Teşekkürler

Aşkına müteşekkirim
O benim son mucizem
Mucizeler çağı geçtikten sonra
Teşekkürler aşkına..
O bana öğretti okumayı, yazmayı
O donattı beni sözlerin en güzeliyle
Aşkın bir anda sildi bütün kadınları hayatımdan
Yok etti en güzel anılarımı..

Teşekkürler.. Ta derinden
Ey kutsal kitaplardan çıkıp gelen
Teşekkürler beline
Rüyalarımda gördüğüm, hayalini kurduğum
Defterlerimin ve günlüklerimin arasına
Bir serçe kuşu gibi gizlice giriveren
Yüzüne teşekkürler..
Teşekkürler şiirlerimde yaşadığın için
Teşekkürler..
Bütün parmaklarımda oturduğun için
Teşekkürler.. Hayatımda olduğun için..
Teşekkürler aşkına
Bütün insanlardan önce
Bana verdi müjde,
Melik olarak seçti beni,
Taç giydirdi
Ve takdis etti beni yasemin sularıyla..

Teşekkürler aşkına,
Bana ikram etti,
Beni terbiye etti,
Bana ilimlerini öğretti öncekilerin
Aşkın alemde beni seçti yanlızca
Firdevs saadetini..
Teşekkürler..
Gökkubbenin altındaki avare günlere,
Ve mahzun ekim sularına,
Endişeyle geçen saatlere
Huzurla dolduğum anlara..

Teşekkürler gözlerine
Menekşe ve şefkat adalarının yolcusu olan.
Teşekkürler
Geçip giden tüm güzel yıllara..

Teşekkürler aşkına
Benim en sadık
Ve en değerli arkadaşlarımdan olan.
Sevgin de göğsümde ağlar
Gökyüzü ağladığı zaman
Teşekkürler sevgine beni rahatlatan..

Tavus kuşu, nane ve su
Ve gül
Renkli bir bulut
Ekvatordan tesadüfen geçen
Öyle bir mucize ki peygamberlerin bile şaştığı..

Teşekkürler saçlarına
Tüm dünyayı meşgul eden
Uzunluğunu hurma bahçelerinden çalmış
Şu cimri dünyada gözlerinin bana sunduğu
Teşekkürler her bir dakika için..

Teşekkürler
Yaptığım çılgınca şeylere
Ve meydan okumalara
Senden devşirdiğim
Nice ulaşılmaz şeye..

Teşekkürler
Aşkınla dolu tüm yıllara
Sonbaharı, kışıyla
Bulutuyla, güneşiyle
Gökyüzünün tüm delişmenliğine..

Teşekkürler ağlama zamanına
Ve uzun seher mevsimlerine.
Teşekkürler bu güzel hüzne,
Teşekkürler bu güzel hüzne…

Nizar Kabbani
Çeviren: Kemal Yüksel

Hâfız-ı Şirâzî’den Gazeller

Gazel I

Saki,
dolaştır kadehi,
sun bize.
Aşk kolay göründü ilkin ama,
ne güçlükler çıkmadı ki sonra.
Umut içindeydi aşıklar
sabâ dağıtacak sevgilinin zülfünü,
getirecek misk kokusunu diye.
Gönüller kan dolmuştu
bekleyeceğim diye.
Sevgilinin konağında güven olur mu?
Çanlar çalar durur
yükünüzü toplayın diye.
Pirin derse
“Bula seccadeni meye”
Sâlik dediğin habersiz kalmaz
yol yordamdan.
Gece karanlık;
Dalgalar ürkütüyor,
Girdap korkunç!
Ne bilir halimizi sahilde olanlar!
Bencillikten çıktı adım kötüye,
işim oldu tebah!
Kurulmuş meclis bir kere,
Hangi sır gizli kalır böyle?
Huzur istiyorsan Hafiz,
kaybolma onun gözünden.
Kavuştunsa sevdiğine,
sat anasını dünyanın!

Gazel 2

İşim nasıl girer yoluna?
Şans kim?
Harab olmuş ben kim?
Gör işte farla:
O yol nereye
Bu yol nereye gider?
Usandım manastırından
riyakârlık hırkasından!
Meyhane nerde?
Saf şarap hani?
Salah ve takvanın rintlik ile ne ilgisi var sanki?
Vaaz dinlemek nerede, rebap nağmesini
dinlemek nerede!
Ne anlar düşmanlar dost yüzünden?
Ölgün kandil nerde?
Parlak güneş nerde?
Gözümüzün ilacıysa eşiğinin toprağı;
Nereye gidelim,
söyle,
huzurundan?
Görme sadece çenesinin çukurunu.
Başka çukurlar var bu yolda.
Nereye gidersin gönül böyle acele
nereye?
Geçti gitti vuslat zamanı;
hey gidi hey!
O gamzeler nerde?
O çıkışmalar hani?
Dostum;
uyku durak bekleme Hafiz’dan.
Karar ne demek?
Sabır hani?
Uyku nerde?

Gazel 3

Şirazlı o dilber verse hani gönlümün muradım,
Yanağındaki hint benine
bağışlarım Semerkant’ı,
hem Buhara’yı.
Saki;
ver şu ölümsüzlük şarabını.
Bulamazsın Cennette zira
Ruknâbâd ile Gulgeşt-i Musellâ kenarını.
Elaman cilveli şehir âfetlerinden!
El-aman!
Bırakmadılar gönlümde sabır;
hân-ı yağmâya döndüm!
Sevgilinin cemali muhtaç mı yarım yamalak aşkımıza?
Ne hacet bene, rastığa, allığa,
yüz güzel olunca.
Hani artardı ya günbegün Yusufun güzelliği;
Anladım ki aşk,
iffetten edermiş Züleyha’yı.
ister küfret,
ister beddua;
dua ederim yine sana.
Acı cevap ne yakışır
şeker gibi lal dudağa!
Söz dinle canım benim;
Candan çok sever mesut gençler
bilge pire kulak vermeyi.
Çalgıcıdan, meyden dem vur,
Arayıp durma feleğin sırrını.
Hikmetle çözen çıkmadı;
çıkmayacak zira bu muammayı.
Hafız;
bir GAZEL söyledin ki
inciler deldin!
Oku gel güzel güzel;
Saçsın artık nazmına felek
Süreyya incilerini.

