Senin İçin Bir Şiir

Oğlum Kâmyâr’a

Bu şiiri sana söylüyorum susamış bir
yaz gün batımında başlangıcın bu
uğursuz yarı yolunda bitimsiz bu
acının köhne mezarında

bu sana son ninnimdir yavrucağım
senin beşiğinin yanında salınır belki bir gün
bu yaban çığlığım gençliğinin göklerinde yankılanır

bırak benim avare gölgem senin
gölgenden uzak ve ayrı kalsın bir gün
kavuşuruz ve o gün varsa aramızda
sadece tanrı kalsın

yaslamışım karanlık bir kapıya acıdan
kıvrılan alnımı umutla sürüyorum bu
açık kapıya ince ve soğuk parmağımı

arsızlıkla damgalanan boş kinayelere
gülen bendim kendi varlığımın sesi
olayım istedim yazık ki “kadın”dım

senin suçsuz bakışların bir gün bu
başlangıçsız kitaba kayar görürsün
zamanın köklü isyanı tüm şarkıların yüreğinde açar

burda yıldızlar hep sönüktür burda
meleklerin tümü ağlarlar burda Meryem
çiçekleri çöl dikeninden değersiz açarlar

burda yalan, arsızlık ve riyakârlığın devi
oturmuş tüm yol ağızlarında uyanmanın
aydınlık sabahından bir ışık görmüyorum
gökyüzünün karanlığında

bırak gözlerimi yeniden doldurup taşırsın
çiy taneleri kendimden uzaklaştım ta ki
indireyim Meryem’in sili suratından
perdeleri

iyi ad kıyılarından kopmuşum göğsümde
fırtına yıldızı var ne yazık öfkemin alevleri
hapishane karanlığında kanatlanır

göz boyayan zahitlerle bilinsin bu annenin
kolay sürmeyecek kavgasıdır tatlı yavrum
benimle senin kentin nice yıllardır şeytan
yuvasıdır

bir gün gelir hasret dolu bakışların bu
hüzünlü şarkılara kayar benim anam oydu
diyerek beni sözcüklerin arasında arar.

Furuğ Ferruhzad
27 Temmuz 1957 Tahran

– Çok iyi görünüyo buradan, harika oldu ya…

– Gir içerden yak oğlum ya…
– Aha yaktı…
– Ha öbürü de aradan onun yanına girdi…
– Çok iyi görünüyo buradan, harika oldu ya…
– Yakacan ki bunları böyle…
– Bez olacak ki bez bez…
– Aziz Nesin içerde mi Aziz Nesin?
– Tül, laylon laylon…
– İçeride mi adam?..
– Herkes içerde biliyo…
– Adam içerde ya…
– Çıkmıştır ya…
– Yakamıyolar…
– Gaz maz hiçbir şey yok mu?..
– Çık ulan yukarı…
– Bak, öbürünü mü görüyon mu bak…
– Polisi molisi dinlemiyo…
– Bak! Yine öteberi atıyo…
– Lan yağın la… yağın la!..
– A… koyayım valla yıktı valla billa ya…
– Orayı ben tamir ederim yığın a… koyayım…
– Aha televizyonu bile attılar lan…
– Üst katlara üst katlara…
– Allah’ım o senin ateşin…
– İçeriye beni de!..
– Cehennem ateşi işte…
– Kafirlerin yanacağı ateş…

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

Behçet Aysan

Küfrüm Edebimi Aştı Bu Gece

Sen benim gözümde bir hiçsin artık,
Nefretim aşkımı aştı bu gece
Bugün ki sözlerin söz müydü artık
Son sözün sabrımı aştı bu gece

Kolayca bitsin bu diyemedin de
Salladın savurdun basiretsizce
Hiç mi ders almadın onca gezdik de
Yağmurun rahmeti aştı bu gece

Yürümeyen neydi,ilişkimiz mi?
Günüm sensiz bomboş deyişimiz mi?
Sensiz yaşayamam çelişkimiz mi?
Yalanın doğrunu aştı bu gece

Evlenmek hayali kapımda idi
Giriş kat evimin boyası yeni
Mobilyan,takımın, alınmış idi
Vuslatım tadını aştı bu gece

