur ve ulu Tanrı da senden hoşnut olur, hem halk arasında kınanmazsın, akılsızların yaptığı gibi olmayacak hareketlerde bulunmazsın, malın da telef olmaz. Öyleyse bu mana ile, yani dediklerimden ötürü eğer içmezsen doğru olur, benim yanımda da çok sevgili olursun.
Velâkin ey oğul, bilirim ki gençsin ve bilirim ki şarap yoldaşları seni içmemeye komazlar. Onun için demişlerdir ki, yalnızlık yeğdir, kötü işe kılavuzlayan yoldantan ise. İmdi, eğer içersen, hiç olmazsa tövbeyi gönlünden giderme, her an günahını anıp ulu Tanrı’dan tövbe ve yardım isteye dur ve her an işlediğin günahlardan pişman ola dur. Çünkü sen bunları gözleyince, kuşkusuz ulu Tanrı fazlından ve kereminden sana tövbeyi lâyık görür.
Ama ne zaman ki içersin, hiç olmazsa yemek yedikten sonra tezcek şarap içme, ta ki üç kez susuzluğun kansın, yani susuzluğa bir kez sabreyle, ne su iç ve ne şarap, sonunda susuzluğun geçsin. Bir daha susayasın, yine sabreyle, o susuzluk da geçinceye kadar. Üçüncü kez susadığında içersen şarabı o vakit iç, ta ki yiyeceğin kuvveti vücuduna sinmiş olsun.
Ey ciğerköşem, şarap içersen ikindiden sonra iç, sen sarhoş oluncaya kadar akşam olmuş olur, halk seni sarhoş olarak görmez. Öyleyse akşama kalmış olduğun için ayıbın örtülmüş olur.
Sonra, meclisten, yani şarap sohbetinden kalkınca öyle kalk ki, iki-üç kadeh daha içmeye mecalin olsun. Sakın, tokluk lokmasından ve sarhoşluk kadehinden. Çünkü tokluk ve sarhoşluk, yemekten ve şaraptan değildir. Ama kişi normal bir iştahtan sonra bir-iki lokma fazla yerse tok olur ve mide ağırlaşır ve bir-iki kadeh fazla içerse sarhoş olur. Öyleyse sonraki lokmayı yeme, tok olup sonra ağırlaşmayasın ve şarap içiyorsan sonraki kadehi içme, sarhoş olup kınanmayasın. Yani ne çok tok ol ve ne çok sarhoş, ta ki ikisinin de zahmetinden uzak olasın.
Hele oğul, hiç olmazsa sarhoş oluncaya dek içmemeye çalış. Çünkü sarhoş oluncaya kadar içmenin iki türlü sonucu vardır: Birisi delilik ve birisi sayrılık. Çünkü mademki sarhoştur, son derece delidir ki yarı deli; ne zaman ki mahmurdur, son derece sayrıdır ki yarı sayrı. Öyleyse akıllı kişi niçin meşgul olsun bir nesneyle ki sonu delilik ola ya da sayrılık.
Ey oğul, hele sorhoş oluncaya kadar içersen, hiç olmazsa sabuhi etme, yani gece sarhoş olup yatıp sa-bahleyin daha şarap buharı başında iken şarap içme. Eğer rastlayıp da içersen bari arada bir iç, çünki sabah içki içmek akıllılar katında beğenilmiş bir iş değildir. Her şeyden önce sabah içmenin kötülüklerinden birisi budur ki sabah namazı geçer, yani kazaya kalır; biri de bu ki, geceki sarhoşluğun buharı henüz dimağından yok olmadan sabah içtiğin şarabın buharıyla karışır. Öyleyse bu iki buhar birbirine katılınca ikisinden malihulya (melankoli) doğar, o da deliliğin bir cinsidir. O halde bir bozucudan iki bozucunun fesadı daha fazladır. lmdi bir dimağda bir bozucu vardı, yani geceki buhar, ona bir bozucu daha ulaştı, yani sabah içtiğin şarabın buharı. Öyleyse bunun gibi iki bozucu bir araya gelirse kavgadan başka bir sonucu olur mu? Ko imdi bunu, ulu Tanrı geceyi rahat için yarattı. Vakit ki başkaları rahat olup uyusun, sen şarap içtiğin için uyanık olasın; başkalarının uyandığı vakitte de senin uyuman gerek idi, şarap içtin, yine uykunu almadın, gerçekten bu kez zahmet üçe çıktı. İkisi şarap sarhoşluğu ve biri uyku mahmurluğu, Neu-zübillah, ertesi gün görürsün ki baş ağırlaşmış, göz kapakları şişmiş, gövde titrer, beyin zonk zonk eder, hem deli oldu, hem hasta ve hem vorgun. Ko ne bela imiş o sabah içkisi dedikleri, şükür ki vaki olmadı Mercimek’e. Ey oğul bilmiş ol ki, sabah içmek az olursa orada kavga ve gürültü olmaz. Hele sonra pişman olacağın bir kötü iş olmayınca olmaz. Ama arada bir özür için sabah şarabı içmek uygundur, velakin bunu adet edinmek doğru değildir.
