Bilmeyecekler

Geride kalanlara ne bırakacağım,
Çocuklarıma,
Onların da çocuklarına?

Olsa olsa
Karadeniz’den payıma düşeni…
Beş on evlek yer gökyüzünden.

Ne vermek istedimse sağlığımda,
Ne veremedimse,
Gizlenip kaçışlardan.

Biliyorum bu yüzden
Yokluğumu çekmeyecekler,
Hep yaşıyormuşum gibi gelecek onlara
Biraz ötelerde, uzaklarda.

Babamız diyecekler, dedemiz,
Dur durak bilmezdi,
Dert nedir, tasa nedir bilmezdi…

Neyi bildiğimi bilmeyecekler.

Rıfat Ilgaz

Oğlum

I

Ben de düşkündüm oyuna,
Ben de kumları avuçlar
Kazardım tırnaklarımla toprağı,
O zaman da çocuklar oynardı,
Ama benzemiyor bütün oyunlarımız,
Gezdirdim ceplerimde şıkır şıkır
Deniz kokulu taşları,
En güzellerini topladım
Midye kabuklarının.
Saldım bahar rüzgârına
Uçurtmaların en süslüsünü.
Ne kurulunca koşan tramvaylarım vardı,
Ne çekince giden develerim.
Balıklarımızı tanırdım,
Adlarını bilirdim kuşların;
Seçerdim düdüğünden
Limanımıza uğrayan vapurları.
Bilirdim yanık yüzlü kaptanlarımı
Denizkızı’nın Selamet’in;
Ben de ayırırdım onlar kadar
Poyrazı karayelden.
Gemiler tanıdım, çift direkli,
Tutmazsa rüzgârı
Açıklarımızda volta vuran gemiler,
Kızardım, limanımızı hiçe sayan
Pake’lere Nemse’lere;
Dalar da silinen dumanlarına
Düşünürdüm uzak limanları,
Uzak limanların çocuklarını.
Senin de var ufak tefek
Kendine göre bildiklerin;
Çeşitli oyuncakların yoksa da
Bir saniye de tren yapacak kadar
Kibrit kutularını,
Tecrüben var benden fazla.
Benden üstünsün kuşkusuz,
Sigaradan top,
Kutusundan tank,
Kâğıtlarından uçak yapmada!

II

Sen büyük şehirlerin çocuğusun
Kıyıda köşede büyümedin bizim gibi.
Daha bu yaşta
Tramvaylar, köprüler gördün,
Trenlerde yolculuk ettin,
İndin büyük istasyonlara;
Görgüne sözüm yok.
Ama bakıyorum, rahat değil çocukluğun,
Arabalar yolunu kesiyor,
Tele takılıyor uçurtman.
Akarsuların, tepelerin yok.
Var mı tarlan, yer çilekleri toplayacak,
Böğürtlenlerini otlara dizecek,
Çalılıkların var mı?
Nerelerde gezdireyim,
Hangi çocuk bahçesine götüreyim seni?
İşe gittiğimiz günler,
Yolumuzu gözlüyorsun
Her gün ayrı bir komşunun penceresinden.
Kiminin çöreğini yedin,
Kiminin azarını.
Güzel havalarda arsaya bırakırız,
Bıraktığımız gibi bulmayız seni.
Şu koskoca memlekette,
Yeni vurgunlar bekleyen
Arsalardan başka oyun yeri yok sana;
Büyük şehirlere yakışır
Çocuk bahçeleri yok.
Hangi yurda bırakayım da
Küfürsüz oyunlar öğrenesin,
Hangi hemşirenin ninnisiyle
Yatasın, öğle uykusuna.
Hangi okulda yetiştireyim seni,
İstediğim gibi?