Yemedim yedirdim ne varsa sana
Üç kuruşum olsa verirdim daha
Memurdum yoksuldum hatırlasana
Hafızam haddini aştı bu gece

Ayakların donmuş,üşümüştün de
Gece yatamamış üzülmüştüm de
Bir ay oruç tutup yememiştim de
O çizmen boyunu aştı bu gece

Yapılan söylenmez, gelmezmiş dile
Allahtan beklenir kul bilmese de
Kızgınlığım buna, sebep ise de
Sabrım miadını aştı bu gece

Onca gez toz benle,seviyorum de
Sonra git nişanlan bir de ona de
Şerefsizlik değil, nedir bu söyle
Küfrüm edebimi aştı bu gece

Sana son bir sözüm, nasihatım var
Aldığım ahlakla bir terbiyem var
Seni doğurana ana deyip geçmek var
Saygım adabımı tuttu bu gece
Gönlümün romanı bitti bu gece
Hangisine yansam şimdi gün gece
Ömrümden beş yıl gitti bu gece

Bedirhan Gökçe

Ben Senden Önce Ölmek İsterim

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
                    içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
                    ki içinde beni görebilesin…
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
                        senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar…
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
                                     yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
                    biri sen
                    biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
                                bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey :
                  belki diyor.

18 Şubat 1945

Piraye Nâzım Hikmet

Herkes Gibisin

HERKES GİBİ

Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

(Altıncı Kitap, Temmuz 1336/1920)

BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

334 (1918) – Yaz – Kadıköy

Nazım Hikmet

Anısı Biz Olalım Bu Sokakların

Anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiç bir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen

Biz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri

Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessizce omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
Biz kalırız kuşlar dönüp gelir
her balkonda bir menekşe sesi

Belki yeniden güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri hiç açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçlerle dolar yeniden
kendi sesini kemiren alanlar

Anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
Gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen

Ahmet Telli

Artık İlgilenmiyorum Seninle

Bunca yıkılmış dağlar üstüne
Kalbimin kanını buharlaştırdı gözlerin

Oysa kaç güvercin havalanmıştı içimden
Konarak pervazlarına gülüşlerinin
Kaç mermi sıyırmıştı ruhumu
Acımasız yürüyüşlerinin mevzilerinde
Dayanmıştım
Ağlamıştım saatlerce parçalanan düşlerime
Ta ki sevgilim
Kızaran bir gök bulutu
Ölümü
Bir yıldırımla düşürdüğün ana değin
Kalbimin haritasına

Artık ilgilenmiyorum seninle
Demiştin barut kokan kelimelerle
Demiştin de hayat ölü bir bıldırcın gibi
Tutuşup yanmıştı yanan bir tahta içinde
Tarla küllerle dolu, ortasında yumurta
Çatladıkça yeniden doğuruyor kanımdan
Fışkıran harflerle kalbim olan cümleyi:
Ben ancak bir tarih kitabı kadar
İlgileniyorum seninle…

Nurullah Genç

Neşideler Neşidesi / Süleyman Peygamber

NEŞİDELER NEŞİDESİ
BAP 1

NEŞİDELER neşidesi; Süleymanındır.

Beni kendi ağzının öpüşler ile öpsün;
Çünkü okşamaların şaraptan daha iyidir.

Kokuca ıtrın ne güzel;
Senin adın kabından dökülen ıtır gibidir;
Bundan ötürü seni kızlar seviyor.

Beni kendine çek; biz senin ardınca koşarız;
Kıral beni iç odalarına götürdü;
Seninle biz ferahlanıp seviniriz;
Senin okşamalarını şaraptan ziyade anarız;
Seni sevmekte onların hakkı var.

Ben karayım, fakat güzelim,
Ey Yeruşalim kızları!
Kedar çadırları gibi,
Süleymanın çadır etekleri gibi.

Kara olduğuma bakmayın,
Çünkü beni güneş yaktı.
Anamın oğulları bana kızdılar;
Beni bağlara bekçi ettiler;
Fakat kendi bağımı beklemedim.

Ey sen, canımın sevdiği, bana bildir,
Sürünü nerede otlatıyorsun,
Öğleyin onu nerede yatırıyorsun?
Çünkü arkadaşlarının sürüleri yanında,
Niçin yüzünü örten bir kadın gibi olayım?