Gazel 4

Lütfet sabâ,
söyle o güzel ceylana:
Sen düşürdün bizi çöllere, dağlara.
Ömrü uzun olsun, şu şekerci
neden uğramaz şeker çiğneyen papağana?
Ey gül;
güzellik gururu mu izin vermeyen sana?
Sormaz oldun hiç aşık bülbülü.
Gönül erleri avlanır lûtf ile, iyi huyla.
Akıllı kuş yakalanır mı ökseyle, kapanla?
Neden aşinalık havası yok,
bilmem,
servi boylu,
kara gözlü,
ay yüzlülerde?
Oturmuşsan dostla,
çekiyorsan bâdeyi;
Çıkarma aklından
avucu boş sevenleri.
Güzelliğine bulunur şu kusur ancak:
Olmaz güzellerde sevgi ile vefa.
Şaşılmaz hiç Hafiz’ın şiiriyle
Zühre’nin şarkısı gökte, raksa getirse İsa’yı.

Gazel 5

Halden anlayanlar,
size diyorum:
Gidiyor gönlüm elimden.
İçimdeki sırlar çıkacak ortaya,
eyvah, eyvah!
Parçalandı gemimiz;
Ey uygun rüzgar;
es haydi;
Olur ya,
görürüm yine sevgilimin yüzünü.
On günlük dünya hevesi
bir masal
bir yalan
Dostum;
fırsat bil dostlara iyiliği.
Ne güzel şakıdı bülbül dün gece
gül ile şarap meclisinde.
Ey akşamdan kalmalar;
atın mahmurluğu üstünüzden,
için sabah şarabım.
Hey cömert insan;
esenliğin şükranesi olarak
sor hele biçare yoksulun halini.
İki dünyanın huzuru bağlı iki kelimeye:
Dostlara mürüvvet,
Düşmanla geçim.
İyi şöhret sokağına almadılar bizi.
Beğenmiyorsan eğer,
değiştir haydi kaderi!
Şu acı su var ya,
sûfî “kötülüklerin naşı” der ona,
güzelleri öpmekten tatlı gelir bana.
Yoksulluk zamanı bak iyi yaşamaya,
çek kafayı.
Bu varlık kimyası zira
Karun eder yoksulu, bînevayı.
Serkeşlik etme aman!
Bir kıskanırsa dilber,
avucundaki taşı mum eder.
Mey kadehi İskender’in aynasıdır sana bak,
göstersin Dârâ’nın
mülkünü sana.
Farsça konuşan güzeller
insan ömrüne ömür katar.
Haydi saki;
zahit rintlere müjde ver.
Hafiz boşuna giymedi meye bulanmış şu hırkayı.
Eteği temiz şeyhim,  gel, mazur gör sen beni.

Gazel 6

Kim götürecek dileğimizi sultanın adamlarına?
Padişahlık hakkı için
bizi gözden uzak tutma.
Sığınırım Tanrıma
şeytan huylu rakipten.
Belki uzatır yardım elini o parlak yıldız.
Siyah kirpiklerin verdiyse ölüm fermanımızı,
ey sevgili,
düşün kirpiğin hilesini,
yanılma.
Parlatmaya gör yanağını,
yakarsın herkesin yüreğini.
Çıkarın ne bundan?
Geçinmeye gönlün yok.
Her gece bekliyorum umutla
seher yeli
dost haberiyle
alacak dostun gönlünü diye.
Ey sevgili,
kopardın aşıkların başına kıyamet.
Canım, gönlüm feda olsun yüzüne;
gösteriver yanağını.
Allah aşkına bir yudum su ver
seherleri kalkan Hafiz’a
ki sabah duası kabul olsun, tesir etsin sana.

Gazel 7

Sufi,
saftır kadehin aynası.
Gel de gör,
neymiş lâl renkli meyin safâsı.
Perde ardındaki sırlan
sor mest olmuş rintlere.
Yoktur zira bu hal
makamı yüce zahitlerde.
Anka kuşu av olmaz kimseye,
topla ökseyi, kapanı,
her zaman boş kalacak içi.
Çek bir iki kadeh bade meclisinde
Çek git sonra;
Beklerim deme daimî vuslatı.
Hey gönül,
gitti gençlik elden.
Dermedin hayattan bir demet gül.
Yaşlandın artık,
gösterme hüner ar namus adına.
Çıkar hayatın tadım;
Olmayınca nasibi zira
Bıraktı Adem Cennet ravzasım.
Çok aşındırdık eşiğini;
hey efendi,
merhamet et,
gör yine şu fakiri.
Hey saba;
Mey kadehinin mürididir Hafiz.
Ben bendesinden selam ilet
Şeyh-i Câm’a.

Gazel 8

Saki,
kalk,
ver şu kadehi;
Sat anasını gamın, kederin.
Şarap kadehini ver elime;
Atayım sırtımdan şu mavi cübbeyi.
Akıllılar kötüye çıkarır sarhoşun adını.
Kim dinler şânı, şöhreti, ârı!
Ver badeyi, haydi,
nedir bu gurur
bu çalım?
Toprak yağsın serkeş nefsin başına!
Yanık bağrımdan yükselen âh dumanı
Yaktı
bitirdi şu hamervahları.
Âşık gönlümün sırrına mahrem yok
ne halk
ne âyan arasında.
Bir sevgilim var;
aram pek hoş.
Dur durak bırakmadı hiç gönlümde.
Kim görse gümüş tenli o selviyi
Gözü görür mü artık çemendeki selviyi!
Hafiz,
katlanıver gece gündüz sıkıntıya.
Bir gün
-nasıl olsa-
ereceksin muradına.

