Açılup bir dem bu bâğ-ı dil bahâr olmaz mı hìç

Açılup bir dem bu bâğ-ı dil bahâr olmaz mı hìç
Nahl-i ümìdümde ya Rab berg ü bâr olmaz mı hìç

Sormaduk eslâfa bâzâr-ı sühanda her zamân
Elde ser-mâye żarardan başka kâr olmaz mı hìç

Dilde oldukça hayâlüñ dìde eşk-efşân olur
Nahl-i nâzum bâğ olur da âb-yâr olmaz mı hìç

Sìnede nâr-ı tahassürdendür âh-ı âteşìn
Hâne sûzân olsa dûd-ı pür-şerâr olmaz mı hìç

Kaddini teşbìh iden şimşâda taksìr eylemiş
Tuysa dil-dâr artırup kâmet-çenâr olmaz mı hìç

Her ne dem âh eylesem dilden hurûş eyler sirişk
Rûz-gâr esdükçe deryâ mevc-dâr olmaz mı hìç

Mûmiyânuñda nedür sordum zarìfâne kemer
Genc olan yerde didi ol şûh mâr olmaz mı hìç

Ağlarum cânâ hayâl-i perçemüñle dem-be-dem
Dìde dûd-âlûd olur da eşk-bâr olmaz mı hìç

Gûş idüp gül-şende sûzişli figân-ı Râşidi
Bülbülinden gonce ey gül serm-şâr olmaz mı hìç

İbrâhim Râşid Efendi

Ne Oldu?!

Sözü vardı bize suskun dudaklarının ne oldu?!
Yıllanmış şarabı vardı aşk kadehinin ne oldu?!

Kaldı aşk ayakları altında arzuların, Allah aşkına,
Ferhâd, Şirin ağızlı sevdasındaydı ne oldu?!

Gül harmanı misali yok oldu bütün arzular.
Çimeni vardı bu hasret vadisinin, sahi ne oldu?!

Gölge salmış bu hazan vurmuş bağa sessizlik,
Sözü vardı bülbülün gönlüyle gül dudağının ne oldu?!

Yetişmez yakasına elim benim bugün gönlüm
El atmıştı bir nazik tenlinin eteğine ne oldu?!

İşlemedi hiç ağlamam taş kalbine senin
Mermeri deler geçerdi gözyaşım ne oldu?!

Hatırası o derbeder anların ne kutluydu
Sevdalıydı bir Hoten ceylanına gönlümüz ne oldu?!

Haber yok yardan, diyardan bu ğam gurbetinde
Sahi vatanı vardı bu avarenin ne oldu?!

Hüseyn-i Vefâyî

Son Aldatış

Olmasaydı son aldatışın eğer ey hayat,
Yüz kere terk etmiştim şimdiye kadar seni.
Çekmezden önce beni kendine yine,
Feda etmiştim ölümün ayaklarına seni.

Kesmek istediğimde ümitlerimi her defasında senden
Açtın hep yüzüme sıcacık kucağını
Yaptığın her şey sadece bir aldatmaca, anladım
Gizlemişsin ama efsanelerle bu aldatmacalarını.

Yok perdenin arkasında bu aldatmacaların dışında bir şey
Giydirmişsin binlerce elbise ama bedenine
Artık usandığımdan gecenden gündüzünden
İstiyorsun onu ve veriyorsun beni emrine

Çekiyorsun bir gün aşk peçesini yüzüne
Parıldasın diye bir ümit beynimin içlerine
Koyuyorsun bir gün şiir ve sanat gururu adını
Yükselteyim başımı güneşe, övüneyim şairim diye

Geç kaldım çok geç kaldım bu aldatışın tuzağında
Bağışlayamam artık yeni bir özürle günahımı
Koparınca bağlarımı senden ey hayat yazık!
Son aldatışında ararsam sığınağımı

Tahran 1333 hş.

Nâdir-i Nâdirpûr
Çeviri: Nimet Yıldırım

Sevgilim benim

Duy uzaktan sesimi, sevgilim benim
Gözümden daha değerli, canımdan tatlı benim
İlk ilham kaynağım, son andım benim
Yaşlı ülkem, ama şanlı şerefli yaşlım benim
Tabiatım, tarihim, imanım, İran’ım benim.