Ey sen, kadınlar içinde en güzel kadın, bunu bilmiyorsan,
Sürünün izlerine çık,
Ve çoban çadırları yanında oğlaklarını otlat.

Firavunun arabalarında koşulu kısrağa
Seni benzetirim, ey sevgilim!

Yanakların saç örgülerile,
Boynun gerdanlıklarla ne güzel!

Sana altın dizileri yapacağız,
Gümüşten düğmelerle.

Kıral sofrasında otururken,
Benim sümbül yağım güzel kokusunu yaydı.

Memelerim arasında yatan,
Safi mür çıkınıdır, bana sevgilim.

En-gedi bağlarında,
Bir salkım kına çiçeğidir, bana sevgilim.

Ah, ne güzelsin, sevgilim,
Ah, sen ne güzelsin;
Gözlerin güvercinler!

İşte, sen de güzelsin, sevgilim, hem ne şirinsin!
Ve yeşilliktir yatağımız.

Erz ağaçlarıdır evimizin direkleri,
Tavanımızın oymaları da serviler.

BAP 2

BEN Şaron gülüyüm,
Derelerin zambağıyım.

Dikenlerin arasında zambak nasılsa,
Kızların arasında sevgilim öyledir.
Orman ağaçları arasında elma ağacı nasılsa,
Oğlanlar arasında sevgilim öyledir.
Zevk alarak onun gölgesinde oturdum,
Ve meyvası damağıma tatlı idi.

Beni ziyafet evine götürdü,
Ve onun üzerimdeki bayrağı sevgi idi.

Kuru üzümle bana kuvvet verin, elma ile beni canlandırın;
Çünkü aşk hastasıyım ben.

Sol eli başımın altında olsun,
Sağı da beni kucaklasın.

Dişi ceylanlar üzerine, yahut kırın dişi geyikleri üzerine,
Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları!
Sevgiliyi ayıltmıyasınız, ve uyandırmıyasınız diye,
Onun gönlü hoş oluncıya kadar.

Sevgilimin sesi! işte,
Dağların üzerinde sekerek,
Tepelerin üzerinde sıçrıyarak geliyor.

Sevgilim ceylana, yahut geyik yavrusuna benzer;
İşte, duvarımızın arkasında duruyor;
Pencerelerden içeri bakıyor;
Kafeslerden gözliyor.

Sevgilim cevap verdi, ve bana dedi:
Sevgilim, güzelim, kalk da gel.

Çünkü, işte, kış geçti;
Yağmurlar geçip gitti;

Yerde çiçekler görünüyor;
Terennümün vakti geldi,
Ve diyarımızda kumrunun sesi işitildi;

İncir ağacı ham incirini yetiştirmede,
Asmalar da çiçekleniyor,
Güzel kokular saçmaktalar.
Sevgilim, güzelim, kalk da gel.

Kayanın kovuklarında,
Uçurumun kenarlarındaki güvercinim!
Endamını bana göster,
Sesini bana işittir;
Çünkü sesin tatlı, ve endamın güzel.

Bize tilkileri tutun,
Bağları harap eden küçük tilkileri;
Çünkü bağlarımız çiçeklendi.

Sevgilim benimdir, ben de onun;
Zambaklar arasında koyun otlatıyor.

Gün serinlenince, ve gölgeler uzanınca, geri gel, sevgilim!
Yarılmış dağlar üzerinde
Ceylan gibi, geyik yavrusu gibi ol.

BAP 3

GECELEYİN yatağımın üzerinde,
Onu, canımın sevdiğini, aradım;
Aradım, fakat onu bulmadım.

Haydi kalkayım da, şehirde dolaşayım;
Sokaklarda ve meydanlarda
Onu, canımın sevdiğini, arıyayım.
Aradım, fakat onu bulmadım.

Şehirde dolaşan bekçiler beni buldular.
Onu gördünüz mü, canımın sevdiğini? diye sordum.

Onlardan öte geçince hemen,
Onu buldum, canımın sevdiğini;
Onu tuttum, ve bırakmadım,
Ta anamın evine,
Beni doğuran kadının odasına götürünciye kadar.