Hâfız-ı Şirâzî
Çeviri: Mehmet Kanar

Hâfız-ı Şirâzi’nin Gazellerinden Seçme Beyitler

Aşk kolay göründü ilkin ama,
ne güçlükler çıkmadı ki sonra.
Umut içindeydi aşıklar
sabâ dağıtacak sevgilinin zülfünü,
getirecek misk kokusunu diye.

*

Gece karanlık;
Dalgalar ürkütüyor,
Girdap korkunç!
Ne bilir halimizi sahilde olanlar!

*

Nereye gidersin gönül böyle acele nereye?
Geçti gitti vuslat zamanı; hey gidi hey!

*

Bırakmadılar gönlümde sabır;
hân-ı yağmâya döndüm!

*

Çalgıcıdan, meyden dem vur,
Arayıp durma feleğin sırrını.
Hikmetle çözen çıkmadı;
çıkmayacak zira bu muammayı

*

Güzelliğine bulunur şu kusur ancak:
Olmaz güzellerde sevgi ile vefa.

*

Halden anlayanlar, size diyorum:
Gidiyor gönlüm elimden.
İçimdeki sırlar çıkacak ortaya, eyvah, eyvah!
Parçalandı gemimiz;
Ey uygun rüzgar; es haydi;
Olur ya,
görürüm yine sevgilimin yüzünü.
On günlük dünya hevesi
bir masal
bir yalan

*

Hey gönül,
gitti gençlik elden.
Dermedin hayattan bir demet gül.
Yaşlandın artık,
gösterme hüner ar namus adına.

*

Hafiz,
katlanıver gece gündüz sıkıntıya.
Bir gün
-nasıl olsa-
ereceksin muradına.

*

Son yatağı bir avuç toprak olan zâta de ki:
Sarayının eyvanının göklere kadar
yükseltmenin mânâsı ne?

*

Bu yolun meyhanesinde biz de yurt tutalım.
Çünkü yazgımız ezelden beri böyle yazılmış.
Akıl bir bilse ki gönül onun zülfünün hevesiyle
nasıl da mutludur; akıl sahipleri onun zincire
benzeyen zülüflerini koklamak için deli
divane olurlardı.

*

Gönlü aşk ile dirilen ölmez asla
Alem ceridesinde yazılıdır bizim aşk
meyhanesine devamımız.

*

Ey rüzgâr,
Düşerse yolun dostların gül bağına
Unutma aman,
ilet haberimizi cânana.
Deyiver bizden sevgiliye;
Unutmaya çalışmasın adımızı.
Unutkandır; biliriz;
Zaten anmaz ki adımızı.
Gönül verdik dilbere;
hoş olur mestlik gözünde.

*

Dinle bak, Hafiz dua ediyor. Dinle ve âmin de.
Şeker gibi tatlı dudağın bize kısmet olur inşallah.

*

Ey derviş;
ne halden anladığın var,
ne hal hatır sorduğun.
Bana kalırsa,
ne affedilmek umurunda
ne sevap düşüncesi.

*

Su başı çok uzak bu çölde.
Gulyabanî aldatmasın serapla seni
aman aman!
Pîrlik yolunda neyinle gidersin be gönül!
Gençliğin geçmiş hatâ ile,
heder olmuş.

*

Kaderde varmış
Lâl renkli şarapla hırka yıkamak.
Mümkün mü hiç değiştirmek!
Harap olmaktaymış Hafiz’ın baht açıklığı
Ezelî takdir atmış onu meyhane meyine.
Dönüyor şimdi devran muradımca.
Kul etti felek şimdi beni Hâce-i Cihân’a.

*

Masalı bırak Hafiz; biraz da şarap iç. Zaten gece
boyunca uyumadık; mum ise masal dinleye
dinleye yandı.

*

Gönlüm ve dinim gitti elden.
Yine de sevgilim azarladı beni:
Oturup kalkma bizimle!
Güvenilir biri değilsin sen!
Bu mecliste biraz olsun güzel güzel oturan gördün mü?
Oturup da, sohbet sonunda pişman olmadan kalkan gördün mü?

*

Görüyor musun? Bir taş gibi sağlam görünen
tövbenin temeli, bir cam kadehle nasıl da kırılıverdi!

*

Vara yoğa incitme kalbini; mutlu olmaya bak.
Çünkü her olgunluğun sonunda nasıl olsa yokluk var.

*

GAZEL 26

Zulf âşufte vu hey kerde ve handân leb u mest
Pîrehen çâk u GAZELhân u surâhî der dest

Nergiseş arbedecûy u lebeş efsûskunân
Nîmşeb-i düş be bâlîn-i men âmed benişest

Ser ferâgûş-i men âvurd, be âvâz-i hazin
Goft: Ey âşık-ı dîrîne-i men! Hâbet hest!

Âşıkî râ ki çonin bâde-i şebgîr dehend
Kâfir-i aşk buved, ger neşeved bâdeperest.

Boro ey zâhid u ber dordkeşân horde megîr
Ki nedâdend coz in tuhfe be mâ rûz-i elest

Ançi û rîht be peymâne-i mâ, nûşîdîm
Eğer ez hamr-i bihiştest veger bâde-i mest

Hande-i câm-i mey u zulf-i girihgîr-i nigâr
Ey besâ tövbe ki çun tovbe-i Hâfiz beşikest

Gazel 26

Saçları dağılmış, hafiften terlemiş, dudaklarından
gülücükler saçılıyor; çakır keyif olmuş.
Gömleğinin yakasım açmış, GAZEL okuyor; elinde
şarap sürahisi.
Nergis gibi mahmur gözleri kavga arıyor sanki.
Dudakları hayıflanmakta, işte dün gece bu halde
iken baş ucuma gelip oturdu.
Başını kulağıma yaklaştırdı ve hazin bir sesle
dedi ki: “Benim eski âşğım! Uykun mu var?”
Âşığa böyle gece şarabı verilir de bâde düşkünü
olmazsa, aşk kâfiri olur çıkar!
Git be sofi işine! Tortulu şarap içenleri eleştirip
durma. Elest günü bize bundan başka armağan
vermediler ki.
Kadehimize ne koyduysa, onu içtik; ha cennet
şarabı, ha üzüm şarabı.
Mey kadehinin gülümseyişi ve sevgilinin düğüm
düğüm saçları Hafiz’ın tövbesi gibi nice tövbeyi
bozdu.

