Ölüme Saygı

 

Ölüm bir melek elinde gelir
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
Sislerden dumanlardan yollara atılan
mısır koçanlarından
Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları
Gül bahçeleri ağlasın
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi sığının şehirlere
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.

Erdem Beyazit

Kendime Gecikmiş Öğütler

kağşamış duyguların üzerine kurulmuş
gösterişli türbeler olmasın yazdıkların!
ne, insanların ölümden
ödünç aldıkları erdemle
sadaka çanağına bir şeyler bırakıp geçtikleri
tapınak avluları gibi soğuk,
ne kışlalar gibi intizamlı olsunlar,
ne de, herkesin birbirinden yüzünü
ve ruhunu gizleyerek girip çıktığı
‘o bildik sokaklar’ gibi
tende kalabalık, ruhta ıssız mı ıssız…

ne çarık, ne postal, ne artistik paten
giyinsin mısraların!
çıplak ayakla yürümesini bilsinler
buz, köz ya da diken üzerinde;
gösteri için değil ama,
dikenden, buzdan, közden can almak için, can.

kanatlarının ağırlığından
rahat yürüyemiyorlarsa, şiirlerin, karada
gönüllerimizin yükünü çekerek yukarılara,
bölük bölük turna sürüleri gibi geçip gitsinler
taze biçilmiş çayırların üstünden!

yanaklarımızı serinletsin gölgesi, o bin pare kanadın!
sinelerimizi serinletsin rüzgârı,
harabelerimizde uğuldasın,
gönlümüzün tellerini tınlatsın,
rüyalarımızı döllesin!
ve hafiften hışırdatsın sayfalarını
gün gün çevirip geçtiğimiz yaşamak kitabının!

yunus sürüleri gibi geçsin, mısraların, bazen de!
yahut daha küçük, daha süslü balık sürüleri gibi
gündelik öykülerimizin içinden,
derinlik ve ışıma bırakarak peşlerinde.

cahit koytak

Nilgün ölmüş

Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için yaptığımız aylık söyleşide ondan söyle söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. Bugün ortaya çıkıyor.

Cemal Süreya

Bir Şiir Defteri İçin

1

Hayır! İlgi beklemiyorum ben
Hüzünlü sayıklamalarına ruhumun,
Alışkınım el çekmeye isteklerimden
En uzak günlerinden beri çocukluğumun,
Yazdıklarımdan da bir şey beklemem
Fakat isterim ki yıllar sonra,
Kısa, fakat isyancı bir ömürden
Bir iz kalmış olsun onlarda.

2

Kim bilir belki günün birinde,
Tüm sayfaları hızla geçerken,
Takılıp kalacaksınız bu dizelere,
Mırıldanarak: haklıymış, gerçekten;
Belki o sevinçsiz şiir uzun süre
Durduracak üstünde bakışlarınızı,
Bir mezar taşının yol üstünde
Durdurması gibi bir yabancıyı! …

(1830)

Lermontov

Tüm gerçeği anlatabilmek ise beceri işidir..

Bazı sözler doğru olmasına doğrudur ama altlarında

bir şey gizledikleri ya da bir şeyin açığa

çıkmasına mani oldukları için aynı zamanda yalandırlar.
Gerçeği söylemeyi deneyebilirsiniz, sizi tutan yok.
Bazı şeyleri gizlemeden gerçek diye bir şey mümkünse, buyrun söyleyin.
Hem sonra, gerçeğin değil, tüm gerçeğin bir anlamı vardır.
Tüm gerçeği anlatabilmek ise beceri işidir,
her hangi bir gerçekle ilgili olan her gerçeği kavramanız
ve bir bütünlük içinde sunmanız gerekir.
Gerçekle ilgilenecek bir etiğe sahip olsanız ve zekâ seviyeniz
etiğinizi desteklese bile bu zaman ister.
Kimse bu tecrübeyi kazanacak kadar zamana sahip olamaz;
hadi diyelim ki tüm gerçeği anlatabilme tecrübesini kazandınız,
tüm gerçeği dinlemenin de etik, yoğunlaşma
ve zaman istediğini unutmayın sakın.
Sizi uzun süre dikkatle dinleyebilecek,
etik sahibi birini bulduğunuzu varsayalım, inanın bana,
dikkatinin bir bölümünü nerde
yalan söyleyeceğinizi yakalamak için harcalayacaktır.
Bu durumda sizi anlamasını beklemezsini herhalde.
Anlaşılmayacağını bile bile tüm gerçeği söylemek için zamanınızı
ve enerjinizi heba etmek ister misiniz?
Hayır. O zaman hiç denemeyin.
Mehmet Erte