Dişi ceylanlar üzerine, yahut kırın dişi geyikleri üzerine,
Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları!
Sevgiliyi ayıltmıyasınız ve uyandırmıyasınız diye,
Onun gönlü hoş oluncıya kadar.

Bu kim? çölden çıkıyor,
Duman direkleri gibi,
Tütsülenmiş mür ile günnükle,
Satıcının her çeşit baharatı ile.

İşte, Süleymanın tahtırevanı!
İsrail yiğitlerinden,
Altmış yiğit onun çevresinde.

Hepsi kılıç taşıyan, cenge alıştırılmış erler;
Gecelerin dehşetinden,
Herkesin kılıcı belinde.

Kıral Süleyman, Libnan ağaçlarından
Kendine bir tahtırevan yaptı.

Direklerini gümüşten yaptı,
Tabanını altından, oturacak yerini erguvanîden;
Onun içini Yeruşalim kızları,
Sevgi ile döşediler.

Ey Sion kızları! çıkın,
Kıral Süleymanı taç ile görün,
O taç ki, onun düğünü gününde, ve yüreğinin sevinci gününde,
Anası onun başına giydirmişti.

BAP 4

AH, ne güzelsin, sevgilim,
Ah, sen ne güzelsin.
Peçen arkasından gözlerin güvercinler.
Gilead dağının yamaçlarında yatan
Keçi sürüsü gibidir saçın.

Kırkılmış, yıkanmaktan çıkmış,
Koyun sürüsü gibidir dişlerin;
O koyunların hep ikizleri var,
Ve aralarında yavrusuz olan yok.

Dudakların kızıl kaytan gibi,
Ağzın da ne güzel.
Peçen arkasından yanakların,
Sanki nar parçası.

Boynun Davudun kulesine benziyor,
O kule ki, silâh evi olarak yapılmıştır,
Üzerine bin büyük kalkan,
Hep yiğit kalkanları asılmıştır.

İki memen, sanki bir çift geyik yavrusu,
Zambaklar arasında otlıyan,
İkiz ceylan yavrusu.

Gün serinlenince, ve gölgeler uzanınca,
Mür dağına,
Ve günnük tepesine gideceğim.

Hep güzelsin, sevgilim;
Ve sende hiç kusur yoktur.

Benimle Libnandan, ey yavuklum!
Benimle gel Libnandan;
Amana tepesinden,
Senir ve Hermon tepelerinden,
Aslanların inlerinden,
Kaplanların dağlarından bak.

Kaptın gönlümü, kızkardeşim, yavuklum!
Gözlerinin bir bakışı ile,
Gerdanının tek zinciri ile gönlümü kaptın.

Okşamaların ne güzel, kızkardeşim, yavuklum!
Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların,
Itrının güzel kokusu da her çeşit baharattan!

Ey yavuklum, bal damlatır dudakların;
Balla süt senin dilinin altındadır;
Esvabının kokusu da, sanki Libnan kokusu.

Kızkardeşim, yavuklum, kapalı bir bahçedir;
Kapalı bir kaynaktır, mühürlenmiş pınardır.

Senin fidanların bir nar cennetidir, güzel meyvalarla;
Kına ve nardin fidanları ile,

Nardin ve safranla,
Kokulu kamış ve tarçınla, her çeşit günnük ağacı ile;
Mür ve öd ağaçları ile, baş baharatın her çeşidi ile.

Sen bahçelerin pınarısın,
Diri suların kuyusu,
Ve Libnandan akan seller.

Uyan, ey şimal yeli!
Sen de gel, ey cenup yeli!
Bahçeme es de, onun pelesenkleri damlasın.
Sevgilim bahçesine gelsin, ve güzel meyvalarını yesin.

BAP 5

BAHÇEME girdim, kızkardeşim, yavuklum!
Mürrümü topladım, pelesenkim ile;
Gümecimi yedim, balımla beraber;
Şarabımı içtim, südümle beraber.
Ey dostlar! yiyin;
İçin, sevgililer! ve mestolun.

Ben uyuyordum, yüreğim ise uyanıktı;
Kapıyı çalan sevgilimin sesi:
Bana aç, kızkardeşim, sevgilim, benim eşsiz güvercinim!
Çünkü çiğ ile doldu başım,
Gecenin damlaları ile kâküllerim.