*

Âhir be çi gûyem “hest”? Ez hod haberem çun nîst.
Vez behr-i çi gûyem “nîst”? Bâ vey nazarem çun hest
Şem’-i dil-i demsâzem benşest çu û berhâst
V’efgân zi nazarbâzân berhâst, çu û benşest

Peki, ne diye “var” diyeyim? Çünkü kendimden
haberim yok. Niçin “yok” diyeyim? Gözüm ona
çevrili çünkü.

O kalkınca, gönlümün kafadar mumu söndü.
O oturunca, ona hayran hayran bakanların feryat
figanı yükseldi.

*

Be cân-i hâce vu hakk-i kadîk u ahd-i dürüst
Ki mûnis-i dem-i subhem duâ-yi devlet-i tust

Hâce (Kıvâmuddin)’nin canına, aramızdaki eski
hak hukuka yemin ederim; sabahlan, en yakın
dostun olarak benim işim, senin devletine dua etmektir.

*

Efsûs ki şud dilber u der dîde-i giryân
Tahrîr-i hiyâl-i hatt-i û nakş ber âbest!

Yazık ki dilber gitti; yaşlı gözlerimle onun ayva
tüylerinin hayalini düşlemek suya yazı yazmaya benzer.

*

Hâfiz her an ki aşk neverzîd, vasi hâst
İhrâm-i tavf-i ka’be-i dil bîvuzû bebest

Hafiz, âşık olmadan vuslat isteyen kişi gönül
Kâbesini tavaf etmek için abdestsiz ihrama bürünen kişi gibi olur.

*

An şeb-i kadrî ki gûyend ehl-i halvet imşebest
Yârab in te’sîr-i dovlet der kudâmîn kevkebest?

Sevgiliyle baş başa kalman bu geceye kadir gecesi derler.
Tanrım, böyle bir devlet hangi yıldızdan gelebilir ki!

*

Tu hod visâl-i diğer bûdî ey nesîm-i visâl
Hatâ niger ki dil ummîd der vefâ-yi tu best
Zi dest-i covr-i tu goftem zi şehr hâhem reft
Be hande goft ki hâfiz boro! Ki pây-i tu best?

Ey vuslat rüzgârı! Vuslaat vaadin başkasınaymış!
Şu hataya bak! Gönlüm kalktı, senden vefa umar oldu.
“Bana çektirdiklerinden dolayı şehri terkedeceğim” dedim.
Güldü de “Hafiz! Git hadi; seni tutan mı var!?” dedi.

*

Ey muddeî boro ki merâ bâ tu kâr nîst
Ahbâb hâzirend, be a’dâ çi hâcetest?

Hey iddiacı; git işine! Seninle alışverişim yok.
Dostlarım burada; düşmana ne gerek var!

*

Hemçu gerd in ten-i hâkî netevâned berhâst
Ez ser-i kûy-i tu zanrû ki azîm uftâdest

Şu toprak bedenim senin sokağına çakılıp kaldığı
için toz gibi havalanamıyor.

*

Nasihati kunemet; yâd gîr u der amel âr
Ki in hadîs zi pîr-i tarîkatem yâd est

Gam-i cihân mehor u pend-i men meber ez yâd
Ki in latîfe-i aşkem zi rehrovî yâd est

Rızâ be dâde bedih vez cebin girih bugşây
Ki ber men u tu der-i ihtiyâr negşâdest

Mecû durustî-i ahd ez cihân-i sustnihâd
Ki in acûz arûs-i hezâr dâmâdest

Nişân-i ahd u vefa nîst der tebessum-i gul
Benâl bulbul-i bîdil ki cây-i feıyâd est

Hased çi mîberî ey sustnazm ber Hâfiz?
Kabûl-i hâtir u lutf-i suhen hodâdâdest

Bir öğüdüm var; dinle ve uygula.
Bu söz tarikat pirinden aklımda kalmış.
Dünya gamı çekme ve öğüdümü aklından çıkarma.
Şu aşk latîfesini de bir yoldaşımdan duydum.
Sana verilene razı ol ve alnındaki hoşnutsuzluk ifadesini sil.
Çünkü seçenek kapısı ne senin ne benim yüzüme açılmıştır.
Karaktersiz dünyadan ahde vefa arama.
Çünkü bu kocakarı bin damada gelin olmuştur.
Gülün tebessümünde ahit ve vefa işareti yok.
Aşık bülbül, inlemeye bak sen.
Çünkü feryadın tam zamanı şimdi.
Ey şair bozuntusu! Niye kıskanırsın Hafiz’ı!
Şiir gücü ve söz güzelliği Allah vergisidir çünkü.

*

Yek kıssa bîş nîst gam-i aşk vin aceb
Kes her zebân ki mîşinevem nâmukarrer est

Aşk gamı dediğin, olsa olsa, bir hikayedir; ama
şuna şaşıyorum: Kimin ağzından dinlesem, hiç
tekrar edilmemiş gibi geliyor bana.

*

Der âstîn-i murakka’ piyâle pinhân kun
Ki hemçu çeşm surâhî-i zemâne hûnrîz est

Şarap sürahisi ile adam gibi adamı bir arada
buldun mu akıllıca içki iç; çünkü zamane çok fitneci.

