Kor Düşseydi

kor düşseydi keşke yüreğime,
bu yine anlaşılır olurdu.
içimde suyu kesilmiş bir fıskiye
birdenbire buruşup soldu.

hoşçakal diyebildim güçlükle,
sesimi iğneden geçirerek.
dönüp arkamı yürüdüm,
adım adım gittikçe küçülerek.

sen bana bir gurbet sundun,
buğulu çocuk gözlerinle.
öpüp başıma koydum,

Metin Aktıok

Çim Devrimi

ses düşer, anlam kırılır, haz adidas çantalara tıkıştırılır
beni sevmen karşılığında bile fikrimi değiştirmem
bir selam göndererek dostlara
kendime devam ederim

bütün ortalamaları birden değiştirir bu
bina temelden çürükse, kanser sıranız geldiyse
çok kalamam
birkaç soru cevaplayıp giderim
bir doğru bütün yanlışları götürür bu dükkanda
anlam herkesin ortak suçudur, kabul
ama sen yandaki dünyanın müşterisisin güzelim
beni tanımayanlarla konuşmam

senin bir şeyi sevmen çimlerle çok ilgili
ne çok çim ekiyorlar, senin bir şeyi sevmenle mi ilgili
çim devrimi gibi bir sonuç bir şeyi sevişinde
üçüncü dünyacı
okul sonuncusu

o eşsiz sonunculuk
bir belkiden güzel bir adam tamamlayan
aşevlerinin kapılarına asan poetikasını
şiirden hayat kadar anlayan

(“hiç ölüm emri vermemişler şiirden anlamaz”)

garson değiştir şu her şeyi
sen kal!
kalbi tabaklara taşıyan bir kaşık al

esmerlik bitirilmiş kitaplar arasında
düzeltilmeyi reddeden şiir sertliğinde
kullanılmayan kederler çekmecesinde
sehpanın üstünde eskimiş huzursuzluk
portmantoda, Şemsiyenin yanında seni bekleyen sevinç
beni bekleyen ödül: “akşama görüşürüz”

Osman Konuk

Çılgın Hüzünlü

çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman

her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın

ellerine bakma artık
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü

büyük kentleri düşünse de rahatlasa
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü

çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü

şimdi dolaşıp duruyor aramızda
kıpkırmızı bir duyğu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü

biraz dağ yollarını öğrenmesi gerek sanırım
kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü

kar dindi
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık

Turgut Uyar

Muntazam

Seni kamçılardan çıkardım 
Tevbelerle başladı rahmet vuruşları 
İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun 
Sesimi işkencelerden alırdın 
Elimin altına dökerdin etlerini 

Hızlı varışlara bile hazırım daha 
Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri 
Bir geçmiş zaman kalkanı indi 
Çınar ağaçlarından sahil sularına 

Kalbim kalkıp indi gemilerden 
Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda 
Kapris kamburu çıkardı yıllar 
Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla 

Habire vuran rüzgâr 
Kabirlerde su yollarında 
Dehlizlerde 
İç çekmeler 
Sızlanmalar fısıltılar 
Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim 
Götürüp 
Kelimeleri başka bir semte attılar beni 

Üzgün melal içre ve âşık 
Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim 
Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha 
Üç parıltısında günün 
Devlerimi güreştirmek işim 
Üstüm başım heykel kırıkları


Cahit Zarifoğlu

Kabul

Saçlarını topuz yap kollarını kavuştur geç karşıma
Otur, bilmiyorum ne diyeceğimi ama böyle iyi
Dinle beni, uzun uzun söyleşelim
Söyleyecek sözü olan insanlar gibi
Eski insanlar, en eskileri
Birinin suyu temiz
Diğerinin iyi ekmeği

Senin saf yüzün, benim bilgece seçilmiş kelimelerim
Adı bu olmasa da açıkça ortada bir şey olan yoksulluğumuz
Hayatın hakikati gibi duran
Seni benden ayrı, beni yalnız
Irak’ı işgal altında tutan, İslam’ı garip
Aşkı cesaretsiz
Yani Kürdü gâvura mecbur eden
Beni karşında cılız eden, cansız eden yoksulluk
Tutacak nutkumu demek
Kapacak ekmeğini sözümün
Ben bismillah demeden daha

Ekmek diyorum ne kadar sanatsızca
Sana yazdığım şiirler de öyle olacak
Yani telaşsız, buğdaydan, çatlak çatlak
Süt ne kadar ılık, yüzün ne kadar dolu
Koynun
Ekmek kadar şiir kadar
Beyaz, ıslı, sıcacık
Sar beni yahut sarıl bana
Dudakta bir sigara gibi küstah
Limanda demirli bir gemi (geminin teşbihe ihtiyacı yoktur)
Gibi gibi bir şeyler bir şeyler, bir şeyler daha
Hissedeyim ekmek derdinden uzak
Ama tıpkısının aynısı ekmek gibi
Bismillah

Hakan Arslanbenzer

Yok

”yaşasaydın söyleyecektim sana,
yaşamıyordun ki,
başka bir şeydi senin yaptığın.”