Ayrı düşmüşüm senden, evladınım senin
Ruhum bağlı ama şefkatinle ve sevdanla senin
Her zaman sanki gönül çelen kucağındayım senin
Tutkunuyum eşi benzeri olmayan geçmişinin senin
Kölenim, aşığınım, özleminle yaşamaktayım senin

Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî

Çeviri: Nimet Yıldırım

Vatana Dönüş

Yaşlandım yuva üzüntüsüyle.
Bir tek isimdir varlığımdan geriye kalan.
Öldüm üzüntüden. Ne günlerdir bunlar?
Usandım ben bu hayattan.

Kolum kanadım yoksa da,
Çimenlere doğru uçamasam da,
Değil mi ki Pençem, gagam, göğsüm ve başım var,
Sürüne sürüne giderim bahçeye kadar.

Uzaktan göründü çimen gözüme.
Güç geldi dizime ve belime.
Islak gözlerim gördü bir yuva.
Yanıp kavruldu ciğerim vardığımda.
Baktım bu yuva değil, tuzakmış.
Ah…
Yine esir düştüm ben!

Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Vefalı

Gece oldu, çöktü karanlık ay yüzlüm gelmedi.
Yoluma aydınlık saçan gelmedi.
İnlemek istedim ama yapamadım,
Gönlümden dilime ahım gelmedi.

Yorgunum, kırgınım, sıkıntılıyım ama,
Ondan uzaklarda ölmeği istemiyorum.
Değilim avın senin, uzaklaş benden ecel!
Yar deyip ben güç kazanıyorum.

O gelmezse ben giderim.
Huzuruna kimin istersen giderim.
Feleklere uçar, gezegen olurum.
Denizlere dalar, balık olurum.

Bulurum, şüphem yok onu bulurum.
Azizim, canım, ay yüzlüm derim:
Öldüreceksen öldür beni önünde,
Artık ayrılıkla çektirme azap bana

Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Yok benim gibi gamlısı

Korkarım serbest bırakmaz beni kafesten avcım,
Unutturuncaya dek bahçenin yolunu.
Yeter kaldım kafeste, unuttum gülün rengini,
Aşkıyla doğdum onun bu dünya annesinden.
Geçirdimse de bir iyi gün hatırlamıyorum ki!
Sanki birden yuvadan tuzağa düşüverdim ben.
Salarım ateşleri sarayına ahımdan avcının,
Bırakmazsa bu esaret zindanından özgür beni.
Kaç kez tuttu yakamdan ecelin o elleri
Bırakmadım yine de eteklerini ellerimden aşkının
Artık rakiplerin yanında zulümdür benden şikayetin
Sorgusuz sualsiz her dediğini verdim ya ben
Dolsa da sıkıntısı bir dünyanın gönlüme Lâhûtî
Yok benim gibi gamlısı ya bu benim mutluluğum

Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Denizlerin Ardında

Bir kayık yapacağım,
İndireceğim suya.

Uzaklaşacağım bu garip topraktan.
Yok oradabir kişi,
Kahramanları uyandıracak aşk ormanında.

Geçireceğim kayığı
Boşluk ağından,
İnci arzusunun tâ yüreğinden.
Ne gönül vereceğim mavilere,
Ne deniz kızlarına, sudan başlarını çıkaran,
Balıkçıların yalnızlık parıltılarında
Saçlarından afsûnlar saçan.

Süreceğim kayığı,
Süreceğim öylece.
“Açılmalı, açılmalı.
Yoktu o şehirdeki adamın esâtiri.
Bir üzüm salkımıyla dopdolu değildi o şehrin kadını.

Hiçbir salon aynası tekrarlamadı sarhoşluğu.
Göstermedi bir su birikintisini, hattâ meşâleyi.
Açılmalı, açılmalı.
Şarkısını söyledi gece;
Sıra pencerelerde.”

Süreceğim kayığı,
Süreceğim öylece.