*

Irâk u fârs girifti ki be şi’r-i hoş Hâfız
Biyâ ki novbet-i bağdâd u vakt-i tebrîz est

Hafız, güzel şiirlerinle Irak’ı, Fars’ı fethettin.
Haydi bakalım; şimdi de Bağdat ile Tebriz’e sıra geldi.

*

Hâfizâ terk-i cân goften tarîk-i hoşdilîst
Tâ nepindârî ki ahvâl-i cihândârân hoş est

Hafiz, candan vazgeçmek mutluluğun yoludur.
Sanma ki dünyaya hâkim olan hükümdarların hali pek hoştur.

*

Behâh defter-i eş’âr u râh-i sahrâ gîr
Çi vakt-i medrese vu bahs-i Keşf-i Keşşâf est

Fakîh-i medrese dey mest bûd u fetvî dâd
Ki mey harâm velî bih zi mâl-i evkâf est

Şiir defterini iste ve kırların yolunu tut. Ne
medreseye gitmenin, ne Keşf-i Keşşâf okumanın
zamanı şimdi.
Dün medresenin fikıhçısı sarhoşken fetva verdi:
Şarap haram olsa da, vakıf malından iyidir.

*

Hadîs-i muddeiyân u hiyâl-i hemkârân
Heman hikâyet-i zerdûz u bûriyâbâf est

Hamûş Hâfiz u in nuktehâ çun zer-i surh
Nigâhdâr ki kallâb-i şehr sarrâf est

Bir tarafta şair taslağı olan iddiacılar, öbür tarafta
meslektaşımız olan şairlerin hayal güçleri.
Sırmacı ile hasırcıyı kıyaslamaya benzer bu durum.
Hafiz; sus ve hâlis altın değerindeki bu özlü
sözleri korumasını bil. Çünkü şehir kalpazanları
aynı zamanlıda sarraftır; şiirin iyisini kötüsünü
birbirinden ayırırlar.

*

Ey tevânger mefurûş in heme nahvet ki turâ
Ser u zer der kenef-i himmet-i dervîşân est

Bir ufuktan öbür ufka kadar her yerde zulüm
orduları var ama, ezelden ebede kadar da
dervişlerin zulme engel olma firsatları vardır.

*

Anki der tarz-i GAZEL nükte be Hâfiz âmûht
Yâr-i şîrînsuhan-i nâdiregotâr-i men est

Hâfiz’a GAZEL tarzında incelikler öğreten, benim
tatlı dilli, az ve öz konuşan yârimdir.

*

Günâh egerçi nebûd ihtiyâr-i mâ Hâfiz
Tu der tarîk-i edeb bâş, gû “gunâh-i men est”

Hâfiz, kabahat etmek bizim elimizde olan bir şey
olmasa bile, sen yine de edep yolundan ayrılma
ve “Kabahat benim” deyiver.

*

Bâ ki in nükte tevan goft ki an sengîndil
Kuşt mâ râ vu dem-i îsî-yi meryem bâ üst

Bu derdimi kime açabilirim? O taş yürekli
sevgilim öldürdü beni! Ama ölüleri dirilten İsa
nefesi yine onda!

*

Dârem umîd-i âtifetî ez cenâb-i dûst
Kerdem cinâyetî yu umîdem be afv-i üst

Sevgilimin katından şefkat umuyorum. Bir
kabahatim oldu; şimdi umudum onun affında.

*

Omrîst tâ zi zulf-i tu bûî şenîde’em
Zan bûy der meşâm-i dil-i men henüz büst

Uzun zaman önce zülfünün kokusunu almıştım.
Hâlâ o koku gönül burnumda durmakta.

*

Düşmen be kasd-i Hâfiz eğer dem zened, çi bâk!
Minnet hudây râ ki niyem şermsâr-i dûst

Düşman Hâfiz’ı kötülemek için konuşursa, bundan niçin korkayım?
Tanrı’ya şükür; dosta karşı utanacak bir şey yapmadım.

*

Men-i gedâ vu temennâ-yi vasl-i û heyhât
Meğer be hâb bebînem hiyâl-i manzar-i dûst

Ben yoksul nerede, ona kavuşma arzusu nerede!
Sevgilinin yüzünü görsem, ancak rüyada görebilirim.

*

Râhîst râh-i aşk ki hîçeş kenâre nîst
Ancâ cuz anki cân besipârend çâre nîst

Hergeh ki dil be aşk dehî, hoş demî buved
Der kâr-i hayr hâcet-i hîç istihâre nîst

Aşk dediğin yol, sonu olmayan bir yoldur.
O yolda can vermekten başka çare yoktur.
Aşka gönlünü teslim edersen, hoş vakit geçirirsin.
Hayırlı işlerde istihârede bulunmaya gerek yok.

*

Devlet ân est ki bî hûn-i dil âyed be kenâr
Veme bâ sa’y u amel bâğ-i cinân in heme nîst

Devlet dediğin gönül kam dökülerek elde edilir.
Yoksa, çalışıp iyi amel ile kavuşulan cennet
bahçeleri sadece bunlar değil.

*

Mebâş der pey-i âzâr u herçi hâhî, kun
Ki der şerîat-i mâ gayr ez in gunâhî nîst

Aman kimseyi incitme de, ne yaparsan yap.
Dinimizde bundan başka günah yok.

*

Kadem diriğ medâr ez cenâze-i Hâfiz
Ki gerçi gark-i günâh est mîreved be behişt

Hâfiz’ın cenazesine katılıp yürümeyi esirgeme ondan.
Çünkü günaha batmış olsa da, cennete gidecektir.

*

Dey goft tabîb ez ser-i hasret çu merâ dîd
Heyhât ki renc-i tu zi kânûn-i şifâ reft

Ey dûst be porsîden-i Hâfız kademî nih
Zan pîş ki gûyend ki ez dâr-i fenâ reft

Dün doktor beni görünce iz geçirip “Vah vah vah!
Senin hastalığının tedavisi İbni Sînâ’nın
Kânûn ve Şifâ kitaplarında da yok!” dedi.
Ey dost! “Hâfiz bu fânî dünyadan göçtü gitti”
denilmeden önce bir hal hatır sormaya gel.

