1 
Yeni bir dize’yi pencereden uzatıp, güneşe doğru 
tuttunuz mu akşam üzeri, hava esintiliyse eğer, 
pır pır ettiğini görürsünüz ışıltılar saçarak yer yer. 
Kimi kez elinizden kaçtığı da olur; tepe, göl, koru,
tarlalar, karşı dağlar derken bulutlara karışır gider.
Boş kalır şiirdeki yeri. Artık dilinizde bir soru : 
Nerde benim düş kelebeğim, ışıktan kuşum? Neydi zoru? 
Yokluğunu gidermek için ararsınız yeni bir şeyler. 
Zaman geçer. Bilinmedik bir yerde, umulmadık bir gün
Üstünüze bir ışık düşer, aydınlanır çevreniz bütün: 
yüz güneşin hep birden at sürdüğü aynaya döner deniz. 
Bir de bakarsınız gökten aşağı bin kollu bir avize :
sayısız billuruyla parıltılar saçan o yitik dize! 
Der gibidir size: Her zaman bu şiirin bir yerindeyiz! 
2 
Kendi yolumu bulurum, düşünme beni; 
her sözcüğün arasından, ağaç, kor, sülün, 
serçe… kolayca geçerim, serin, mor, yeni.. 
ne gelirse aklına … Bak, diken’in, gül’ün 
bütün dönemeçlerinde ayak izim var.
Yolda bulduğum her şeyin tadına baktım, 
acı’nın liflerini çiğnedim; korkular 
şarap tadındaydı, hüzünler elma… Atım 
ürktü kimi sözcüklerden, zora düştüğüm,
yol değiştirdiğim zamanlar oldu. Gök, düğüm 
üstüne düğüm atlı geçmeyeyim diye 
dağın ardına. Olsun. Ben oradan gelen
iniltileri dinledim, sık sık yükselen 
çığlıklar, ağıtlar duydum. Dönmem geriye! 
3 
Ne bekliyorsun? Uyak mı bekliyorsun burada 
yağmur bekler gibi kaç gündür? 
Bak, bulutlandı yüksekler, umut kesme, incecik 
bir çisenti başladı bile. 
Dur, ne diye kenti çisenti’ye uydurdun? Gerek
yok daha. Az sonra her yeri 
bir engerek gibi sarar yağmur; gündelik sofra 
çamurla örtülür üstelik. 
… Her yer su dolu, delik deşik. Gideceğin yolu
bulamazsın bu karanlıkta. 
Bize buyur. Aralıkta çıkarırsın üstünü, 
dinlenirsin. Uyak ararız
birlikte. Gerekirse tuzak kurarız en uzak 
yerlere. Bana bırak o işi. 
4 
Bu şiirde her dize’nin 
çizdiği gizli eğriler 
üst üste gelince, senin 
yollarını birer birer 
düğümleyecektir, sevin,
düşünde beyaz gemiler  
yüzen uzak bir kimsenin 
uykusuna. Bir el siler 
gibiyken o eğrileri
var hızıyla, ayrı bir el 
uzanıp ileri geri 
saracak seni bir mumya
sarar gibi, öyle güzel, 
yok olacak eski dünya. 
5 
Korkular ne renktedir, düşündün mü hiç, 
ayva sarısı mı, üvez renginde mi, 
küf yeşili mi yoksa? Ya senin sevinç 
çığlıkların sülün kuyruğu, kuş yemi, 
serçe göğsü renginde mi? Ben öpe öpe
bakıyorum her şeyin tadına. Tanrı 
ne renkte, senin renginde mi, körpe 
kuzukulağı renginde mi? Dağları 
örten şu kızıl akşam sisleri, kuşku
mu yoksa acı mı? Mor kanatlı bir uyku 
dönüp duruyor havada, narçiçeği 
gökyüzü bir benim yüzüme benzerken
bir senin yüzüne… ben bunları derken 
nasıl açıyor bulduğum renkler gerçeği! 
6 
Bir sözcüğü değiştirmek istersiniz de 
bozarsınız ya kapanmış bir dize’nizi, 
çözüp yolu düğümünden, çözüp denizi 
halatından ağır ağır, içerinizde 
uzun bir geziye çıkıp, şu liman senin,
bu liman benim gidersiniz ya, derken 
yeni bir yığın sözcükle kabarır yelken; 
hangisini isterseniz alın, kimsenin 
bilmediği bir düşte avuç avuç yıldız
ya da kucaklar dolusu gül topladınız 
dizenizde boş kalan yere. Sizin bunca 
çabanıza karşın, o da ne? eski sözcük,
gözlerinin içinde hınzır bir gülücük, 
uzanmış kendi yerine boylu boyunca! 
7 
Bir sözcüğün içinden geçiyoruz seninle, 
ufacık bir sözcüğün, yaprak gibi, kırlangıç 
gibi… ilerden gelen şu çağıltıyı dinle 
karanlıkta: Derin bir suyu usta bir dalgıç 
gibi geçmemiz gerek…
Evet, şimdi sivri, sert 
taşlara sürtünerek gideceksin. Mağara ; 
gibi bir yer burası. Bir uğultu var, evet, 
ateşböcekleri var, gözler var, ara ara 
yanıp sönen… Güç adım atıyoruz yapışkan
çamura bata çıka … Ansızın ilerde kan 
rengi yapraklarıyla yükselen bir ağaç, ve, 
üzerinde bir yığın insan yüzü, tek meyve…
Korkma, yolun sonuna az kaldı, Şu burgacı 
aşınca kurtuluruz.  
– Neydi bu sözcük?  
-Acı
Sait Maden
                
                                                                