’Hatıralar üretiyorum telgraf tellerinden.
Akşamüstleri fesleğenleri suluyorum,
Bekle demiyorum kimseye, unutma demiyorum’

Ahmet Telli

suya sabuna sapmadan
hınzırca çekiyorum o ipi boğazımdan
gerçek nedir diye sorgulamamalısın artık
mütemadiyen yorgunum

bu ağrı bindikçe böyle şakaklarıma
gerdanımdan bir ölmek doğuyor
takatim kesiliyor
durmaksızın kanımı emen bir kurt taşıyorum içimde
kalbimi kemiriyor kahrolası

gelsen de artık
aklımın kalbini toparlayamazsın
öyle dağılmışım ki boşluğa
bir şiir yetiyor soluğumu yutmaya

kimsenin etlisinde sütlüsünde değilim
o kadınının adı neydi unuttum
neden değişir insanlar
değişim çaresizliğin en beteridir
ve en çirkin halidir yaşamanın

bir yere geldim ki
adım sanım yok
benden başka beni duyan yok

çık bu şehirden ve yürü sonsuzluğa
öl n’olursun öl
yaşamayı beceremedin bunca güzellik arasında
yabancıydın, ulaşılmaz oldun mevsimlere
oysa tanır seni bu rüzgarlar

şimdi saklanıyorum bir damla suyun içine
toprağa yasladım alnımı
seni yitirdiğime göre
dönebilirim uyuduğum iklime
ve yeniden başlayabilirim/ölüme y’akın

’aramızdaki mesafe gittikçe güzelleşiyor’
yanlış anlama ama
bunda benim payım yok

-saksısını parçalamaya çalışan bir kaktüs gibiyim
artık sen bile iyileştiremezsin beni

fulya/temmuz2012

Kaktüs

Sonunu istemiyorum sessizliğin
Yokluğu istemiyorum bu akşamüstü çınlamasında
Yüzümü dizlerime dayıyorum, bitiştiriyorum
Kollarımı da
Bir kaktüs olmalıyım ben, dışıma yağan bir sağnak
Olmalıyım
Uçsuz bucaksız dünyada
Güneşin doğuşunu bekleyen.

Ufukta ansızın bir ışık çizgisi
Avuçlarımdayım belki.

Edip Cansever

Avare İlhamlar

I

Kader cellâdına
Sessiz uzat boynunu;
Acıma ne kendine, ne de gelecek günlerine
Yalnız bir düşünceye yum gözlerini
Son darbe inmeden evvel, en son anda
Bir çiçek, bir kuş, bir tebessüm ol;
Düşüncen kurtarsın seni senden,
Bil! Biraz sonra
Ebediyen senindir
Senden uzak olan her şey…

II

Ellerini yüzümde gezdir,
Sil alnımdan yorgunluğu,
Gözlerimin altından
Yaşamak korkusunu al,
Avuçlarından çıkmış bir heykel olsun başım.
Sonra sen de gözlerini kapat,
Bırak, ellerin sessizce düşünsün
Düşüncende yaşamak isterim ben senin:
Bir gün en yalnız saatinde
Parmak uçlarından
Ve avuçlarından
Gelip konuşurum seninle.

III

Ayrılalım,
Sen annen güneşe git, nur ol;
Ben toprakta dağılacağım.
Bir akşamüstü
Ormanı tek bir saz yapan
En son dalda
Son ışık ol,
Gel, beni bul.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
…Ve yarışırsa ancak Monet’nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Yok bir yanıtın “nereye” diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler’den Hisar’a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
Mutfağın mutfak olalı böyle
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene
Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Edip Cansever

Buz Gibi

Aşk iyidir bak
Duyumunu artırır insanın
Hele don gömlek sabahları
Tıraş olacağını duyarsın
Yeni gömleğini giyeceğin gelir
Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
Masaya, merdivene, aynalı dolaba
Derken ardından şıpın işi bir kahvaltı
Amanın dersin bu ne delice gidiş?
Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı?
İspinoz düşünür müydü?
Deli olan kaşınır mıydı?
Kolların upuzun Walt Whitman’ı okumaktan
Ağzın desen bir karış açık
Sokaklar yok mu, o sokaklar
Önce bir yeşile işkilli
Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
Televizyondaki işe
Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
Cin ifrit kesileceksin birden.

Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille
Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın

Edip Cansever