Ondan sonra ey oğul, eğer bekri olursan, yani şarap içmeğe düşkün olursan, bari Cuma gecesi içmemeyi adet edin Üstelik bunun gibi topluluğa mahmur gitmek sana yakışmaz, yani Cuma namazını daha ayılmadan kılmak doğru değildir.
Sen o bir gecenin hürmetini saklayıp içmediğin ıçın öteki gecelerde içtiğinin aybı örtülür, halkın gönlüne hoş gelir ve avamın dili bağlanır. O aziz günün gecesine hürmet etmenin sevabı öteki dünyada sana karşı gelir, hem de o günde ve gecede şaraba ve meclis masrafına gidecek mal sana kâr olarak kalır; çünkü bir yılda kırksekiz Cuma olur, kırk sekiz gecenin masrafı yanına kalır. Bir de bu ki, gözün, gönlün, aklın, tenin ve canın altı günlük içki zahmetinden rahat olur. Çünkü bu saydıklarım şarap buharından ötürü zahmette iken o gün içmediğin için rahat olurlar. Öyleyse bedende sağlık ve malda bolluk, yani fayda; Öteki dünyada sevap bu dünyada iyi ad ve avamın dilinin bağlanması bu bir gecede şarap içmeyi bırakmakla elde edilir. Bir gece ki o gecede şarap içmemekle bu kadar yarar elde edilsin, onun gibi gecede şarap içmemeyi adet edinmek yahşi adettir ve gayet beğenilmiştir. Umuttur ki bari Cuma gecesinde şarap içmeyi adet edinmeyesin, inşaallahü taala.
Şub 23
bu mülevves döngü mü sarıldığımız urgan
bu muydu son durağı derin sular geçmenin
tahkir bodrumlarından alanlara çıkmanın
ayetlerden şiirlerden ördüğümüz kanatlarla
konduğumuz bu sofra mı olacaktı semamız
bu vandal bu zalim bu şehvet bu kin
bu akıl tutan yalan mı çocuklarıma yorgan
bu kadar aç mıydık biz bu kadar mı şarlatan
kan kesilmiş süt içtik sarışın canavardan
besmeleyle küfrettik hamdeleyle katliam
yaklaşıyor yaklaşmakta olan maaş üç makam
Kudüs gitti yok mu arttıran sırada Şam
kan ağlayan annelerin ıslak seccadeleri
tanklara çakıl taşı atan çocukları da
bir gün daha sırmalı bardakta latte için
yüz vermeyen kızları tutuklama yetkisi
beyaz kahyalı rezidans ihtimali uğruna
tüm günahları tattık tüm suçları işledik
mis gibiyiz miş gibiyiz cehennem pervanesi
yaklaşıyor yaklaşmakta olan için yargı tam
gökyüzünü delenlerin camlarındaki gökte
paramparça olmuş ahmak güvercinler gibiyiz
uçarken İslamcıydık düşerken devletçiyiz
herşeyi kana buladık döne döne düşerken
şeytanların ayakları dibinde din çekişiyor
sefil mücrim arsız yalan tekbirler atıyoruz
ne devlet başa bize ne cennet ahirette
Mehmet Efe
Kaynak: mehmetefe.com
Şub 23
-Basri Bey oğlumuza-
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl…
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli “insâniyyet”in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın – kanadlandım mı – eb’âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ’lerin, FATİH’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden YILDIRIM Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN’ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)
Mehmet Akif Ersoy
(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız hususiyle Bursa’ya dair elîm haberler geliyordu; tetkikine de imkân yoktu.
Şub 23
Yıllarca yalnızlık şiirleri yazdım.
Kalabalıklardan yapılmış bir ceza
Kalabalıklarda boğulmuş bir arzu
Tanrının sureti, ormanların uğultusu
Seslerden soğuk bir sessizlik
Çıngıraklı zamanlar
Boyasız evler, çatısız duvarlar
Bir şey söylemeden gidenler
Bir şey söyleyip de unutanlar
Sokak köpeklerinin ıslık çalan gecesi
Ağaçların sabah rüyası yollar boyunca
Yoksulluğun çarşılarda döktüğü yaprak
Ayrılık dedim, kavuşma dedim
“İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi” dedim.
Şimdi içimde kirpiklerinin uğultusu
Ağız dil vermez bir dünya cezası
Başkalarının kaderlerinden soğuma
Bir öksüz ruh, bir gönül acısı
Toprağın bedeninde bulutların kefeni…
Ölümünü bırakıp odalarımıza
Uzun yanlışımızı düzelttin sonunda:
Tanrı yalnızlığı senden yaratmış.