Bir şehir var denizlerin ardında.
Oradapencereler tecellîye açık.
Damlar güvercinlerin yeri, beşerin akıl fıskiyesine bakan.
On yaşındaki her şehirli çocuğun eli bir marifet dalı.
Şehir insanı bir duvara bakıyor.
Bir şûleye, hoş bir rüyaya bakar gibi.
Toprak işitiyor senin duygu mûsıkîni.

Esâtir kuşlarının kanat sesi geliyor rüzgârla.
Bir şehir var denizlerin ardında.

Güneşin serinliği orada sabah kalkanların gözü kadar.
Suyun, aklın, aydınlığın vârisi şairler.

Bir şehir var denizlerin ardında.
Bir kayık yapmalı.
Bir kayık yapmalı.

Sohrâb Sepehrî
Çeviren: Mehmet Kanar

Ödev yaparken, küçük ‘’e’’leri ve küçük ‘’a’’ları ‘’çok zor, yazamıyorum’’ diye ağlayan Aliemir’in, Senden istediği sabrı istiyorum.

mn-103

Bir gece önce herşey çok net ve bulutsuzken sabah uyandığımda bu bulanıklık neden. Ruhumun güneşli, parçalı bulutlu, fırtınalı ve ya yağmurlu hava durumunu hangi meleğinin eline verdin Allahım. Sebepsiz yere yükselip kanatsız uçmaya başlıyorum, kollarım önce bir çift kanada dönüşüyor sonra birden felçli kuşlar gibi yere çakılıyorum. Hiç kanatları felç olmuş kuş görmedim, kuşların kalbine de felç iner mi? Hiç bir kuşun yere çakıldığını da görmedim, gösterme… Seninle aramızda mektuplar var, içleri ayna dolu. En güzel cevap yazan Sensin. Ben sabırsızım, öyle halketmişsin, kalbime dokunmayan cümlelerimi dinleme…

hamdolsun evrendeki dehşetten korkulardan
koruyana ki
çekip dizimizi karnımıza
toprağın geldiğimiz noktasına eğilerek yumuşaklıkla eserimizin içine bakarak
cennet hediyen cehennem benim eserim
hamdolsun hamdolsun dünyadaki dehşetten
koruyana ki
bize gizli kendisine açık nedeni
bir hüzünle korur parçalanıp giden özümüzü


Ve ben duruyorum ölümümün başında
Bana bu gece ölümüm gösterildi
Büyük ak saçlı başım
Dolunay gibi kaydı iki taşın arasına
Dört kutsal kelime duydum
Acz
Nasip
Rahmet
Ölüm

Cahit Zarifoğlu (Yaşamak)

Ödev yaparken, küçük ‘’e’’leri ve küçük ‘’a’’ları ‘’çok zor, yazamıyorum’’ diye ağlayan Aliemir’in, Senden istediği sabrı istiyorum.

Zehra Betül

Uzakta Ölen İçin Ağıt

aklınızda mı uzakta ölümler olduğu
kaç kişi gitti dövüştü ve vuruldu

gelir mi gelmez mi kim bilir
kim bilir hangi uzak yaban ellerde
ya bir bozkır şehrinde bir akşam üstü kadar hüzünlü türkülerle
durmadan gider mi yoksa

kaçamaklar yaşanır biline biline
insan içinde taşır yangınını
günden güne gözleri bir başka adam olur
bir başka kadındır ayrı düştükçe sevilir günden güne

ve akşam dönerken vururlar kekliği
ceylanın tuzağa düştüğü an
ve yamaçları kar tutan bir şehrin tenhalığından
insan bir umut çıkarır gizli gizli

sonbra gurbetin tadı türkülerden bilinir
ve kara saplanır tirenler
bir dağın körfezine çekilmiş kuytu şehirden
yeniden bir başka gurbete gidilir

bir de uzaklarda ölümler olunca
gidip de dönmeyenler akla gelir
yollarla akşamlarla alaca karanlıklarla
araya giren dağlar hiç geçit mi verir

her şeyin tam kendi olduğu zamanda
anmak dururken yaşayan biri gibi
aklına düşürmüş de gurbete gideni
ağıt düzüyor uzakta ölenin anısına

                                         1963-68

Eray Canberk