Üzüleceksin

– Sarı Gülün yaşıyor mu hâlâ?
– Bu kışı çıkarabileceğini sanmıyorum.

– Aklıma geliyor bazen üzülüyorum.
– Ben günde iki defa görüyorum

– Seni mutlu ediyordur yine de.
– Yine de hüzünlü, ölümü anımsatıyor.

– Hz. Ömer’in ölümü hergün hatırlatmasını istediği bir adam vardı, duymuş muydun? Bunun için adamı maaşa bağlamıştı. Her gün gelip, “ölüm var yaa Ömer” der giderdi. Bizim de hatırlatanımız belki o Sarı Sül. Ölüm var!!! Çok şükür ki var.
– Evet biliyorum. Sakalında beyaz bir tel gördüğünde adamı, “artık gelmene gerek yok, ölümü anımsamam için bu beyaz tel kafi” deyip göndermiş.

– Belki sırf senin için açıyordur, tıpkı benim gibi. Senin için açıyorum bazen sırf senin için soruyorum. İyi ki varsın iyi ki hayatımdasın.

– Benim diyebileceğim, tek Çiçeğimsin. Bende senin Sarı Gülün olacağım, o Gül gibi karşında solacağım. Üzüleceksin. Ama “iyi ki tanıdım” da tebessümün olacak.
– Seni seviyorum.


Yollar

Varsın biraz da yollar çeksin benim cefamı
Artık verin çocuklar, artık verin asamı!.
Bir başka kâinata, bir başka yurda yol var;
Siz örtünün garipler siz örtünün abamı!
Yorgun düşüp uzandım altında asumanın;
Gölgende buldum ey dal bir anne ihtimamı.
Şahane manzaraydı dünya sınırlarında
Bir kubbenin rüku’u, bir zirvenin kıyamı.

Yükseklerinde ömrün dağlar, sular kovuklar:
Yükseklerin diliyle tekrar edin nidamı!
Dağlar lisana geldi, gökler lisana geldi;
Şerh oldu Mesnevi’den yıldız
Şerh oldu Mesnevi’den yıldızların kelamı.
Şeffaf mavinizden abdest alıp el açtım
Artık yakındayım, ey gökler, duyun duamı!

Arif Nihat Asya

Sevgili çocuk

Sevgili çocuk
Hem sevgili hem de çocuk olan
Ah, bir de büyümeye çalışmasan
Anneni sev, çiçeğini kokla
Kaplumbağana biraz yeşillik ver
Durma benim gibi yağmur altında
Sevme benim gibi
Ölme benim gibi…

Ahmet Erhan

Böyleydi Eskiden

İnsanoğlu aşkı doğduğunda getirir,
ama iş güç,
para pul
ve buna benzer bir sürü şey,
kurutur gönlünüzün verimli toprağını.
Yüreğin üstünde beden giysisi vardır,
bedenin üstünde de gömlek.
Ama iş bu kadarla kalmaz
adamın biri –
bir salak! –
bu gömleğe kol kapağı takmış,
göğüs kısmını da kolalamıştır.
İnsanoğlu yaşlandıkça fikir değiştirir
Kadın süslenir.
Müller eğitimine başlar erkek.
Ama çok geç.
Deri kırışıklıklarla dolmuştur.
Aşk çiçeği açar,
açar,
ve solar.
Ben de bol bol getirdim aşk verisini.
ama insanlar,
daha küçücük yaştan başlayarak
çalışmaya göre koşullanır.
Bense –
Rion kıyısında koşar
sürterdim
hiçbir şeye aldırmadan.
Kızardı anacığım:
“Ah korkunç haylaz, ah!” diyerek.
Kırbaç gibi şaklatırdı kemerini babam.
Bense
cebimde üç düzmece ruble
üçkağıt oynamaya giderdim erlerle.
Ne sırtımda bir gömlek
ne ayağımda bir pabuç.
Kutaissi Fırınında kavurur,
ya da güneşe verirdim sırtımı
ve işkembemi,
içim bulanana dek.
Kendinden geçerdi güneş:
“Üst üste konmuş üç elma gibi mübarek!”
bu oğlanda var besbelli –
altı okka bir yürek.
Ve hınzır, anasını belliyor bu yüreğin

Baksana a canım,
nasıl oluyor da sığdırıyor beni
ırmakları
ve uzayıp giden kayalıkları,
o kuş kadar yüreğe?

Vladimir Mayakovski
Çeviri: Bertan Onaran

Özür

ne kötü; o kadar da kalabalığız
cürümler, kabahatler arasında, yılgın
duruyoruz kupkuru dal gibi
ağlamaksızın

ne tuhaf; habire yanılmadayız
isyan alışkanlığı lüzumsuz bir durumda
sonu yok düşüşün gitgide beyazlaşan
o dipsiz uçurumda

ne güzel; döne döne hızlanan
hızlana hızlana dönen tennureler arasından
örttün üzerimize bembeyaz özrümüzü
rahmetine sığınırken gazabından

ne iyi; duaya yatkın eller yaratmışsın
katına açmaya biraz derman ver
ses avuntu, gözler sımsıkı kapalı
ardına kadar açık kapılar, pencereler.

İdris Mahfi Erenler

Yangın

biliyordum; âteşîn bir suya daldırıp mumdan kürekleri
eridik tel tel hüzne ve gama
kavuşturur gibi tavrımızı mürted
bir kalemle açtık ve tükettik o yolu
küle verdik ne varsa söze dâir
biz de kendimizce galibdik ammâ
yalandı yangınımız.

İdris Mahfi Erenler

Yıkılma Sakın

Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı, genç bir adam olarak

Neler gelmez ki insanın aklına
Sevinçli, özgür günlere dair
Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir
Acı, zehir zemberek bir hüzün
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir

Görüyorsun işte küçük adamları
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
Kimisi düpedüz halk düşmanı
Diren öyleyse, diren, yılma
Yürüt daha bir inatla kavganı

Babeuf’u hatırla, Nazım Hikmet’i
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
Hatırla Danko’nun tutuşan kalbini
Karanlıklari yırtmak arzusuyla
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri
Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının
Dağlar dilsizdir yalçındır
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya
Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır

Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Ama bir devrimciyi hakli kılan
Biraz da acılardır unutma

Yıkılma sakın geçerken günler
Yaralayarak gençliğini
Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki
Ve halkın bağrında bir inci gibi
Büyüyüp gelişmektedir zafer.

Ataol Behramoğlu

Feryat-figan

Feryat-figan
Ağustos böceğinde
Sevdadan yanıp-tutuşmalar
Kavrulur da aşktan pervane
Ne sesi, ne soluğu çıkar.

Anonim / IX. Yüzyıl
Çeviri: Lütfullah Sami Akalın

Ne acınacak hali vardı

Ne acınacak hali vardı
Şu sıska orkidenin.
Ama tomurcuklandı işte!

Matsuo Basho

Akşamın tek gürültüsü

Akşamın tek gürültüsü
Beyaz kamelyaların
Dökülüşü…

Takakuwa Ranko