Entarimi çıkardım; onu nasıl giyeyim?
Ayaklarımı yıkadım; nasıl onları kirleteyim? dedim.

Delikten uzattı elini sevgilim,
Ve içim oynadı onun için.

Ben kalktım, sevgilime kapıyı açayım diye;
Ve sürgü tokmakları üzerinde kalan mür
Benim ellerimden damladı,
Mür yağı benim parmaklarımdan.

Ben sevgilime kapıyı açtım;
Sevgilim ise, çekilmiş gitmişti.
O bana söz söylerken, ben kendimden geçmişim;
Onu aradım, fakat bulamadım;
Onu çağırdım, fakat bana cevap vermedi.

Şehirde dolaşan bekçiler beni buldular,
Bana vurdular, beni yaraladılar;
Şehir duvarlarının bekçileri peçemi üzerimden kaldırdılar.

Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları!
Eğer sevgilimi bulursanız,
Ona söyleyin ki, ben aşk hastasıyım.

Sevgilin senin, bir sevgiliden başka nedir?
Ey sen, kadınlar arasında en güzel kadın!
Sevgilin senin, bir sevgiliden başka nedir ki,
Bize böyle and ettiriyorsun?

Sevgilimin teni beyaz ve kırmızı,
On binlerin arasında seçkin olan odur.

Başı saf altın;
Kıvrılır kâkülleri, kuzgun gibi siyah.

Gözleri akar sular kenarındaki güvercinler gibi,
Sütle yıkanmışlar, oturmakta dolgun sular kenarında.

Yanakları sanki hoş kokulu çiçek tarhları,
Güzel kokular yığınları;
Dudakları zambaklardır, mür yağı damlatır.

Elleri, üzerine gök zümrüt kakılmış altın lüleler;
Gövdesi fil dişi işi, safir taşları kakılmış.

Bacakları mermer direklerdir, saf altın ayaklıklar üzerine kurulmuş,
Görünüşü Libnan gibi, erz ağaçları gibi balâ.

Ağzı çok tatlı;
Ve onun her şeyi güzel.
Budur sevgilim, evet yârım budur,
Ey Yeruşalim kızları!

BAP 6

SEVGİLİN nereye gitti?
Ey sen, kadınlar arasında en güzel kadın!
Sevgilin nereye yüneldi?
Onu biz de seninle beraber arıyalım.

Bahçelerde sürüsünü otlatsın, ve zambaklar devşirsin diye,
Sevgilim bahçesine indi,
Hoş kokulu çiçek tarhlarına.

Sevgilim benimdir, ben de sevgilimin;
Zambaklar arasında sürüsünü otlatmada.

Sevgilim, sen Tirtsa gibi güzelsin,
Yeruşalim gibi sevimlisin,
Sancak açmış ordu gibi korkunçsun.

Gözlerini benden çevir,
Beni onlar yendiler.
Gilead dağının yamaçlarında yatan,
Keçi sürüsü gibidir saçın.

Yıkanmaktan çıkmış,
Koyun sürüsü gibidir dişlerin.
O koyunların hep ikizleri var,
Ve aralarında yavrusuz olan yoktur.

Peçen arkasından yanakların,
Sanki nar parçası.

Orada altmış kıraliça ile seksen cariye var,
Ere varmamış kızlar da sayısız.

Birdir benim eşsiz güvercinim;
Biricik yavrusudur anasının;
Onu doğuran kadının güzidesi.
Kızlar onu gördüler, ve ona ne mutludur, dediler;
Kıraliçalarla cariyeler de görüp onu övdüler:

Bakışı seher gibi,
Ay gibi güzel,
Güneş gibi temiz,
Sancak açmış ordu gibi korkunç, bu kadın kimdir?

Vadinin yeşil fidanlarını göreyim diye,
Asma tomurcuklarını verdi mi,
Narlar çiçek açtı mı göreyim diye,
Ceviz bahçesine indim.

Şerefli kavmımın arabaları arasına,
Ben bilmeden canım beni koydu.

Dön, dön, ey Şulam kızı;
Dön, dön de sana bakalım.
Niçin Şulam kızına bakmak istiyorsunuz,
Mahanaim oyununa bakar gibi?