İnsanlar

İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi,
kendi hususi boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız,
hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır.
Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz.
Herkes ancak biraz kendi komşusuyla meşgul olur.
Herkes ancak bir iki düşman için kin,
ancak üç dört dost veya akraba için haset veya
muhabbet ve ancak beş altı vücut ve ruh için bir zaaf,
bir temayül veya bir aşk duyar ve beşeriyetin

üst tarafı bize tamamen yabancı gibi karanlık kalır.

Abdülhak Şinasi Hisar/ Fahim Bey ve Biz

Mum Gibi

Canlılar dünyasıyla aramdaki bağlar koptu kopalı, önümde biriken şeyler geçmişin anıları herhalde. Geçmiş, gelecek, saat, gün, ay ve yıl hepsi aynı şey. Değişik dönemler, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık, benim için boş sözlerden başka bir şey değil bunlar. Bunlar sıradan insanlar için, ayaktakımı için, evet işte aradığım kelime, ayaktakımı için, ki onların hayatları senenin mevsimleri gibi belirli mevsimlere, dönemlere bölünmüştür ve onlar, hayatın ılımlı kesimlerinde güvence altındadırlar. Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi eritti.

Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş

Sâdık Hidâyet/ Kör Baykuş

Araf

Ben Araf’tan ileri geçemedim. Geçemem de artık.
Ama sana cennetin haritasını veriyorum.
Unutma ki biraz da seni taşıdığım için dizlerimin dermanı kesildi.

Bu bir şikayet değil, bir ikaz.
Nerelerden geçtik bilemezsin.

Cemil Meriç

Ey muhatap!

Eğer siz Allah’a şükreder ve iman ederseniz,
Allah size azap edip de ne yapsın?
Zira Allah şükredenlerin karşılığını
her zaman veren ver her şeyi bilendir.

Nisa Suresi/147

***

Ey muhatap!
Kabaran rahmet okyanusunun dalgaları
yüreğinin kıyısına vurmuyor mu?

Mustafa İslamoğlu

..Düş’mek ve “Düşen Kız”..

Bir hikâyeden d ü ş ü y o r u m…
Bir şiirin ilk mısrasına tutunamayıp son dizeye d ü ş m e k gibi bir şey bu…
Bir şiire tırmanmak nasıl zorsa oradan aşağı d ü ş m e k de o kadar kolay işte…
Bir şiirden d ü ş ü y o r u m şimdi…
Bir kitap fazla sallandığı için bir harf d ü ş e r mi?
Hemen emin olmayın, ben bir harf değilim ama d ü ş e c e ğ i n i biliyorum…
Hatta sadece bir harf değil karakter de d ü ş e r…
Bir kitabı çok sallarsanız, ama bir iki kez değil…
Bilerek de değil…

Bir kitabı çok sallarsanız ilk önce bir harf d ü ş e r kitaptan,

sonra diğer harfler d ü ş e r,
harfler d ü ş t ü k ç e satırlar seyrelir,
şiirler anlamsızlaşır, öyküler eksilir…
Bir kitabı sallarsanız ama farkında olmadan sallarsanız bir harf yağmuru başlar,
ahmakıslatan sanır aldırmazsınız, ama bir süre sonra harfler sağanak olur dökülür…
Sonra harflerle birlikte karakterler de d ü ş e r…
İşte ben de bir kitaptan,
bir kız çocuğunun elinde heba olan bir kitaptan,
ansızın d ü ş e n biriyim.

Ferhat Uludere/ Afili Filintalar