*

Şud çemân der çemen-i husn u letâfet liken
Der gulistân-i visâleş neçemîdîm u bereft

Hemçu Hâfız heme şeb nâle vu zârî kerdîm
K’ey dirîgâ be vidâeş neresîdîm u bereft

Güzellik ve hoşluk çimeninde salındı ama daha
biz onun vuslat gülistanında dolaşamadan çekti gitti.
Hafiz gibi gece gündüz ağlayıp inledik.
Eyvahlar olsun; vedalaşmamıza fırsat kalmadan çekti gitti!

*

Ber berg-i gul be hûn-i şakâyık nuvişte’end
K’ankes ki puhte şud mey-i çun ergavân girift

Gelincik kanıyla gül yaprağına şöyle yazmışlar:
Pişip olgunlaşan kişi erguvan renkli meye sarıldı.

*

Der râh-i aşk merhale-i kurb u ba’d nîst
Mîbînemet iyân u duâ mîfiristemet

Aşk yolunda uzak, yakın davası olmaz.
Seni apaçık görüyor ve dua gönderiyorum.

*

Tâ dâmen-i kefen nekeşem zîr-i pây-i hâk
Bâver mekun ki dest zi dâmen bedâremet

Ey gâyib ez nazar, be hodâ mîsipâremet
Cânem besûhtî yu be dil dûst dâremet

Ey gözlerden uzak olan sevgili; seni Tann’ya emanet ediyorum.
Canımı yaktın ama ben seni gönülden seviyorum.

Toprağın altına kefenimin ucunu çekmedikçe,
elimi eteğinden çekmeyeceğim; inan buna.

Hâfız-ı Şirâzi
Çeviren: Prof. Dr. Mehmet Kanar

Kuş Mitingi

sonbahardan sonra ağaçlar
hep duman açar ankara’da
saksılarda yeşil bir yalnızlık
uzayıp gider ev tutsaklığında
kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz
ne gün kalır güneşin yüreğinde
ne şafak ne sabah
kar altında dilsiz ve sessiz
bir tohum gibi bekler baharı
taş üstünde topraksız çaresiz

sonbahardan sonra ankara’ya dair
hep aynı sözler söylenir
ama yağmur
yine utanır yağarken
kar yine yağmadan kirlenir

sonbaharda sonra ankara’da
yalnızca kuşların isyanı vardır
bakarsınız bir akşamüstü
bütün ağaçlar kuş açmıştır
ve gökyüzü meydanında
kuş dilinde bir miting başlamıştır

bir çığlıktır artık yaşanan
sözcükler yetmez anlatmaya
notalar fırçalar susar
çünkü mitingden sonra kuşlar
kırıp kanatlarını
ankara’ya ölüm bırakırlar

Adnan Yücel

Serüven

Görünürde yok kimse sâhilde.
Yok karanlık bir leke denizde

Yaklaşsa hani
bir kayık

Kalmış sâhilde
Bir kayık; dökülmüş üstüne gece.
Gövdesini aydınlık olmayan bir yoldan
Çeksin onu suya.
Geç vakitte her dalga
Kulağına bir şey fısıldar.
Uzaktan gelen perişan bir dalga
Anlatır bize fırtınalı öyküsünü bir gecenin.
Açılmıştı o gece balıkçı
Almak için sudan

Bağlandığı şeyi
Rüyadaki hayâliyle.

O gecenin sabahı denizde bir dalga
Öteki dalgaya vurmuyordu gövde.
Balıkçıların gözleri gördü
Bir kayık su yolunda.
Gecenin acı hâdisesinden haber vardı dudağında.
Çektiler sonra onu sâhile uykulu uykulu,
Her zamanki yerine
Bu mahzun anda kayık, yerinde.
Ve yakınında onun
Kudurmakta derya.
Uzaklardan gelen bir dalga
Anlatıyor yine
Fırtınalı bir geceden
Uzun olmayan bir öykü.

Sohrâb Sipehrî
Çeviren: Mehmet Kanar
Ayrıntı Yayınları 2015

Ferîdûn-i Muşîrî Şiirlerinden Mısralar

Asırlardır iyilik uykuda,
Kötülük her tarafta kol gezmekte…
Ne oldu? Ne oldu?
İyilik gülleri birdenbire soluverdi.
Yoksa gizli bir el,
gecenin bir yarısında sevgiyi ve şefkati çalıp da beraberinde mi götürdü.
O devirlere nasıl inanırlar?
Çocukları buna inandırmak için yemin etmek gerekecek.
Bu dünyada iyi olmak, yemin olsun ki, işlerin en kolayıdır,
İyi olmak, yemin olsun ki işlerin en kolayıdır.
Bilmiyorum, neden insan, bu derece, iyiliklere yabancıdır?!

*

Yazık, vuslat günleri kısa; ayrılık günleri uzun!.
Yazık, ömür kısa; ayrılık geceleri uzun!
Yazık, aşk gazellerini, aşk hikayelerini kavuşma günlerinde okuduk.
Ancak vuslatın değerini bilemedik!

*

Zamanın kanatları bağlanmış
Ses verecek her şeyin dili tutulmuş
Hayat durmuş
Bu sessiz, daracık fezanın neresinde
Ben şiir güvercinlerimi uçurabilirim?

*

Dünya halklarının sonsuza kadar birbirleriyle dost olmalarını isteyen bizler,
İyilik ve şefkatin omuz omuza egemen olmasını arzulayan bizler,
Talihsizliğimize bakın ki, bir ömür geçti de,
birbirimize karşı şefkat gösteremedik

*

Şimdi gönül gözün her şeye ümit penceresinden bakar.
Bu daracık kulübede ne bu ihtişam!
Bu karanlık gecede bu ne aydınlık!