BAP 7

Çarıklar içinde ayakların ne güzel, ey emîr kızı!
Toplu kalçaların sanki mücevherler.
Üstat ellerinin işi.

Göbeğin yuvarlak bir tas,
Onda karışık şarap eksik değil;
Karnın buğday yığını.
Zambaklarla kuşanmış.

İki memen sanki bir çift geyik yavrusu,
İkiz ceylan yavrusu.

Fil dişi kulesi gibidir boynun senin;
Bat-rabbim kapısı yanındaki
Heşbon havuzlandır gözlerin;
Şama doğru bakan
Libnan kulesi gibidir burnun senin.

Başın, senin üzerinde karmel gibi,
Başının saçı da sanki erguvanî;
Kıral senin kâküllerine esir oldu.

Zevkler içinde, ey sevgilim.
Sen ne güzelsin, ve ne şirinsin.

Bu senin boyun hurma ağacına,
Memelerin de salkımlara benziyor.

Hurma ağacına çıkayım,
Dallarını tutayım, dedim:
Memelerin üzüm salkımları gibi olsun.
Soluğunun kokusu da elma gibi.

Ve ağzın en iyi şarap gibi.
O şarap ki. uyumakta olanların dudaklarından kayıp,
Sevgilim için dümdüz akar.

Ben sevgiliminim:
Onun özlediği de benim.

Gel sevgilim, çıkalım kıra,
Köylerde geceliyelim.

Sabahleyin erken bağlara gidelim;
Bakalım asma tomurcuklarını verdi mi,
Çiçeği açıldı mı.
Ve narlar çiçektendi mi;
Orada sevgimi sana bildireyim.

Lüffahlar güzel koku saçıyor;
Ve kapılarımızın yanında her çeşitten taze ve kuru güzel meyva var.
Onları, ey sevgilim, ben senin için sakladım.

BAP 8

KEŞKE sen bana,
Anamın memelerini emmiş kardeş gibi olaydın!
Dışarıda seni bulunca,
Ben seni öperdim;
Beni de kınamazlardı.

Senin önüne düşerdim, anamın evine seni getirirdim,
Bana o öğretirdi;
Sana baharatlı şaraptan,
Narımın suyundan içirirdim.

Sol eli başımın altında olurdu,
Sağı da beni kucaklardı.

Size and ettiriyorum, ey Yeruşalim kızları,
Sevgiliyi ayıltmıyasınız, ve uyandırmıyasınız diye,
Onun gönlü hoş oluncıya kadar.

Sevgilisine yaslanarak,
Çölden çıkan bu kadın kimdir?

Elma ağacı altında seni uyandırdım;
Anan orada sana ağrı çekti,
Seni doğuran kadın orada ağrı çekti.

Beni kendi yüreğin üzerine bir mühür gibi,
Kolunun üzerine bir mühür gibi koy;
Çünkü sevgi ölüm gibi kuvvetlidir;
Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir;
Onun alevleri, ateşin alevleri,
Yakıp bitiren alev.

Sevgiyi büyük sular söndüremez,
Ve ırmaklar onu bastıramaz;
Bir insan sevgiye bedel evinin bütün malını verse,
Büsbütün hor görülür.

Küçük bir kızkardeşimiz var,
Ve onun daha memeleri yok;
Onun için söz söylenecegi gün,
Kızkardeşimiz için ne yapacağız?

Eğer o bir duvar ise,
Üzerine gümüş kule yaparız;
Ve eğer bir kapı ise,
Erz tahtaları ile onu kaparız.

Ben duvarım, memelerim de kuleler gibi,
Selâmet bulmuş kadın nasılsa, o zaman onun gözünde öyle oldum.

Baal-hamonda Süleymanın bağı vardı;
Tutanlara bağı kiraya verdi;
Mahsulü için her biri bin gümüş getirirdi.

Benim malım olan bağım önümdedir;
Bin gümüş senin olsun, ey Süleyman,
İki yüz gümüş de mahsulünü tutanların olsun.

Ey sen, bahçelerde oturan kadın,
Senin sesini arkadaşlar dinliyor;
Bana da işittir.

Kaç, ey sevgilim,
Ve hoş kokulu dağların üzerinde,
Bir ceylan gibi, yahut geyik yavrusu gibi ol.