III

Hiç de meraklı değilsin çiçeğe,
Komşunun saksısını sen kuruttun,
Kopardın penceresindeki gülünü.
Bir sonuç mu çıkarayım bundan
Yeşilliğe düşman diye bizim çocuk?
Gelgelelim öyle düşkünsün ki
Göbekli marullarına Yedikule’nin;
Mevsiminde elinden düşmüyor
Elma gibi domatesler;
Tavşan kadar seviyorsun havucu.
Ben de tutkunum senin gibi
Bursa şeftalisine, Ereğli çileğine.
Sanma soyca hoşlanmıyoruz çiçekten
Güle değil,
Gül düşkünlerine bizim hıncımız.
Biz de gördük haşhaş tarlasını,
Gelincik sanmadık.
Ilgaz’larda topladık çiğdemi,
Edirne’nin gülünü Edirne’de.
Engel olmaz bu bilgimiz
Sümbülden çok sevmemize yeşil soğanı.
Yaşamak için iştahını arttıracak
Şiirler vereceğim sana,
Ne istersen bulacaksın içinde
Bu toprakla ilgili:
Portakallarını göreceksin Dörtyol’un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları,
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları,
Bağı sorulmadan yenilen
Memleket üzümlerini salkım salkım

IV

Seni saksıda gül yetiştirir gibi
Yetiştirmedik, tek başına
Bir limonlukta büyütmedik seni.
Kırağı çalmaz diye acı patlıcanı
Salıverdik sokağa;
Düşecektin eninde sonunda
İlk günlerde çok hırlaştınız,
Sonra sokuldunuz birbirinize,
Kaynaştınız karıncalar gibi.
Büyümedin bir dadının dizleri dibinde,
Kucaklarında sütninelerin.
Ne kaf dağındaki peri kızlarına tutuldun,
Ne kurtarmayı düşündün
Şehzadeyi, devler elinden.
Tanımadan Keloğlan’ı
Düştün macuncunun arkasına,
Dolaştın mahalleyi.
Yağmurlu bir günde tanıdın
Göl tutarken bekçinin oğlunu,
Recep’le taşladınız
Atkestanesini, cami avlusunda,
Attınız Emin’le kedi yavrusunu,
Kireç kuyusuna.
Bunlar mahallemizin çocukları;
Henüz bilmiyorsun,
El tarlasında koza düşürürken anası
Sıtma nöbetleri geçirenleri,
Kuzuları doğup
Çoban köpekleri ile büyüyenleri,
İki gözünde heybenin
Çeltiğe giden Yeşilırmak döllerini.
Tanımıyorsun,
Benzi tütün yaprağından soluk
Çocuklarını Sakarya’nın.
Demirindesiniz ayni bıçağın,
İlerde kucaklaşacaksınız, nasıl olsa;
Hazır olsun kalbin onları sevmeye
Daha şimdiden!

Rıfat Ilgaz

Minik bir yavrunun ölü bedeni sahile vurmuş

Tekne batmış, rüzgar savurmuş
Minik bir yavrunun ölü bedeni sahile vurmuş
Öylece hareketsiz yatıyor kumsalda
Yanında ne ana var, ne de baba
Ölmeden önce gördüğü belki bir balık
Kulağımda yankılanır hala sessiz bir çığlık

Fotoğrafta yatana bak ey gözlerim!
Bir an fotoğrafta yüzünü dönse bize
Bakabilir miydim gözlerine?
Başımı öne eğerek
Gözlerim dolsa, çenem titreyerek
Hıçkıra hıçkıra ağlasam
O denizi gözyaşlarımla doldursam…

Biliyorum faydası yok
Faydası yok. Artık tutamaz ki minik elleri
Ama bu fotoğraf
Öyle bir yangın çıkarmalı ki içimizde
O denizi içsek bu ateş sönmemeli.

Turgut Yanartaş

Leyla

Günlerden bir özge bir gün müdür
Yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
Dağlar Leyla albenisiyle mi donanmıştır
Bulutların doluktuğu
Bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı

Roma’ya yakınılan ben miyim
Bir gün
Her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
Bilen ben miyim
İlenen Leyla mıdır Leyla mıdır

(kötürüm bir yel eser ıraklardan
Üçgenlerin eşliğinde
Unutulur olay özellikleri
Şems’in öğütleri erir ufukta
Doğuda batar güneş)

Kötürüm bir yel eser ıraklardan
Çağlar alınyazımı tartışır
Karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
Evren bir savaş alanıdır
Aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme
Bir kent mecnunu keser yollarımı
Leyla’yı sorar

( ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
Düşer – bu bir ölüm düşüşüdür – çılgın hüseyniler
Bağlanır bir aksak hicazda Şevki Bey’in kolları
Doğuda batar güneş )

Leyla bir özge can mıdır
Can içinde can mıdır
Bir adam anlattılar leyla’yı avuçlarında gizliyormuş
Bir adam koynunda taşıyormuş onu
Onları kıskanmak mıdır leyla’ya giden yol
Ağlasak bağışlar mı
Nasıl ölünür uğrunda