*

Her zaman her bulutun arkasından parlak bir güneş gelir.
O ümitsizlik duvarlarının arkasından hep
umut ve uçsuz bucaksız aydınlık ufuklar açılır.

*

Gel üzüntü dikenlerini gönlünden çıkar at ey sevgili.
Bugün umut çiçeklerinin açma zamanıdır.

*

Ansızın yoluma bir yıldız doğar.
Bana”Umutlu ol gelecek aydınlıktır” der.
Ben çok iyi biliyorum ki, gecenin bir vaktinde
aydınlık saçan bir güneş doğar,
zafer çiçeklerinin gülücükleriyle gülümser.

*

Ey dünyaya gelmemiş çocuk,
Ey uzak arzu,
Ne zaman yüzünü göstereceksin?
Ey belirgin olmayan nur, seni iyi göremiyorum.
Ne zaman perde açıyorsun?
Bu günü yakala
Çünkü dün çoktan elden gitti.
Yorgun insanın kurtuluşu senin elindedir.

*

Gençliğinde kurdunun başını kopar,
Bu kurt seninle birlikte büyür ve yaşlanırsa vay haline.
Yaşlandığında aslan gibi güçlü olsan bile
Yaşlı kurdun karşısında güçsüzsün.
İnsanlar birbirlerini parçalıyorlarsa,
Kurtlarını kılavuz ve rehber edinmişlerdir.
İnsan böyle dertler ve sıkıntılar içerisindeyse,
Kurtlar egemenlik sürüyorlardır.
Kurtlar birbirleriyle dost, insanlar birbirine yabancı
Bu garip durum kime söylenmeli?!

Ferîdûn-i Muşîrî

Çeviri: Nimet Yıldırım
Kaynak: http://nimetyildirim.com.tr/

Barış Diyarından Bir Esinti

Birisi günün birinde bana:
“Bunca yaşadın. Ne yaptın?” diye sorarsa,
Ben, defterimi gözlerinin önünde açıp ağlayarak,
gülerek başımı kaldırırım:
“Yeni bir tohum attım toprağa,
dirilip boy atacak, meyve verecek.
Ancak, çok bekledi, geç kaldı.”
“O uçsuz bucaksız masmavi gökyüzünün altında,
avazımın çıktığı kadar her yerde aşkın yüce adını tekrarladım, durdum.
Bu yorgun, bu kısık sesimle,
dünyanın bir köşesinde uykuda kalmış birini uyandırırım diye.
Ben şefkati övdüm.
Ben kötülükle savaştım.
Bir gül dalının, bir çiçeğin solmasına üzüldüm.
Kafesteki kanaryanın ölümüyle yasa boğuldum.
Halkımın sıkıntılarından dolayı
bir gecede yüz defa öldüm.
Ancak, akılsızlarla savaşmak gerektiğinde,
kılıç bile kullandım.
Beni kınama.
Ben, sevda yolunda yürüdüm.
Yürüdüğümüz daracık ve upuzun yolda,
cehalet karanlıkları kol geziyordu.
İnsana inanmak, insana güvenmek yolumun kandiliydi.
Kılıç Ehrimen’in elindeydi!
Bu meydanda benim tek silahım vardı.
O da, sözdü.
Şiirim, gönüllere ateş salmakta.
Gönlüm kuru bir ağaç gibi her tarafından alevlenip yanmakta.
Bu defterin tek bir sayfasını olsun oku, belki;
“Acaba bundan daha fazla yanılır mıymış?!” dersin.
Sabahı olmayan gecelerde hiç uyku tutmadım.
İnsanın mesajını, insana ulaştırmaya çalıştım.
Sözüm, barış diyarından bir esintiydi.
Düşmanlıklar dikenliğinde bütün bu şeytanlıkları kökünden kazımak için
belki de şiddetli bir tufan vardı.
Bizden önceki bilge yaşlılar, öğüt verircesine:
Geç kaldık…, Geç kaldık…” dedi durdular.
Bizim gibi binlercesinin sözü çöllerde yankılanmakta:
“Başka bir ses olmalı, başka bir tufan”
“Başka bir dünya kurulmalı!
O dünyada,
yeniden
yeni bir insan yaratılmalı.”

Ferîdûn-i Muşîrî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Tarih Geçidinde Bir Damla Gözyaşı

Kâbil’in eli, Hâbil’in kanına bulandığı günden beri,
Adem’in çocuklarının damarlarındaki kanda,
acı düşmanlık zehri dolaşmaya başlayalıdan beri,
İnsanlık öldü!
Adem diri olsa da…!
Kardeşleri, Yusuf’u karanlık kuyuya atalıdan beri,
Baskı, zulüm ve kanla Çin Seddi’nin duvarları yükseleliden beri,
insanlık ölmüştü!
Sonra dünya insanlarla doldu…
Ve bu değirmen döndü, döndü…
Adem’in ölümünden sonra asırlar, asırlar geçti.
Yazık!
İnsanlık bir daha geri dönmedi!
Asrımız,
insanlığın ölüm çağıdır!
Dünyanın sinesi iyiliklere kapalıdır!
Özgürlükten, doğruluktan, vefadan… söz etmek aptallıktır.
Musa’dan, İsa’dan, Muhammed @’dan söz etmek yersizdir?!
Asrımız,
insanlığın ölüm çağıdır!
Ben, bir gül dalının solmasından,
hasta bir çocuğun sessiz bakışından,
kafesteki bir kanaryanın inleyip sızlamasından,
zincirlere, prangalara vurulmuş birinin üzüntüsü yüzünden
-idam sehpasında asılmak üzere olan bir katilin bile-
gözleri yaşlı, kızgınlığı boğazında düğümlenen biriyim.
Bir yaprağın kurumasından bahsetmiyorum.
Ah, yazık; ormanları çöle çeviriyorlar!
Kanlı ellerini,
halkın gözleri önünde saklıyorlar!
Bu namertlerin insana reva gördüklerini,
hiçbir hayvan diğerine yakıştıramaz!
Bir yaprağın solup pörsümesinden bahsetmiyorum.
Kanaryanın kafeste can verişinin ölüm olmadığını farz et.
Dünya üzerinde bir gül dalının bile yetişmediğini farz et.
Ormanların ta yaratılıştan beri çöl olduğunu farz et.
Bütün bu musibetlere, sabırla direnen insanlar arasında,
sevginin ölümünden, aşkın tükenişinden söz edilmektedir.
Dillerde dolaşan, insanlığın ölümüdür!