Neşideler Neşidesi (Ezgiler Ezgisi), Kitab-ı Mukaddes`in ilk bölümü olan Eski Ahit`in 18-22. kitaplarını oluşturan Zebur`un beşinci kitabı.

Ezgiler Ezgisi Neşideler Neşidesi
Çevirmen: Samih Rifat / Can Yayınları

Bir Yaz Günü İçin Şiir

nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi
akşamın? duymak sanki bir gülün
yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru;
gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru
alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza…

bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa
yaşlı yazlarla dolu… orda elbet o çölün
ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip
bir şeyler duyuyorum… sesler, şeyler? ölünün
son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense…

ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-
mi demek? Zaman ten’dir, eğer yazlar bedense…

Hilmi Yavuz

Cemal Süreya’yı Öldürelim Artık

“Küçükken aldığım dışı güzel, İçi hep çürük çıkan elmalı şekerler gibisin. Aranızdaki tek fark; o elmalı, sen ise ‘el malı.” (Cemal Süreya’ya izafe)

“Kimse benim kimsesizliğimden cesaret bulmasın, en güçlü anımdır yalnızlığım! Çünkü ben daima tek başıma iktidarım.” (Oğuz Atay’a izafe)

Geçenlerde, “edebiyatsever gençler”in yeni manifestik dergisi Kafkaokur’u “Neymiş bakalım.” diyerek alıp okuma bahtsızlığına uğradım. İçindeki eleştiri metinlerinin sığlığını, bariz bilgi hatalarını bir kenara koyuyorum. Derginin “seçmeler” bölümünü açtığımda yüreğimi hoplatan şu alıntıya rastladım: “Sana verebileceğim pek bi’şey yok aslında; çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen.”  Bu vurucu aforizmanın yanında da janjanlı bir “Veysel” imzası ve Âşık Veysel’in fotoğrafı vardı. “Eh,” dedim içimden, “imam sırıtırsa cemaat kırıtırmış.” 

Bu örnekten yola çıkarak yapılabilecek ve tüme yayılabilecek bir eleştiriyi, Türkiye’de “popüler edebiyat dergileri” ile ilgili söylenebilecek on binlerce kelimeyi şimdilik dilimin altına atıp “kitsch” (Bundan sonra “kiç” olarak yazacağım.) nedir, popüler kültür nedir, internet nasıl bir edebiyat çöplüğüdür, ona değinmek istiyorum.

Popüler kültür, en amiyâne tabiriyle “tribünlere oynamak”tır. Derinleşmez, koyulaşmaz, hep “orada”, erişilebilecek bir menzilde durur. En temel insanlık dürtülerini hedef alır: “Üzünçlü”, acıklı, komik, şehvetli ya da heyecanlıdır. Bu yanıyla “insana dair” gibi gözükür fakat insanî içgüdüleri anonimleştirerek konformist “sistem adamcıkları” yetiştirir. En özet haliyle: Popüler kültür sizi, “size özel” görünümü altında “herkes gibi” yapmaya çalışan kültürsüzlüktür aslında.

Popüler kültürde sanat üretimi, bir eserin sıfırdan üretilmesine dayanmaz. İnsanların sanat yapıtını anlamaları için herhangi bir çaba göstermeleri beklenmez. Tam tersine, aslında üretilen her şey birbirinin tekrarıdır. Bu noktada, marketlerde bile satılmaya başlanan Şems-Mevlana tandanslı hidayet romanları, sosyal medyada üretilip piyasa dergilerine sızan acı dolu aforizmalar, farklı adlarla ve farklı kanallarda yayınlanan baş göz etme programları, aslında hiçbir özgünlük, yenilik ve düşünce kırıntısı içermeyen, birbirinin ucuz kopyaları olan “yeniden üretim” nesneleridir. İşte kiç de burada başlar.

Kiç, en basit sözlük tanımıyla, bir sanat yapıtının frapan, rüküş ve adi kopyasıdır. Kiç, bir popüler kültür ürünüdür. Gerçek sanat eserlerinin değil, onların kopyalarının, taklitlerinin, ucuz ve derinliksiz imitasyonlarının yaratılması esasına dayanır. Kiç, özellikle sanat yapıtlarının birer karikatür ikizini yaratma noktasında akılalmaz başarılara imza atan “kitle kültürü” ya da popüler kültürün en uzun menzilli silahıdır.