Söz verilmiş ülkede yabancı
Ağlamayan gezgini düşündüm
Nil’i gözleriyle içen bir bilge gibi
Sara gülümsüyor
Yargıç yok taşı kim atacak
Leyla bilmez mi gerekli olduğunu
Şu anda
Ben İbrahim ve sara

Leyla bilmez mi

Erzurum 1973

İlhami Çiçek

Meryem

Yine de son şansımı kullanmak
istemezdim saçlarının uğultulu hançeri
karşısında.. Sokaklarının tuzunu
kalbimin şaşkın ve sitemkâr
ipine bulamazdım..
Belki de dilimi felç
etmez, çehremden bu kadar
ürpermez, sesimde tozlanan bütün
şüphe belirtilerini ateşli ihtimal
seanslarına yormazdım..

Şehirde senin adın şiddetlense, şâyla
büyüse, kimsenin bilmediği puslu
haberlere koyu bir gül
süsü vermezdim..

Sen yine de bu soğuk, bu
yaban, bu çiğnenmiş çaresizliği iki
dudağının arasından sızdır
ma! Ve günün birinde yanılıp
da, mâzînin o me’yus yaralarına sakın kucak aç
ma!. Hem nasıl olsa, yıllar sonra
her mâsum hatırlayışın
rûhunu sıyıran içli, buruk
bir tadı kalacaktır aynalarda..

Hançerendeki tufan
işaretini biraz ertelesen oy
sa, takvimleri rendele
sen, hayat bir süre
hüsrana uğrasa… ve ellerine üşüşen meçhûl
hakikatı benim yitirişlerim
için perdelesen.. Sancılı
bahçelerde dilek-şart
kipiyle serinlemez, camların uçuk
eczasıyla meczup suların yatağından
uyanmaz, ve yalnız bana
zaptedilmiş senfonik susuşunu siyahın emanet
köpüğüne banmazdım..
Olsun. Yine de sen başlat, nâdim
olmuş bu sefil sözlere târizlerin ilk
âni hücumunu… Hor ve hakîr
gör, dünyaya bulaşan ay
gibi masun
bir hicâb meleğinin muhayyelât
rindinde yaptığı tahribatı..
Ama sana gözlerim
kadar yakın
bir bulutun hecesi olmayı
becerebilecek provaya geç
kalışımı bağışla! Bu yüzden gece
savaşlarıyla yüzüm
arasında ıslanan mesafeyi
kalbinle buluşturmam
i m k â n s ı z . . .

Sen bana unutulmuş
adaların o masmavi mührünü
vaadet! Parmaklarını dalgın
hâline beni inandır..
Benzim borç
lanıyor, bak:
Beniçocuket!.

B a h t s ı z ı m işte,
ömrüm

k ı r ı l a c a k . .

İhsan Deniz

Ge-Hinnom

Küstün; we have a problem
O silahına davranınca ben de koynumdaki güle
Tomurcuklandı bir çocuğun gamzesi
Kılıcımı kırdım, kapımı kilitledim
Sûr’dan duvarlara yaslanarak
Yolumuzun bundan sonrasına hatıralarla

Küstün; we have a problem
Ah-u figan ağlayarak misilleme, muhafaza ve defans
Teşhiste hata olmaz; olur mu: Herkesin kaderi iki dudak arasında
Ben ise ‘oy’umu nedamete vereceğim yine
Arada bir görünüp kaybolan bulutların aşkı için
“Oy ben öleyim” diyen bir anayla

Küstün; we have a problem
Olmasa iyiydi ama oldu, hesap cüzlerinden bir netame : DAN
Borsa tahtalarına vur, tabelaları kurşunla
İnsan bile birikmezken zamanede bir hal
Gelirse başa, hangi günü gördün;
Kalbini yanına almayı unutma!
Yangında ilk o işe yarayacak unutma

Göğsün ve karnın aşkla, kalbin ölümle bir ilgisi
‘Oy’ un ise kahırla, bıkkınlıkla, ünlemle