Ferîdûn-i Muşîrî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Dünya Geçidinde

Gül seyrinden doyulur mu?
Gül ile arkadaş olan yaşlanır mı?
Yüzlerce dağ büyüklüğünde üzüntün
bir arpa kadar mutluluğun olsa bile
onu karanlığın derinliklerine at, bunu koru.
Dünya bir geçittir.
Başlangıcı ve sonu belirsiz.
Yol, ama düzgün değil.
O yoldan bir defa geçeceksin
Ah, bir defa…
Bir defa…
Bir defa…
Görürsün, bir gün seni gülden daha nazik bir şekilde doğurur,
sıkıntılarla besler büyütür,
ertesi gün soldurur ve yapraklarını yerlere serer!
Toprağını çöl kasırgalarının pençesine teslim eder!
Dünya bir geçittir.
Yüz yıl ömrünü tüketsen de,
Yüz asır üzerinde yürüsen de, varlığının sırrını anlayamazsın.
Karanlık ve aydınlık,
çirkinlik ve güzellik,
acı ve tatlı,
gözyaşından ve gülümsemeden oluşmuş bir karışım.
İnsan bu geçitte bir şaşkın;
bir an üzüntülü,
bir an mutlu.
Hem Hafız’ın şiirleri var, hem Cengiz’in kılıcı.
Hem benim tozlu köşem, hem Perviz’in sarayı.
Hem tatlısı var, hem acısı;
Hem baykuşu var, hem kanaryası;
Hem düşmanın kini, hem dostun iyiliği.
Buna sımsıkı tutun, ondan sakın.
Ölüm, görünüşte çirkin ve acı olsa da,
dünyaya gelmek, tatlı ve güzeldir.
Yükselmek, dal budak salmak,
meyve vermek,
çiçek açmak,
her an bir dünya dolusu manzaradır.
Üzüntüyü eğer iyi tanırsan, mutluluğun var oluşunun sırrıdır.
Gam olmazsa, dünyada mutluluk olmaz.
Gam, bu alın yazısıyla her zaman yoldaştır.
Boş yere üzülmek, boşunadır.
Dünya, bir aynadır.
Onda ne görmek istiyorsun?
Bu aynadaki iyilik de kötülük de bizdendir.
Sen hangisini istersen, onu seçebilirsin.
Dünya bir geçittir.
Bu geçitte,
Senin işin, iyilik ordusuna katılmandır.
Senin işin, güzelliklere gönül bağlamaktır.
Senin işin, sert taştan mücevher üretmektir.
Senin işin, ömrün her anından zevk almaktır.
Senin işin, karanlıklarla mücadeledir.
Senin işin, dünden daha iyi olabilmektir.
Senin işin, yarını güzelleştirmektir.
Ben, güzelliklere gönül veriyorum, inancım budur.
Ben, şefkati övüyorum, yolum budur.
Ben, sıkıntıları sabırla karşılıyorum.
Ben, yaşamayı seviyorum.
İnsanı, yağmuru, yeşili övüyorum.
İnsanı, yağmuru, yeşili söylüyorum.
Bu geçitte, bırak kendimi kaybedeyim.
Bırak bu yoldan dostumla, dostumla geçeyim…
Ey dünyanın en güzel çiçekleri,
Ey varlığın en tatlı gülücüğü,
Ey bu geçitte benim yolumun şefkati ve ışığı,
her zaman senin yüzüne dikeceğim doyum bilmeyen gözlerimi.
Senin adını tekrarlamam,
içimdeki ölü sahrayı gülistana çevirmiştir.
Ben seni seyretmekle, yemyeşil kaldım bir genç gibi.
Ben seninle yepyeni, ebedî bir ruha kavuştum.
Gül seyrinden doyulur mu?
Gül ile birlikte bulunan yaşlanır mı?

Ferîdûn-i Muşîrî
Çeviri: Nimet Yıldırım

Misafir

Dünya, hiç durmadan seferde olan bir tren gibidir.
Zaman raylarının üzerinde, süzülen yıldız gibi akar geçer.
Ezelin karanlık derinliklerinden,
ebedin bilinmeyen yarı aydınlık çöllerine
ne haberler götürüyor da, böyle acelesi var?!
Trenin yolcuları, ezelden ebede değil, ah, kısa bir fırsatta,
bu upuzun yolun iki durağı arasında
isteseler de, istemeseler de ilerliyorlar.
İki durak,
tanıdığın iki durak:
doğum ve ölüm;
iki yokluk arasında kısa bir varlık
Adı ömür ki o da, rüya gibi geçer gider.
Pencerenin kenarında, diğer yolcular gibi
bakış sürem içerisinde seyrediyorum:
bu ölü tabiatı, evreni, hayatı,
insanlığın kaderini,
bu hayat adı verilen yanık şarkıyı,
bir hiç uğruna delicesine kavgayı,
bu zulüm pazarında
insanın sığınaksız kalışını,
aileyi,
anneyi,
babayı,
vatanı,
evladı,
bizden önce o uçsuz bucaksız yollarda ömür tüketmiş yoldaşları…
Pencerenin kenarında, kendi hayalimle meşgulken
ansızın durak sesi, süremin bittiğini salık verir.
Yarım nefes alacak kadar beklemeyecektir,
inmek gerekir.

Ferîdûn-i Muşîrî
Çeviri: Nimet Yıldırım