Şükrü Erbaş
Şub 23
1.
Neden kimse sana benzemiyor Hatice?
2.
Gözyaşımın sahibi
Ne zaman alnımı camlara dayasam
Kanatlarını batıra batıra
Sana uçuyor bütün kuşlar.
3.
Ölümü senden mi öğrenecektim
Soluğu canımdan çekilen kadınım.
5.
Çocuklar geldiler mi hiç?
Geldiler Hatice
İçimize baktık uzun uzun
Sana geldik
Tek tek odaları kokladılar
Bizimle ağladın sen de
Sonra yine ikimiz kaldık.
6.
İster ölüm olsun ister ayrılık
İnsan unutur mu var olduğu bedeni.
Dünya sözüm, can evim
Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım
Tanrı gökyüzüyle boğsun beni.
12.
Ömür Hanım
Çıkarıp çerçevesinden o hayal zamanları
Silmezsem eğer hayatın harfleriyle
Her gün biraz daha tozlanacak evimiz.
14.
“Evden uzaklaş biraz
Antalya’dan çık
Mezarlığa gitme her gün
Fotoğraflar dünyayı örter
Acı soğusun
Sen Tanrı değilsin
Ölülerden değil
Dirilerden geçer zaman
Git, bir başka insana dokun…”
Ben de öyle yapıyorum
Harflerden binlerce Hatice yaratıp
Tek tek dokunuyorum hepsine
Büyüyorum, büyüyorum
Nasılsa ölüm var değil mi
Binlerce hayatla gülüyorum zamana
Gülüyor benimle birlikte Hatayi de:
Bir dedim var bin dermana değişmem.
18.
Odalardaki boşluğunu topladım geldim
Neşet’in bütün seslerini topladım geldim
Yalnız uçan kuşların gökyüzünü topladım geldim
Yastığında solan tülbendin kokusunu topladım geldim
Çocuklar aradı, sslerinin aştığı yolları topladım geldim
Bir kadın ilaç soruyordu eczanede, elleri yok
Alın çizgisinde yanan kandilin fitilini topladım geldim
Sen nasıl yok olursun anlamıyorum, topladım geldim
Gül bozuk, kadife soğuk, karanfil gözyaşı kurusu
Limoni bir selvi bütün armağanım, geldim…
Şahgülüm, başucundayım, sevgililer günün kutlu olsun…
20.
Tuhaf bir adam oldum
Kendimle konuşuyorum evin içinde
Biraz da şu koltuğa oturayım, diyorum
Perdeleri ne kadar zamanda yıkardın, diyorum
Bir gün olsun açık bırakmıyorum yatağımızı
El ayak değmeyen yerler nasıl tozlanıyor böyle
Merak etme, mutfağı tertemiz ettim
Terlikler senin istediğin gibi duruyor
Çamaşır ipini silmeden asmıyorum çamaşırı
Bir kahve yapayım diyorum
İki fincan koyuyorum, süt hazırlıyorum sana
Sessizlikten mi nedir
Bütün bunları yüksek sesle söylüyorum.
İnsan başka nasıl katlanır ölüme, bilmiyorum.
21.
Misafirler gitti
Biz kaldık yine.
Eşyaların düzeni bozulmasın diye
Çırpınıp durdum sessizce.
Yeri değişen her şeyin
Sen biraz daha uzaklaştırdığını söyledim
Öylece baktılar yüzüme.
İnsan anıları nasıl korur başka
Bilmiyorum
Duvarda kocaman bir çivi deliği.
Yollarımın sahibi
Ben ölene kadar
İkimiz de bir yere gtmiyoruz.
24.
Ömür Hanım
Seni çok özledim, çok
Ben gelene kadar çürüme ne olur.
Yüzüm kuyular mührü
Ellerim iki turna uyuduğun sonsuzlukta
Odalar toprak döküyor üstüme.
Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan
Gövdem kalbimin darağacı
Şahgülüm… uzun sürmeyecek yalnızlığım…
Şub 23
7. Fasıl
Gönlüm! Sakın, sırrını yâre söyleme
Bu “aşk” sözünü ikide bir söyleme
Gönlüm dedi: “Bir daha böyle söyleme
Teslim ol sen, çok söz söyleme”
25. Fasıl
Vuslata ruhsat vermezse eğer hicrin
Mahallenin tozu-toprağıyla avunurum senin
46. Fasıl
Sarayının önünden az geçmemin nedeni
Amansız korumalarının korkusundandır hani
Sen ki gönlümdesin ey sevgili gece gündüz
Gönlüme bakarım hep ne zaman özlesem seni
59. Fasıl
Benim gibi perişan yok yeryüzünde
Zira görsem de dertliyim seni görmesem de
Ahmed Gazâlî
Âşıkların Hâlleri (Sevânih’ul Uşşâk)
HECE Yayınları
Çeviri: Turan Koç / Mehmet Çetinkaya