Murat Özel

Esbab-ı Mucibe

Ben yaptım.
Aklınıza ne geliyorsa kötü,
Başınızdan ne geçmişse tarumar,
Ben yaptım.
Benim tüm faili meçhullerin faili,
Meçhule giden geminin kaptanı.
Mevsim soğuksa, üşüyorsanız
bendendir.
Dermansız dertler,şifasız kederler
benden.
Ayağınıza batan diken,
Yolunuzu kesen tipi
benim yüzümden.
Her ne varsa hayatınızda
can sıkan
Hasılı bendendir,
benim yüzümden…

Murat Özel
Kaynak: http://celladimibeklerken.blogspot.com.tr/

İlk İntiba

İmtihan dediler, eyvallah dedim
İyileşmiş kekemelerden fetvalar aldım
Bunlar mevsimlerin değil
İnsanların insanlara yaptığı fenalıklardı
Her gün daha çok bilememek
Bazen iyi gelmiyordu bünyeye
Karar vereyim derken zarar vermek mesela.
Azalarak çoğalanın hükmü
Yok denecek kadar az iken
Üzerine tül perdeler çekili güneşin
Ve güneş perdeleri çekili ayın şavkında
Gündüze alışmak her gün daha zor
Söylerken hatta yazarken bile
“Onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara”
Yaşamak başlı başına bir dert daima
Öyleyse ben de göğe sırtını dönenlere
Henüz belirlenemeyen
ve belki de hiç belirlenemeyecek nedenlerle
Hakkımı helal etmeme hakkını
Susma hakkımın yanına
Asr suresiyle beraber asıyorum.
Bir gün fazla yaşamak, bir fazla tahammül
insan suretleri aslına rücu etmiyor
Hüznü, kibre tercih ederken bu noktaya
nasıl geldiysek,
Hâl bu ki eğersiz atlardık
Yolumuzda tereddütten eser yoktu
Yine zannediyorduk
İnsan en çok kendini bilmezmiş artık öğrendim
Yanlış anlaşılmaktan her gün daha fazla korkarken
Bunca şiirden geçip buralara geldim.

Murat Özel

Kâhir Ekseriyet

Prerequiem
İnanılmaz sanılan şeyler
Beklemek çıkıyor lügatlerden bir bir
“Bir teselli ver” diyemem mesela birine İngilizce
Mutluluğun esrarı diye bir şey var ve bu kanunlara aykırı
-Yerçekimi Kanunu: Beton çeker-
Yağmur mazereti olabilir pek çok şeyin
Mesela yağmuru görmeden şehre inanmıyorum
Şiir geldi, içerilere koşuştuk
Çocuklar oyuna daldığı vakit
Sıradan bir cinayet kadar sıradan yaşıyoruz
Sorsaydınız söylerdim, dinleseydiniz anlatırdım
Bunu biz istediniz, bunu siz istedik

Relief
Aldandıysak da şair sözüne aldandık, ne gam
Birbirimizin yerine kameraların gözlerinin içine bakıyoruz
Ne kadar mesuduz
Faturalar, abonelikler, rezidansta bir daire
Köy suyu içiyorum ve bu bir nebze acılarımı hafifletiyor
Sensiz harfler birbirine benziyor
Overlok makinesi ayağına gelmeyen kadınlar
Ölümden bahsediyor
Cebime bir avuç şeker daha koyuyorum
Tuhaf bir ayna bu, nereye tutsam bir tuhaf
Gökdelenin gölgesinde bir çoban
Yazı da ölüm tura da. Her yol ölüme çıkıyor burada
Üzgünüm, hepsi bu kadar.

Murat Özel

İlinti

Her gün yüzleştiğimiz gerçeklerle
Bu kaçıncı göz göze geliş gözden düşen
Bir ilinti var hepimizin bir kenarında
Her rövanşı baştan kaybettik farkında değiliz
Arz ve talep dengesi çok mühim
Artık daha da serbest piyasa
Hırsızlar galebe çalıyor
Katillerin katline ferman siyasa
Cumhuriyet meydanına iniyorum
Göğsümde iman
İniyorum dediysem yükseklik benden değil
Hiçbir şey daha iyi olmayacak
Müjdelenen elbet bu değil
Beni temin etmenize gerek yok
Zaten bu devre fazlayım, bu devirde zelil
Keşke beni de alsalar filoya
Ardı sıra ummana dalayım
Melale aşinalık varlık sebebi
İnanıyoruz, üstünüz hatırlatayım
Bu ne kibir, ne telaş
Değecekse eğer bana değsin
Atılacak ilk taş

Murat Özel