Kiç ürünlerde cevap aranmaz. Cevap aramak şöyle dursun soru, bile sorulmaz. Daha önce verilmiş cevaplar yeniden üretilir. Yukarıda bahsettiğim Şems-Mevlana tipi “İslamî arabesk” romanlar, insanlık durumuna dair yapılmış bin yıllık tespitleri ısıtır, genleştirir, onların içini boşaltır ve yeni bir şey söylüyormuşçasına paketleyerek piyasaya sunar. Kafasında, aslında kolektif bilinçaltı tarafından çoktan cevaplanmış soruların gezindiğini sanan okur, kalıplaşmış düşünce biçiminin rahatlığından ödün vermeden ve neredeyse hiçbir akıl yürütme zahmetine girmeden aradığı cevabı bu tip romanlarda bulur. 

Buraya kadar tamam. O halde popüler kültür ve kiç’le sosyal medyadaki alıntıların bağlantısı nedir?

İnternetin olağanüstü kitleselleştirici gücü sebebiyle edebiyatın popüler kültürle, kitle zevkleriyle ve modernistlerin 20. yy. başlarında avam görüp tiksindiği “düşük sanat”la bunca iç içe geçmesi, iyi edebiyat-kötü edebiyat ayrımını da epey sekteye uğrattı. Her an milyonlarca vasat eserin basılması, gerçekten değerli eserleri ayıklamayı neredeyse imkansız kılıyor. İnternette gezen milyonlarca alıntı içinde yazarların “gerçek” cümlelerini bulmak da artık pek mümkün değil. Hepimiz sosyal medyada yaşamaya başlayalıberi hayatın kendisi hayatın bir kopyası oldu. Facebook’ta, twitter’da temsilî hayatlar yaşayıp emojilerle gülümsüyoruz artık. Bu temsilî hayatlar içinde -Ahmed Arif’in o mükemmel dizelerinde dediği gibi- “yıkıntılarda bir ad” olmaya mahkum yazarlar da. Bunun kabullenmek zor fakat imkansız değil. Buraya kadarını anlayabiliyorum. Anlamadığım, tüm sosyal medyayı esir alan bu “çakma alıntı” furyasının edebiyat dergisi olma iddiasında ortaya çıkan bir mecmuada yinelenmesi. Galiba kiç’in temel niteliğine geri döndük: Üretilenin sonsuz kopyası, taklidin taklidi ve dergide bile yansımanın yansıması…

Bir insanı gömmek, bir bedeni toprağın derinliklerine vermekten çok daha simgesel bir eylemdir. Bu kadim ritüel, gömülenle beraber onun zihnimizdeki ve kalbimizdeki imgelerini sonsuzlaştırır, ölümsüzleştirir. Bu bağlamda Lacan, yaptığı Shakespeare ve Sophokles okumalarında “öldükten sonra geri dönen baba” imgesine odaklanır. “Ölüler” der, “usulüne uygun gömülmezlerse simgesel bir intikam için geri dönerler. Antigone’un ve Hamlet’in babaları, cenaze törenlerinde bir şeyler yanlış gittiği için dönmüştür.”

Türkiye’de edebiyat eğitimi, birçok üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri de bu genellemeye dahildir, “aç parantez doğum, kapa parantez ölüm” şeklinde amaçsız bir biyografik ezberin berbat ve sonsuz tekrarından ibaret olduğu için “gerçek” imgesini kaybeden yazar, bir “simülasyon” halinde yaşıyor ve ölüyor. Böylece, Lacan’ın söylediği gibi, “cenaze törenlerinde” bir şeyler yanlış gidiyor. 

Biz, müktesabatımız ve tevhid-i tedrisatımız gereği çoğu yazarı “usulüne uygun” gömemediğimiz için bugünlerde birçoğu geri döndü. Ne var ki kendileri yerine ucuz birer kopyalarını gönderdiler öte taraftan bize!

Artık şu Oğuz Atay’ı, Cemal Süreya’yı falan öldürsek mi, ne dersiniz? Yoksa intikamları düşündüğümüzden acı olacak.

Serdar Aygün